Toplam yorum: 3.092.427
Bu ayki yorum: 3.028

E-Dergi

Nurçin Metingil

Daimi Öğrenci/Tutkulu Lektör/Acemi Editör Karadeniz Teknik Üniversitesi Batı Dilleri ve Edebiyatı bölümünden mezun oldum. Şu an Marmara Üniversitesi Yayıncılık Yönetimi tezli yüksek lisans programındayım. Bir süre öğretmenlik ve çevirmenlik yaptım. Şu sıralar yayınevlerine editörlük hizmeti veriyorum.

Nurçin Metingil Tarafından Yapılan Yorumlar

Tema üzüntü olarak görünüyor ama okudukça bunun herhangi bir üzüntü olmadığını anlıyorsunuz. Bu aslında daha ziyade ölümle, sevilen birinin ölümüyle herkesin farklı farklı şekillerde baş ettiğine de işaret ediyor. Arka kapak yazısını okuyanlar zaten üzüntü kaynağından haberdardır. Ben her bir detayın okuma sürecini etkilediğini düşündüğüm için neredeyse gözü kapalı yapıyorum kitap seçimlerimi. O yüzden ben okumamıştım. Bu şekilde bakan biri üzüntü temasını ikinci sayfada, ölümden kaynaklı üzüntü olduğunu da ilk çeyreğinde çıkarabilir. Aslında tahmin etmek de o kadar zor değil. Çünkü filin babanın üzüntüsünü temsil ettiğini ve annenin ortalarda olmadığını görüyorsunuz. Burada ilginç olan şey babanın üzüntüsünü sembolize etmek için filin tercih edilmiş olması. İlk başta fili üzüntüyle eşleştirme konusu üzerine çok düşündüm. Filin büyüklüğü ve gri olması o melankolik havayı daha iyi yansıttığı için miydi? Yoksa İngilizcedeki “there is an elephant in the room” kullanımında olduğu gibi herkesin bildiği ama konuşmaktan çekindiği konuyu mu temsil ediyordu? Bundan emin değilim ama yazarın Avustralyalı olması dolayısıyla ihtimaller arasında gibi geldi. Böyle bakınca kitapta üzüntü temsilcisi hep fil olacak gibi bir beklenti oluştu sanki. Ancak daha sonra üzüntünün başka karakterler üzerinde farklı yansıtıldığını gördük. O halde zavallı filin karakterinin bunda bir parmağı yok. Üzüntünün insan üzerindeki etkisiyle alakalı bir durum söz konusu. Yani ağırlığı yüzünden tercih edilmiş. (Okuma keyfiniz için bazı detayları iki çizgi (- … -) arasına yerleştirdim. O kısımları atlayabilirsiniz.) -Öte yandan dedenin üzüntüsünün kaplumbağa olarak ortaya çıkması ama bunun öykünün başında değil de başka bir olayın tetiklemesiyle görünür olması ilginç. Bu da ölümle baş ederken insanların farklılıkları üzerine düşündürüyor. Halbuki ölen kişiyle daha fazla zaman geçiren ve hayatının farklı dönemlerine şahitlik etmiş biri olarak dedenin üzüntüsünün fil olarak resmedilmesi daha uygun görünürdü. Ancak dede, kızının acısını torununa olan sevgisiyle bastırmaya çalışmış. Torununu bir merhem gibi görüp ölümle baş etmede bir araç gibi kullanmış, mutluluğunu yine başka bir insanın varlığına bağlamış. Bu da kaplumbağanın kabuğunda olduğu gibi onun üzüntüsünün, yani saldırıya ve acıya daha açık olan yumuşak yanlarını korumasını sağlamış. Ancak torununun hayatının riske girmesiyle yeniden tetiklenen acısı dedeyi yine savunmasız bırakmış. Bu da insanların üzüntülerini nasıl ete kemiğe büründürüp verip onları evcilleştirip yanlarında her yere götürdüklerini anlatmanın başka bir yolu. Diğer yandan dikkat ederseniz annesini henüz bir yaşında kaybeden Olive’in köpeği ölümle ilgili üzüntüsünü temsil etmiyor. Çünkü annesini tanımadan, onunla bir bağ kuramadan kaybetmiş. Ortamdaki depresif havadan senelerce etkilenen ve bunu anlamlandırmakta zorlanan biri olarak bir çocuğun aslında babasına olan özlemini, onları yaşarken taşıdıkları bu ağır yüklere karşı kendini çaresiz ve savunmasız hissedişini temsil ediyor. Köpek zaten küçük ve uzun kuyruklu olarak tasvir ediliyor. Yani babasının üzüntüsüne göre daha küçük ama başka bir üzüntüyle bağlantılı. Elbette köpeğin de gerçek olmadığını dikkatli okurlar anlamıştır. Köpeğin, yani Freedie’nin, gri olması, yalnızca Olive’in üzgün olduğu sahnelerde ortaya çıkması ve olay akışlarında kimi kısımlarda köpeğin de eşlik ettiğine dair herhangi bir detaya yer verilmemesi, dolayısıyla sahne devamlılığının sağlanmamasından duyulan o rahatsızlık bunu zaten ele veriyor. Bu açıdan bakıldığında Olive’in annesiyle ilgili herhangi bir sahnede nasıl hissettiğini görmek için de bu köpeği referans olarak alabiliriz.-

