Toplam yorum: 3.077.926
Bu ayki yorum: 4.804

E-Dergi

Berk Ulubeli

Merhaba! 1995 yılında İzmir'de dünyaya gözlerini açan ve bundan kısa bir süre sonra Homeros ile tanışan ve hala bu tanışıklığın izlerini taşıyan, meraklı bir okurum(!). Aslen "Sosyal Bilgiler" öğretmeni olmama ve "Genel Türk Tarihi" alanında Yüksek Lisans yapıyor olmama karşın okumalarım (az önce bahsettiğim gibi) Homeros ile başlayıp kesinlikle orada son bulmadı! Bugün mesleğim (hem de tükenmek bilmez merakımdan olacak) okumalarım tarih, sosyoloji, felsefe, biyoloji, kimya, fizik, ekonomi ve elbette klasik edebiyat gibi daha burada sayamadığım birçok alana yayılmış durumda. İlk bakışta (daha çok Kant'ın deyimiyle) bu bir disiplinsizlik olarak algılanabilecekse de kendi içerisinde son derece tutarlı ve anlamlı olduğunu hemen belirtmem gerek.

Berk Ulubeli Tarafından Yapılan Yorumlar

Kitap hakkında konuşmaya başlamadan önce birkaç konu hakkında açıklama yapmak ve (tabiri caizse) bir itirafta bulunmam gerek. Öncelikle, konuya dair daha önce yalnızca Akdes Nimet Kurat hocamızın kitabını okuduğumu ve bu konu hakkında eksiklerim olduğunu belirtmeliyim. Bu durumun temel sebepleri; konunun hem çalışma alanım ile çok yakın olmaması hem de yeterince ilgimi çekmiyor oluşuydu (elbette şu ana kadar!). Dolayısıyla konu hakkında yapacağım yorumlar “Rusya Tarihi” hakkında derinlemesine okuma yapanlardan ziyade genel okuma yapanlar yahut yapmak isteyenler için daha anlamlı olacaktır. Kitabı incelerken izleyeceğim yola gelecek olursak; kitap çok geniş ve hacimli olduğundan her bölümü ayrı ayrı incelemektense özellikle ilgi duyduğum alan hakkındaki bir bölümü görece daha detaylı yorumlayıp kalan kısmı yüzeysel geçeceğim. Aksi halde son derece uzun ve sıkıcı bir yazı olacağından olumsuz bir algı yaratmak istemem. Şimdiden sabrınız için teşekkür ediyorum.

George Vernadsky (1887-1973), Yale Üniversitesi bünyesinde, önemli bir tarihçi olmasının yanı sıra komünist yönetim karşıtı, Avrasyacı perspektife sahip bir kişilikti. Yazdığı kitaplarda (dilimize “Moğollar ve Ruslar” adlı bir başka kitabı daha kazandırılmıştır) bu niteliklerinden izler göreceğinizi belirtmem gerek. Zaten kitabın içerisinde yer alan “Editörden” adlı bölümde (s.13-15) Sayın Ahsen Batur bu konu ve daha fazlası hakkında harika bir giriş yazısı kaleme almış bulunmaktadır.

Ahsen Batur hocamızın da bahsetmiş olduğu üzere (s.13-5) aslında bu kitap 5 ciltlik bir “Rusya Tarihi” dizisinin, yine yazarın kendisi tarafından, özetlenmiş bir baskısını ihtiva etmektedir. Kitap (“Editörden” ve “Giriş” adlı bölümler de dâhil olmak üzere) toplamda 19 bölümden oluşmaktadır. Çalışmanın genel olarak kapsadığı zaman aralığı ise, yazarımız SSCB’nin yıkılışını göremeden hayata veda ettiğinden, Rusların ilk ortaya çıktığı zamanlardan 1960’ların sonlarına kadar olan dönemi kapsamaktadır. “Giriş” ve “1. Bölüm: Rus Devleti’nin Kökenleri” adlı bölümlerde (s.17-55) arkeolojik ve antropolojik çalışmaların yanında coğrafya ve tarihi coğrafya hakkında da önemli bilgiler sunulmuştur. Bu bölümde özellikle “Hint-Ari Irk” nazariyesinin bir savunusu ile Rus halkının da bu aileye mensup olduğu anlatılmaya (kanıtlanmaya) çalışılmıştır. Ayrıca, yukarıda sayfa aralığını verdiğimiz bölümde, göçerler (özellikle de menşei tartışmalı olan İskit, Sarmat yahut Hun) ile olan münasebetler hakkında giriş mahiyetinde bazı bilgi ve yorumlar da istifademize sunulmuştur. Yazarın Avrasyacı kimliği, kanaatimce, bu bölümde bariz şekilde görülmektedir. Özellikle; İskit, Sarmat ve Hunlar ile olan ilişkilerde ve bu kavimler hakkında verilen bilgilerde bu yanlılık göze çarpmaktadır (s.30). Günümüzde İskitlerin yahut Sarmatların menşei tartışmalı bir konudur ancak yazar bahsedilen kavimleri doğrudan Hint-Ari olarak sunmaktan geri durmamıştır. Bu noktada romantik bir bakış açısına sahip olduğumun zannedilmesini istemem; benzer şekilde (s.41) Hunlar da Türk menşeli olarak izah edilmiştir. Ancak bu konu da, teknik olarak, fazlasıyla tartışmalıdır. Açıkçası zihnimde, özellikle arkaik dönem anlatısının bulunduğu bölümler de, yazarın (biraz da işin doğası gereği, herkes her konuda uzman olamaz elbet) konu hakkında çok genel birkaç fikir üzerine temellendirilmiş bir inşa sürecini takip ettiği izlenimini uyandırdı. Elbette, bunlar bu tarz genel tarih (uzun zaman aralıklarını kapsayan) çalışmalarının hemen hemen tümünde karşılaşılabilecek temel sorunlardandır.

