Göçebelikten yerleşik hayata geçen insanoğlu eski günlerini özlemektedir aslında: Alıp başını gitme, kendini, bilmediği, görmediği diyarlara vurma ihtiyacı içindedir. Kimisi bu özleme cevap verir, kimisi de oturur yerinde.
Müfettişler, iş adamları, bilumum kamyon ve otobüs şoförleri gönüllerinin sesini dinleyip de yollara düşenler kategorisinde zikredilemez; ancak göçebeliğe bir tarafından bulaştıkları da bir gerçek.
Neden gezeriz? Yaş ortalaması yetmişi bulan bir otobüs dolusu turistle karşılaştığınızda bu soru üşüşür mü başınıza? Hapsolduğumuz, daraldığımız, sıradanlaşan dünyamızdan kaçmak mıdır derdimiz bilinmez. Herkesin geziden murat ettiği, umduğu farklı olabilir elbette; ancak görülen o ki yerinde durmaktan rahatsız olan, atalarının sesine kulak veren kişilerin sayısında artış var son yıllarda.
Gezip tozan, duyulmadık, görülmedik coğrafyaların tozunu attıran, bir de bunu bir güzelce anlatan insan, sırf bu özellikleri nedeniyle kıskançlığınızı ve dahi nefretinizi hak etmiş bir kişidir. Tıpkı Mehmet Yaşin gibi. Çok satan bir gazetede her hafta yarım sayfa gezi yazısı yazan ve bunu yıllarca sürdüren kaç kişi var? Her ne kadar fotoğraf makinasız, not deftersiz bir gezme özlemi ile yanıp tutuştuğunu itiraf etmiş olsa da, gezi ‘işi’ni istikrara kavuşturmuş, hatta ‘misyon’ üstlenmiş bir kişidir o. Yazılarını okuduğunuzda, zaman zaman farklı frekanslarda olduğunuzu görecek, businis class gezinin nasıl olabileceği konusunda geniş görgü sahibi olduğunuzu düşüneceksiniz ancak yeni yerler keşfetme azminde olan bir insanla karşı karşıya olduğunuz gerçeğini inkar edemeyeceksiniz. Uzak diyarlara açılma arzusu kamçılanacak, gezgin olmanın ayrıcalığını tatmak isteyeceksiniz.