Peki, tüm bu araçlar bir çocuğa üzüntü duyduğu bir konuda veya üzülen birine destek olma yolunda ona referans olabilir mi? Bu anlamda pek başarılı bulduğumu söyleyemem. Konu ve motifler harika ama karakterin içinde bulunduğu durumu anlayabileceğimiz bir derinlik verilmiyor. Durumu içselleştiremediğimiz için de karakterle bağ kurup bu yolculuğa onunla birlikte çıkmakta zorlanıyoruz. Üstelik yan olaylar ve detaylar ana konuyu beslemiyor. Okurun dikkatini başka yöne çekiyor. Zaten filin hayali olduğunu söyleyerek merak duygusunu da baştan alıp götürmüş. Bu detayın havada bırakılması bence çok daha iyi olurdu. İlla verilmek isteniyorsa belki dedeyle olan o konuşma sahnesinde veya son sahnede yapılabilirdi bu. Mistik bir detayı çıkardığınızda veya kitabın adı olacak kadar önemli bir karaktere dair gizemi daha ilk sayfalarda açıklığa kavuşturduğunuzda yeni bir şey sunmadıkça zaten okuru kaybediyorsunuz. Çünkü babasının üzüntüsünü giderebilecek mi sorusu devam etmeye yetecek kadar merak ettirmiyor fikrimce. Bu da kitabın bırakacağı etkiyi düşürüyor ve çocuğun karakteri model olarak alabilecek kadar kitapla bağ kurmasını engelliyor. Ayrıca bu kitabı okuyan çocukların yorumlarına baktığımda üzüntüyü temsil etmek için hayvanların tercih edilmesi bir kısmını üzmüş. Diğer yandan yazarın üzüntüyü aşılamayacak bir durum gibi gösterecek başka bir temsilci seçmek istemediğini düşünüyorum. Aksine üzüntülerin de bu dünyadan olduğunu ve ancak onları tanıyarak anlamlandırabileceğimizi, bu üzüntülerin sevimli birer hayvan kadar da zararsız olduğunu göstermiş olabilir. Yazar sadece fillerin duygusal güzel hayvanlar olmasından ve yas sembolü olarak resmedilmesinin kolaylığından bahsetmiş bir yerde. Yine de bu kitabı okuyan bir çocuğun fillere karşı bakış açısı değişir mi diye düşünmeden edemiyorum. Sembolleri okuma konusunda ne kadar başarılı olduğuna göre değişebilir bu. Ayrıca yazar, depresyonu ağır işleyerek çocuk okur üzerinde sarsıcı etki bırakmak istememiş de olabilir. Kitabı halihazırda böyle bir üzüntü veya sıkıntıyla baş eden bir çocuk için bunu kaygı bozukluğuna ve ağır depresyona sürükleyecek bir araca çevirmek de doğru olmaz elbette.

