İslamiyet insanlara bir hayat tarzı sunar. Allah, her varlık gibi, insanı da en güzel şekliyle yaratmış ve diğer tüm canlılardan ayrı olarak ona, düşünme, akletme, olaylar arasında bağlantı kurabilme, sebep – sonuç ilişkisi içinde çıkarımlarda bulunma ve geçmiş deneyimlerden yararlanarak geleceği öngörebilme... yeteneği bahşetmiştir. Yine Allah, biz kulları için evrensel değerler içeren bir kitap ve o kitabı bize tanıtan, anlatan, bizi dosdoğru yola ileten ve hayatımızın her anını denge üzerine yaşamanın en makul yolunu gösteren bir Peygamber de göndermiştir.
Ancak yüzyıllardır, İslam toplumları bir yanılgı içine düşmüş, Asr-ı Saadet’i, Asr-ı Saadet yapan Peygamber Efendimiz ve O’nun ashabının hayata bakış felsefesini görmezden gelmiştir. Buna bağlı olarak, o devirde yapılagelen kimi geleneksel olgular, günümüz insanlarına zorunluluk tarzında sunulmuş, tabiri caizse “Din sadece budur, bunu yaşayın” denilmiştir. Ancak Sayın Keleş’in de kitabında belirttiği gibi, Rasulullah’ın kimi uygulamaları içinde bulunduğu toplumun kültürel ve geleneksel anlayışını yansıtırken, kimi uygulamaları zamanlarüstü bir içerik taşımaktaydı. Ancak bu ayrım tam anlamıyla ve sağlıklı şekilde yapılamamış, kültürel ile evrensel veya Kur’an’i kurallar/yaptırımlar/çıkarımlar birbirine karıştırılmıştır. Bu bağlamda günümüzde pek çok insan yetersiz ve/veya yanlış bilgi sebebiyle İslamiyet’in çağlar öncesinde kaldığı, geçerliliğini yitirdiği, artık yenilenmesi gerektiği, insanı mutluluğa ulaştıracak başka araçlar bulunması vb. tenkit ve yorumlarda bulunurken, bazılarımız da insanları samimiyetsizlikle suçlamış, kendi bakış açımızı hakim tayin ederek yargılamış ve toplumun önünde din adına mahkum etmişiz/ ediyoruz/ve ne yazık ki edeceğiz.
Sünnet Yaşayan Hz. Muhammed, bir anlamda bu noktalara temas ediyor ve hiç aklımıza gelmemesine rağmen “hadis” ve “sünnet” ayrımını okuyucuya aktarmaya çalışıyor, bunu bir takım delillerle savunuyor. Ayrıca bu kısır döngüyü kırabilmek noktasında bu farklı yaklaşım sunuyor. Meraklısına...