Toplam yorum: 3.138.044
Bu ayki yorum: 0

E-Dergi

cigdema Tarafından Yapılan Yorumlar

20.04.2006

Şen Sahir Sılan'ın 'Pişman Değilim' adlı otobiyografisinin insanı birkaç yönden düşündüren zengin bir içeriği var. Genç Cumhuriyet'in varlıklı bir yüksek bürokrat ailesinin yaşama biçimini, aile ilişkilerini, değer yargılarını merak edenler kitabın başlangıç bölümlerinde bol malzeme bulacaklardır. Kırklı, ellili, altmışlı yıllarda hali vakti yerinde olanların nasıl yaşadığını, nerelerde eğlendiğini, çocukların, gençlerin hangi okullara gittiğini hatırlamak isteyen yaşlı kuşak anılarını tazeleyecek, genç kuşak ise, belki biraz şaşarak, belki imrenerek
o yılların İstanbul'u, Ankara'sı hakkında çok şey öğrenecektir.
Şen Sahir Sılan, soylu bir aileden çok güzel, çok bilgili bir hanımefendinin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin ilk milletvekilleriden, Atatürk'ün değer verdiği bir yüksek bürokratın kızı olarak dünyaya gelir ve böyle bir çevrenin sağladığı olanaklar içinde özenle, fakat gene aynı çevrenin değer yargılarına göre sıkı bir disiplin altında büyütülür. Kitabı okudukça, bu olanakların ve bu disiplin anlayışının genç kadının yaşamına nasıl yön verdiğini görürüz.
Şen Sahir Sılan, varlık içinde büyütülmüş, iyi okullarda okutulmuş bir genç kadındır. Fakat, o çevrenin kız çocuk yetiştirme kurallarına göre onun hakkındaki kararları büyükleri vermiş, ihtiyaçlarını onlar karşılamışlardır. Bu durum evliliğinde de devam eder. Bu kez karar kurulunda anne ve baba yanında koca da yerini alır. Bu ortamın genç kadını, evli de olsa, çocuklu da olsa her zaman uyumlu olmak zorundadır.
İşte yaşamın kırılma noktası dediğimiz an, bu koşullar altında yetişmiş bir kadının, ihanete uğradıktan, alıştığı bütün olanaklar elinden alındıktan sonra, kendi ayakları üstünde durmak zorunda kaldığı zaman ortaya çıkar. Çetin bir süreç başlamıştır. Bu dramatik süreçte kırılgan bir kadının nasıl bir savaşım verdiğini, fiziksel ve ruhsal sınırlarını nasıl zorladığını görürüz.
20.04.2006

Aytmatov, 'Gün Uzar Yüzyıl Olur' adlı romanında çağın -dahası sosyalist dünyanın- emekçi insanı nasıl olmalıdır savını ortaya atıyor. Aynı zamanda geleceğin toplumuna ilişkin düşüncelerini de sergiliyor. Bir anlamda, özlü de olsa bir ütopya çiziyor. Hem efsanelerin hem bilim - kurgu öğelerin anlatı katmanlarında birlikte yer verildiği roman, Sarı Özek bozkırındaki bir istasyonda, Boranlı Durağı'nda geçen bir günü anlatır. Ancak, gün uzar yüzyıl olur.
Romanın ana ekseninde anlatıcının aktardığı Yedigey'in ve cenaze alayının öyküsünü buluruz. Öte yandan, anlatıcının ağızından olay örgüsü, gerek geçmişe dönülerek, gerek bilimkurgu öğelerden yararlanak bir anlamda geleceğe giderek gelişir. Aynı zamanda, gelenek /görenek ile günün koşulları arasındaki çatışmayı, Stalin yönetiminin eleştirisini, hoşgörüsüzlük ve katı politikalardan dolayı insanların içine düştüğü kötü durumları ve acıları, yeni bir toplumda bilimsel gelişmenin kazanımlarını da buluruz.


20.04.2006

'Fındık Çicek Açınca' kadınların el ele verdikleri taktirde tüm zorluklara göğüs gerebileceklerini kanıtlayan bir kitap. Kitabın en ilginç bölümünü tabii ki grevin bizzat uygulayıcılarının anlattıkları oluşturuyor. Batı Karadeniz'den Doğu Karadeniz'e uzanan grevde fındığın soyağacındaki isimler Yaşar Seyman tarafından greve katılan kadınlarla özleşmiş. Mincane, Palaz, Gök, Kalınkara, Cavcava, Delisava vs... Mesela Hanife Hakan'ın kitaptaki adı 'Kuş Fındık'.
20.04.2006

Yazar, Orta Doğu ve Mezopotamya'nın tektanrılı dinleriyle Asya'nın çoktanrılı inanışlarını da bir potada eritir. Okursa, hayatları ya yok, ya da alt üst olan bu dokuz kişinin değişim ya da dönüşümünden aldığı ilhamla, kitabı bir solukta başından sonuna hızla geçse de, başladığı noktaya geri dönme ihtiyacı duyar daima ve kaçınılmaz olarak . Çünkü Nakhjavani'nin anlatımı, yalnızca hem büyüsel hem de dini sembollerle yüklü olmakla kalmayıp yüzeyden derine değişik okumalara açık katmanlarla örülmüş olduğu için tam en anlaşılır göründüğü noktada en gizemli olabiliyor. Bu noktaları bir anlam kurmak adına birleştirmek isteyen okursa, dikkatle yol almayı seçmek zorunda kalıyor tabi.
19.03.2006

Arapça Zâhir “görünen, var olan ve görmezden gelinemeyen” anlamına geliyor. Yaşantımız içinde bir an için var olan canlı ya da cansız bir varlık, birden bizim için tek bir amaç, düşünebileceğimiz tek imge haline bürünüyor. Zihnimizde onu kutsal bir yere koyuyoruz. Asla değişmeyecek ve sürekli artan bir bağlılıkla bütün benliğimizi ve düşüncemizi kaplamasına izin veriyoruz. İşte ‘Zâhir’, aynı biçimde başlayan ve bütün benliğimizi kaplayan bir öyküyle gerçekliğin ve dürüstlüğün aşkın içindeki yerine ayna tutuyor. ‘Zâhir’deki roman kahramanı, Fransa’da yaşayan uluslararası üne sahip bir yazardır. 10 yıldır evli olduğu karısı Esther bir savaş muhabiridir. Tanınmış, başarılı bir kariyeri olan ve bağımsız bir kadındır. Esther, arkadaşı Mikhail ile birlikte bir gün ortadan kaybolur. Mikhail’in Esther’ın sevgilisi olup olmadığı belli değildir. Yazar sorguya alınır. Esther kaçırıldı ya da öldürüldü mü yoksa her evlilikte olabilecek türden bir terk etme olayı mıdır yaşanan? Bir gün, Esther’ın en son birlikte görüldüğü Mikhail ortaya çıkar, yazarı bulur ve onu karısına götürmeye söz verir. Böylelikle yazarın Paris’ten Kazakistan’a uzanan büyülü yolculuğu başlar. Mikhail’in doğduğu yere, trajik bir öyküsü olan kasabaya uzanan yolculuk sırasında yazar, kendisi ve evliliği hakkında şaşırtıcı keşifler yapacak, yaşamına yeniden değer biçmek zorunda kalacaktır.