Bu kadar güçlü anlatımların zayıf veya karmaşık kurgu içinde kaybolma tehlikesi yaşama ihtimali üzücü. Biraz daha derinliğe ihtiyacı var kitabın. Hikâye çok yüzeyde kalıyor. Okulun 100 yaşına basması, okulun doğum gününü kutlama ve kutlama için seçilen tema hikayeden bağımsız düşünüldüğünde muhteşem bir detay. Çocuğa kesinlikle bambaşka bir bakış açısı sunuyor. Üstelik kendinden önceki tarihi öğrenme ve cisimlerin de ruhu olduğunu düşünüp ona saygı ve ihtimamla yaklaşma konusunda da farkındalık aşılıyor. Ancak bu iki dominant konunun aynı düzlemde ele alınması, ağırlık merkezinin kaymasına neden olmuş. Çünkü Olive’in bisikletle bağını bize güçlü şekilde vermedi. Onu alt bir hikâyeyle beslemedi. – Bisikletin daha önce annesine ait olmasının bir önemi yok aslında Olive için. – O babasının araç tamir edecek enerjisi varken ona ait bir bisiklete zaman ayırmamasına takılıyor. Bunu babasının ona verdiği değeri ölçmek için bir araç olarak seçmiş, öyle anlamlandırmış olabilir. Nedeni güçlü bir şekilde vermek çok önemli. O yüzden baştan beri bisikleti tamir edememesine çok takılamadım. Depresyonda olan birinin, özellikle de yokluğuyla depresyona sebep olan kişiyi anımsatacak bir nesneyle ilgilenmek istememesi, onu göremeyeceği bir alana kaldırması çok mantıklı geliyor. Hatta okurken bisikletin ne zamandır tamirde olduğu, Olive’in bu bisikleti ne kadar zaman sürdüğü, bu bisikletle tanıştığı an, ilk sürüşü, neden bozulduğu gibi pek çok detayın olmadığını fark ettim. Bu detayların varlığı çocuğa ölüm melankolisini hissettirmeden karakterle bağ kurmasını çok kolay ve insani bir yolla vermiş olacaktı. Çünkü bisiklet konusu, başlı başına her şeyden bağımsız olarak çocukların bağ kurabileceği bir nesne zaten. Üstelik uzun zamandır seninle olan birinin, bir şeyin yokluğunu çocuk gözüyle anlatmak için de harika bir metafor. Bisiklet konusunun layıkıyla işlenmesi bu kitabı mükemmel kılmaya yetecekti.

Olayların çözümlenişiyle ilgili söyleyeceğim pek bir şey yok. Bu bir çocuk kitabı olduğu için üzüntülerimizin çevremizdekilerin desteğiyle azalabileceğini, sadece neşelendirmek için zaman ayırmamız ve çaba sarf etmemiz gerektiğini göstermek adına bunu çabucak çözümlemesi doğal. Gerçek hayatta bu o kadar kolay değil elbette. Bir yarayı sarmak bir olaydan ziyade birbirini takip eden olaylar zinciriyle bağlantılı olabilir. Bana kalırsa çocuğun da o gri karakterlerin hemen bir gülümsemeyle kaybolmayabileceğini, bunun istikrarlı bir çabayla mümkün kılınabileceğini bilmesi daha iyi olur. Kitaba daha iyi bir son yazmamı isteselerdi muhtemelen baştan beri kafamın içinde çıkmak için isyan eden çözümü söylerdim. Bisikletin tamiri için babasını beklemesi canımı çok sıktı. Çocuğun bisikleti tamir etmek için babasına yardım teklif etmesi veya onu tamir edebileceği başka bir çözüm bulmaya çalışması kitaba mükemmel bir dinamizm katardı ve bu bisiklete dair çözülmemiş bu soruna drama katacağı için karaktere ve kitaba daha sıkı sarılabilirdik. Çocuğun sorununu içselleştirebilir, bu çabasından ötürü ona saygı duyup mutlu sonu için tezahüratlar edebilirdik. Ayrıca babasını ve dedesini mutlu etmeye çalışan karakterine bu çok daha uygun bir davranış olurdu fikrimce. Sonunda bisikleti beraber tamir etmeleri, baştan beri nerede ve neden tuttuğunu açıklaması da mükemmel olurdu. Burada çocuğun mutluluğu yine dışa bağımlı hale geldi. Kitabı kapatınca söylediğim ilk şey “O köpek yakın zamanda yeniden görünür.” oldu zaten. Bisiklet konusu esaslı bir şekilde işlenseydi elbette çözüm daha vurucu olurdu ama bu haliyle olayın tatlıya bağlanması nereden bakarsanız bakın iyi sanırım.
Bu kitabı okumayı düşünenler için en önemli uyarı, muhtemelen kitabın diline alışmak için kendilerine süre tanımaları olur. Okuma sürecinde fazlaca tekrarlarla karşılaşacaksınız ve basit bir dille ifade edilen düşüncelerin tekrarları sizi rahatsız edecek. Ancak bunun etkili hitabet açısından sıkça uygulanan bir yöntem olduğunu belirtmek isterim. Seyircisini etki altına alan, ilgilerini daima üzerine çekmeyi başaran ve mesajını en iyi ileten konuşmacılar genel düşünceyi parçalar halinde yer yer tekrarlardan yararlanırlar, elbette diğer pek çok tekniğin yanı sıra. Buna bir ders kitabı gibi yaklaşıp her bölüm sonunda kitabı kenara bırakmanızı ve üzerine uzun uzun düşünmenizi tavsiye ederim. Bölümde işlenen düşünce üzerine farklı kaynaklardan okumalar yapmanızı ve aynı konuda başka ne tür fikirler olduğunu araştırmanızı öneririm. Böylelikle kendinize, aklınıza uygun olan bir düşünce yaratmış da olursunuz. Tabii bu, ilgili bölümde yer alan düşünceyi daha iyi anlamanıza da yardımcı olacaktır.

Buradaki düşüncelerin rasyonel düşünce ve mantık üzerine kurulmuş bir felsefe olan Mohizm'in kurucusuna ait olduğunu hatırlatmak gerekir. Özünde barışçıl bir felsefe olsa da bu kitapta savaş anında yöneticilerin takınması gereken tutumlara da yer veriliyor. Ancak buradaki öğretilerin bölümün sonuna doğru asıl şeklini aldığına dikkat etmelisiniz. Konuyu genel örnekler ve benzetmelerle veriyor ve daha sonra olması gerektiğine inandığı şekli alana kadar onunla beraber yürümenizi sağlıyor. Dolayısıyla kitabı okurken yazarla kavga etmemelisiniz. Diğer yandan Mohizm'e dair tek bir şey bile bilmiyor olsanız da kitaptan alacağınız verim düşmeyecektir. Çünkü olabilecek en basit haliyle veriyor. Öyle ki bu düzenin nasıl olup da kurulamadığına şaşırırken buluyorsunuz kendinizi. Verilen bazı örneklerin günümüze pek uymadığı ve bazı kesimleri gücendireceğini düşünebilirsiniz. Ancak bu örneklerin, o zamanın koşullarında verildiğini hesaba katarak temelinde ne demek istediğine odaklanmalısınız. Mesela bir yerde savaş ve kıtlık baş gösterdiğinde ata verilen yemin kesilmesi gerektiğinden bahsediyor. Ancak bunun kulağa vicdansızca geldiği açık. Bana kalırsa atların binek olarak "kullanılıyor" olması da son derece adaletsiz ve tatsız bir durum. Nitekim buradaki bakış açısı şu olmalı. Savaş ve kıtlık anında tasarrufa gidilmesi ve makamı, yeri, durumu ne olursa olsun herkesin eşit bir şekilde duruma uyum sağlaması gerektiğinin altı çiziliyor. Her zaman cümlenin altını okumanızı öneririm. Onun altındaki anlamı kanırtmak ve -eğer olacaksa- hayat felsefesi olarak benimsemek daha mantıklı geliyor bana. Spesifik örnekler her duruma uygun olmayabilir ve o örneklere verilen tavsiyeler genel bir soruna pekala merhem olabilir. Zaten birini, bir kitabı, bir takımı, yani hayattaki herhangi bir şeyi tamamıyla savunup reddedemeyiz. Her birimizi, evrendeki her şeyi binlerce parçadan oluşan bir yapboz gibi düşünüp yalnızca doğru olduğuna inandığımız parçanın peşinden koşmalıyız. O yapboz tamamlandığında ortaya çıkan resmi sevmek zorunda değiliz. Sadece doğru parçayı bulduğumuzdan emin olsak yeter.

Mo Zi -asıl adı Mo Di- Confucius'un ölümünden birkaç yıl sonra dünyaya gelmiş ama o da diğer düşünürler gibi politika ve sosyal düzenin dengesini bulmaya ve kaostan çıkış yollarına odaklanmış. Onun cevabı yönetici pozisyonunda olan kişinin bilgeliği ve erdemliliğine odaklanmak olmuş. Pek tabii makamın kendisine değil, oradaki kişinin kendine kattığı şeylere saygı durulması ve bunun takipçisi olunması gerektiğini söylüyor. Kitapta çok güzel bir örnek var bununla alakalı. "Hâlâ ülkeler liderleri tarafından yönetiliyor ama neden kaos devam ediyor?" sorusuna cevap olarak You Miao'nun beş ceza uygulamasını temel alarak bir şeyin, sistemin kötü idare ediliyor oluşunun o şeyin, sistemin kötü ve başarısız olduğu anlamına gelmeyebileceğine vurgu yapılıyor. Eski kralların kitabı denilen Shu Ling'ten şu alıntı yapılıyor: "Ağız iyiyi de yayabilir, savaşa da teşvik edebilir." Bu ağzın iyi olmadığı anlamına mı gelir? Dolayısıyla bir şeyin iyi veya kötü olmadığına, ondan ne derece fayda sağlayabileceğine veya o şeyin çevresine ne derece faydalı olduğuna karar vermeden evvel yeterince derin gördüğünüzden emin olmalısınız. Bu kitabın sevdiğim yanlarından biri de bu. Farklı pencerelerin de var olduğuna işaret edip duruyor. Sizin Mo Zi'nin pencerelerinden bakmadan evvel onun kim olduğunu unutmanız veya hiç bilmemeniz daha iyi olur. Çünkü burada -aslında her zaman- kimin söylediğinden çok ne söylediğine bakacaksınız.

Fanatizm bizi gülünç durumlara sokar. Dolayısıyla bu kitaptaki her bölümün iyi olduğunu söylemiyorum. Bazı yerlerde birbiriyle çelişen düşünceler veyahut örnekler var. Bu yüzden alıp bu kitabı, bu kişiyi kutsallaştırmayın. İçinden altını çizdiklerinizi alın ve uygulamaya başlayın. Göreceksiniz ki pek çoğu aslında sadece politika için değil aynı zamanda hayatın pek çok yerinde işe yarayabilecek öğretiler. İyi bir insan olmak için de herhangi bir meslek için de pekala uygulanabilir. Yönetici-altında çalışanlar, öğretmen-öğrenciler veya müdür-öğretmenler gibi pek çok alt üst ilişkisinde gayet geçerli tavsiyeler mevcut. Takip ettiğiniz kişinin makamına değil, olduğu kişiye odaklanmalısınız. Üst mevkidekiler de altındakilere sağladığı fayda, olduğu kişiye göre hak ettiği konuma getirmekten geri durmamalı. Hepsi bu.
Kumkurdu her çocuğun yalnız dünyasındaki hayali arkadaşı diyebiliriz. Baskıladığı veya baskılanan düşüncelerin sığınma noktası, ses alanı, yaşam merkezi... Büyüdükten sonra hemen hemen hepimizin çok pis bir huyu var: çocuk olmayı unutmak. Bizler çocukken neyde ne kadar bocaladığımızı, bazı soruları sormayı neden ve nasıl bıraktığımızı unutmuş gibi yaşıyoruz ve bu da tıpkı Kumkurdu'nun dönüşüm hikayesinde olduğu gibi her seferinde başka bir şeye evriliyor. Yani önce dağa dönüşen Kumkurdu, volkana dönüştüğü zaman bir dağ gibi davranamıyor artık. Bizler dahi okuyucu olarak Kumkurdu'nu kumkurdu olduktan sonra tanıdığımız için dağ olarak hayal edemiyoruz.

Geleceğin temeli atılıyor çocuk eğitiminde. Bencil kararlarla hayata dahil edilen çocukları öylece kendi haline bıraktığımızda, nelerle boğuştuğunu görmemiz açısından fena bir örnek sayılmaz aslında bu kitaplar. Elbette eleştirel düşünceye teşvik eden ve çocuklara arkadaşlık edecek bir seri aynı zamanda. Bu anlamda alınması ve hediye edilmesi kesinlikle tavsiye edilebilir. Hatta çocukları düşünmeye zorlayan kitaplar tercih edin ki tek başına broşür dahi okusa alt metnini görebilsin.

Yetişkinler olarak sırtımızda geleceğin sorumluluğunu taşıyoruz. Çocukların sorularına verdiğimiz cevaplar onlarda bir iz olarak kalıyor. Eksiklikler kimi zaman derin travmalara neden olabiliyor. Özellikle ebeveynler çocukların onları ebeveyn dışında bir kimlikle göremediğini bilmeli. Yoğun çalışıyorsanız "yoğunum, çalışmam lazım" demek yeterli değil. Çünkü çocuğun dünyasında bunun bir karşılığı yok. Çalışmanın farklı motivasyonları olduğunu veya paraya ihtiyaç duyduğunuzu, her şeyden evvel paranın dünyadaki yerinin farkında değil. Onu hayatınızın içine gerçek anlamda alıp ebeveyn değilken neler yaptığınızı göstermelisiniz. O zaman bunun kendisiyle ilgili bir mesele olmadığını ve hayatın içinde bunun dışında da var olduğunuzu görecektir. Kendinize sorun. Ebeveynlerinizin anne veya baba -veya her ne konumdaysalar- ilk kez ne zaman bir insan olduğunu, hatalarıyla doğrularıyla belli bir yaşam tarzı benimsediğini ve hatta aslında bu kaynaktan gelen her bilginin doğru olmayabileceğini ilk ne zaman fark ettiniz? Buradan pay biçin. Ne kadar erken görülürse o kadar iyi. Çocuklar yetişkin hayatında bu duruma dahil olunca büyük fedakarlıklar yapıp ona iyilik yapmış olmuyoruz. Çocuklar er ya da geç bunu öğreniyor. Geçişin çok sert olmaması için ilk andan "nasılsa çocuk" mantığıyla hareket etmemek gerektiğini düşünüyorum. Çocuğun düşünebilen, karar alabilen ve en önemlisi hayatına şekil verip bir kalıp yaratan bireyler olduğunu hatırlayın. Kitapta da olduğu gibi çocukları sorularla baş başa bırakmamalı. Eğer kendinize zaman ayırmaya ihtiyaç duyuyorsanız çocuğunuza bunu verebiliyor olmanız lazım. Birey olarak sizi görmesini sağlayın. O zaman bu kitaptaki çoğu konuda bir Kumkurdu'na ihtiyacı kalmaz. Eminim ki bu kitabı okuyup da çocuklarını ne derin bir yalnızlığa mahkum ettiklerini görenler en az benim kadar üzülecekler. Çözüm hem de söylediğim kadar basitken...

Bu kitapta hem çocuğa hem de yetişkine dışarıdan bakma fırsatı bulabiliyorsunuz. Öz eleştiri yapılırsa pek çok şeyi değiştirme, güzelleştirme, ruhu özgürleştirme gücü var bu serinin. Çocuklara verdiğiniz cevaplar sizin açınızdan yeterli gibi görünebilir. Ancak onun sizin sahip olduğunuz yaşanmışlığa sahip olmadığına dair bir aydınlanmaya ihtiyacınız oluyor her zaman. Hayatın akışında unutuverdiğimiz o soruları belki yetişkin olarak kendimize sormak ve vazgeçtiğimiz sorulara yanıt bulmak bizim de hoşumuza gider. Zıt kavramlar üzerine yeniden düşünmek hayatta pek çok şeye yeniden bakmaya, bazı şeyleri daha net görmeye neden olabilir. Aşk, ölüm, ikili ilişkiler gibi yetişkinken bile içinde kaybolduğumuz soyut kavramları bir çocuk gözüyle yeniden görmek içinizdeki çocuğa dokunuyor.

Kumkurdu Zackarina'yı hayata hazırlayan sensai, bir bilge rehber edasıyla sakince pencere açıyor ona. Yalnız burada ufak bir uyarı yapmak isterim. Ben Kumkurdu'nun dominantlığının Zackarina'nın kendini tanımasına, olayları kavrama noktasında sesini bulmasına engel olduğunu düşündüm çok kez. Yani çocuğunuzla sesli okuma yapıp bölüm sonlarında sorular sorarak o Kumkurdu olsaydı nasıl cevap verirdi, Zackarina gibi merak ettiği şeyler var mı gibi sorularla tek yönlü düşünceyi benimsemeyi, karar aşamasında birine bağlı olma eğilimini bir nebze de olsa engellemiş olursunuz. Bu, gözlem yapmak ve unutulan, hayatın akışında dikkatten kaçan konuların yeniden gündeme getirilmesi, farkındalık yaratılması açısından harika bir kaynak ama düşünce meselesi biraz tehlikeli. Dışa bağımlı olması özgürleşmenin önünde engel.

Kapak tasarımı inanılmaz çekici, zengin. Zaten orijinalinden birebir alınmış. Bu anlamda eleştirim doğrudan oraya olacak. Şimdi böyle zengin bir kapak sizi karşılayınca içinde de böyle bir görsel destek bekliyorsunuz. Düşünmeye zorlayacak, merak uyandıracak detaylar bekledim. Durağan andan birkaç kesit gibi daha çok. Soyut düşüncelerin konuşulduğu, derin mevzulara girildiği yerde görsel enstrümanların etkisi epey yüksek olurdu. Ufku genişletecek ve saatlerce baksan her seferinde seni başka başka cevaplara götürecek görseller yakışırdı. Ayrıca ciltli kitaplarda çocukların elinde çabucak yıpranma görülebilir. Bana biraz hassas geldi. Epey nazik davrandım okurken. Ancak boyut açısından çocuk için de yetişkin için de ideal. Okuması çok keyifliydi. Çeviri oldukça kaliteli. Kesinlikle alınca üzmeyecek cinsten bir seri.
Sanırım kitapla ilgili söylenmesi gereken en önemli şey, karamsar bir ruh halindeyken okunmaması gerektiği. Sekiz öyküden ilki bir köpek üzerinden toplum eleştirisi yapıyor. Ancak bunu yaparken öyle cesur bir dili var ki kendi karakteri dışına çıkarak, kalemi engel olmadan toplumun en acımasız yönlerini sunabiliyor. Öyle ki durup izliyor oluşuna kızarken buluyorsunuz kendinizi. Aslında tam da bu yüzden etkisi büyük. Aylak Köpek öyküsü de dahil olmak üzere pek çok öyküde, çözümden ziyade tatsız durumların çıkmazlığına yaptığı vurgu insanı melankoliye terk ediyor. Yine de hayata tam olması gereken yerden, doğrudan yaşayanın gözünden bakma zorunluluğu sunan diline hayran olmamak mümkün değil. Bir okuma süreci boyunca köpek olma şansı sunulan okurun, sokakta karşılaştığı bir köpeğe bir daha aynı gözle bakamayacağını düşünüyorum. Yanından geçip gittiğimiz çoğu şeye karşı bir farkındalık oluşturuyor. İnsanın kendi yalnızlığını ve ruhunu başka bir bedende görmesi uykuda olan ve hatta belki de öldüğü düşünülen pek çok düşünceyi, duyguyu ayağa kaldırıyor. Beslenen kötü duygulara konu ettiği öyküleri öyle sıradan bir cümlelerle bitiyor ki bu da bana kötünün normalleştirildiği ve bu konuda bir farkındalık yaratılabileceğine dair yazarın da umudunun kalmadığını, toplumun çoktan razı geldiği ruh yalnızlığına artık itiraz edecek gücünün olmadığını düşündürüyor.

Sâdık Hidâyet, zaten Vejetaryenliğin Yararları kitabında da böyle iz bırakmıştı. Bu sekiz öykünün her birine bakınca toplumun öğrettiği, bir gen gibi nesilden nesile aktardığı için normal gibi düşünülen, kiminin sorgulamayı dahi düşünmediği ve doğrudan kabul edip üstelik kendi değerini bu dayatmalarla belirlediği noktalara eleştiriler görmek mümkün. Ancak bir an bir adım geri çekilip de olan bitene dışarıdan bakabilenlerin hissettiği çaresizliği, çabaları da var bu satırların arasında. İnzivaya çekilip toplumdan uzaklaşarak kendini uyuşturma, korumaya alma, ailenin tamamen bencil nedenlerle dünyaya getirdiği çocukları daha fazla mutsuzluğa iterken bunu normalleştirmesine karşı duruş ve beklentilerin karşılanmadığına aşılanan utanç hisleri, okurun yüreğini de zihnini de karman çorman ediyor.

Tüm okurlara tavsiyem şudur, bu yazarın kitaplarından herhangi birini okumadan evvel kendinize güvenli bir alan seçin. Çünkü dünyayı artık başka bir pencereden göreceksiniz. Herkese ve her şeye bakışınızı değiştirecek. Çünkü eleştirilerini didaktik olarak değil, doğrudan kişiler veya şeyler üzerindeki etkisiyle aktarıyor ki bunun usul usul kana karışan bir etkisi var.

Yazarın Vejetaryenlik kitabını da okudum. Verdiği bilgiler ve tutarlılık açısından onu daha faydalı buldum. Burada savunulan düşünceye (objektif yaklaşımı öncelediğinden) yeteri kadar gerekçe sunulmuyor ve altı boş bir iddia gibi duruyor. Bir vegan olarak araştırmalar yaptığım için pek çoğunun aslında altının dolu olduğunu biliyorum. Vegan beslenmeye başladığımda bir beslenme uzmanına gittim ve ihtiyacım olan bilgileri aldım. Bir beslenme programı uyguladık ve gördük ki her vücudun besinlere tepkisi farklı. Vücudumun sistemini çok iyi bildiğim için bunu anlamam zor olmadı. Metabolizmam çok daha yavaş işliyor ve çalışma şeklimden dolayı daha az enerji harcıyorum. Dolayısıyla farklı dinamikler hesaba katılınca bu kitapta olduğu gibi güvenli bir mesafeden olaya yaklaşılmasını doğal buldum. Çünkü burada herkesi kesin sonuçlara ulaştıracak net bilgiler vermek imkansız.

Yazarın dili objektif. Sizi veganlığa ikna etmeye çalışmıyor. Sadece bilgileri aktarmaya çalışıyor ki bu da aslında olması gereken bana göre. Saldırgan yaklaşanların ve kavga eder gibi konuşanların işin mantığına aykırı davrandığını düşünüyorum. Eleştirilen davranışı sergilemek veganlığı itici hale getirebilir. Kitap hakkında "veganlığa ikna etmedi" şeklinde yorumlar okudum. Bu kitap ve diğer hiçbir şey sizi bir şeye ikna edemez. Siz doğru zamanda doğru olduğuna inandığınız şeyi yaparsınız. Sadece bilgileri zihninize depolayıp uygun zamanda kullanmanızı öneririm. Çünkü bu kitap size temel bilgileri zaten sağlıyor. Hangi besinden ne elde edebileceğinizi, vegan olduğunuzda üstesinden gelebileceğiniz veya önleyebileceğiniz hastalıkları, belli başlı riskleri ve alabileceğiniz önlemleri anlatıyor. Fazla kilo, hipertansiyon, şeker hastalığı, diş sağlığı gibi her bir detaya başlık açılmış. Bir kısmı yüzeysel olarak ele alınmış olsa da size bir çıkış noktası sunuyor. İleri okuma yapmak için kitabın sonunda bolca referans da mevcut.

Ayrıca kitap daha önce üzerinde düşünmediğim bazı konular için bana pencere açtı. Mesela salt bitkisel beslenmenin yaygınlaşmasıyla bu anlamda bir kıtlık yaşanabileceğini ve yeterli tarım alanının olmadığını ileri süren araştırmalar için de bir cevap var burada. Vejetaryenlik kitabında olduğu gibi burada da veganların da tam barışçıl sayılmayabileceği, nihayet bitkileri öldürdükleri kabul ediliyor. Burada esas olarak odaklanılması gereken doğaya ve diğer canlılara saygı duymak ve tüketimi en az zararı vererek gerçekleştirmek olmalı sanırım. Elbette kitap da buna bir yanıt veriyor. Diğer yandan frutaryenler sadece doğanın tüketim için sunduğu şeylerle beslendiği için aslında hiçbir canlıya zarar vermeden de yaşanabileceğini gösteriyor. Hayatının bir kısmını et tüketerek geçirmiş ve sonra vejetaryen beslenmeye geçen birinin bir süre sonra vegan beslenmeye geçmesi elbette pozitif bir adımdır. İyi bir adım atan birine karşı savunma "sen de bitkileri öldürüyorsun" olmamalı. Yaşam tarzında değişiklik yapacak kadar bir şeyi önemseyen birini görenler bunu kendilerine saldırı gibi algılamamalı. Yapıcı olmak, güzel diyaloglarla ilerlemek en güzeli. Unutmayalım ki o gün gelene kadar bizler de hayvansal gıda tüketiyor, farkında olarak veya olmayarak yaşamımızın birden fazla yerinde onlardan faydalanıyorduk. Nihayetinde bir gün bile beslenme şeklinde bu tarz bir değişikliğe giden kişiler zaten çok şey değiştirmiş oluyor. Kısmen vegan beslenen kişiler de en az tutarlı veganlar kadar saygıdeğer benim gözümde. Bu tarz bir yaşam seçmiş kişiler de karışık beslenenler de bunu bir kavgaya dönüştürmemeli.

Vejetaryen ile veganın ayırt edilemediği günlerden artık çok daha farklı bir döneme geçiyoruz ve bu kaynakların her biri çok değerli. Kimilerini ön yargılardan kurtaracak ve meseleye daha derinden bakabilecek fırsat tanıyacak bu kaynaklar. Burada sadece iki kavramı birbirinden ayırmakla kalmayıp kendi içinde de kategorize edildiklerini öğrenecekler. Yaşamın görünen ve görünmeyen yerlerinde bir şekilde kullanılan hayvansal ürünleri fark edebilecekler. Bu yüzden herkesin kitaplığında olması gereken bir kaynak olduğunu düşünüyorum.