Daha sonraki bölümlerde; Bizans ile ilişkiler (s.43), Hristiyanlaşma ve bu süreçte Bizans’ın etkisi ile Hristiyanlaşma sürecinin Ruslar ve batıyı birbirine yaklaştırması, en azından batı ile doğu kilisesi ayrışana kadar (s.57). İlerleyen bölümlerde; Moğol İstilası ve akabindeki süreç (s.82), XVI. yüzyıl siyasi tarihi, Hanlıkların yıkılması ve Çarlık Rusya’sının güçlenmesi (s.116), XVII. yüzyıl siyasi tarihi ve Osmanlı ile münasebet (s.150), XVIII. yüzyıl (s.191), XVIII-XIX. yüzyıl “Sosyal ve Ekonomik Kalkınma” (s.217), XVIII-XIX. yüzyıl “Kültürel Gelişme” (s.226). Bundan sonraki bölümler kronolojik bir siyasi tarih (uzay yarışlarına kadar sürecek olan) anlatısının yanında yazarın bazı şahsi yorumlarını da içermektedir. Bu yorumların, özellikle, batı dünyasından okurlara hitap ettiğini ve bir miktar güzelleme içerdiğini akıllarda tutmalıdır.

Kitap hakkında, aslında çok da önemli olmayan, birkaç eleştirim daha olacak. Şöyle ki; ilk iki sayfanın hatalı basıldığını söylemeliyim. Bu hatanın 5. basımın tamamında mı yoksa sadece bendeki nüshasında mı olduğu konusu hakkında ne yazık ki bilgim yok. Ayrıca kitabın arka kapağında Rusya tarihinin “günümüze” kadar ki bir anlatısının sunulduğu ifade edilmiş ancak, yazımın başında da belirtmiş olduğum üzere, 1960’ların sonuna kadar gelen bir anlatının mevcut olduğunu söyleyelim. Son olarak bu kadar geniş bir zaman aralığını kapsayan her çalışmanın karşılaşacağı problemlerden bu çalışmanın da nasiplenmiş olduğunu unutmamak gerek. Yazar her konuda uzman olamayacağı gibi birçok konu ya atlanmış ya da çok kısa geçilmiştir. Dolayısıyla incelediğimiz bu çalışmayı iyi bir “giriş” olarak değerlendirmek son derece yerinde olacaktır. Bunlar haricinde baskı ve kağıt kalitesi son derece güzel çeviri ise akıcı. Bu kitabın dilimize tercüme edilmesinde katkısı olan herkese teşekkür ederiz. Ayrıca kitapyurdu ailesini de es geçemeyiz, buradan kucak dolusu teşekkürlerimizi tüm "kitapyurdu ailesine" iletmek isterim. İyi ki varsınız!

Herkese bol kitaplı, sağlıklı günler!
Umberto Eco, kuşkusuz, ülkemizde en çok okunan yazarlardan biridir. Kendisini birçoğumuz romanları ile tanımış olsa da özellikle "Orta Çağ estetiği" ve "semiyotik/göstergebilim" konularında da uzman olduğunu hatırlatmamız gerek. Tüm bunların yanında, yine birçoğumuzun bildiği gibi, çok ciddi editörlük çalışmaları da bulunmaktadır ki bu çalışmaların bazıları ülkemizde de yayınlanmış bulunuyor.

"Gülün Adı" Umberto Eco'nun romancılığı ile tanışma fırsatı bulduğum ilk eseriydi ve birçok kez kendimi içerisinde bulunduğum "geç kalmışlık" hissini bu kitabın satırlarını okurken de yaşadığımı itiraf etmeliyim. Kitap o kadar akıcı ve muhteşem bir kurguya sahipti ki 700 küsür sayfalık kitabın nasıl bittiğini anlayamadım. Sanıyorum bu iştahın bir sebebi de kaliteli çeviri olacak, çünkü kitabın çeviri olduğu gerçeğini unuttuğum zamanlar oldu. Yeri gelmişken çevirmen "Şadan Karadeniz"e teşekkürlerimizi sunmayı unutmayalım!

Romanımızın (ne kadar da çabuk sahipleniyorum!) zaman, mekân ve olay kurgusu olarak; Orta Çağ'da bir "Benedikten Manastır’ında” yaşanan birden çok cinayeti konu edindiğini ve tüm bunların harmanlanması ile ortaya çıkan bir Orta Çağ polisiyesi olduğunu söyleyelim. Aynı zamanda romanın geçtiği zaman diliminin Papalık ile İmparatorluk arasında ciddi problemlerin yaşandığı ve özellikle Kilise’de bazı değişimlerin ve ciddi yozlaşmaların (s.389) yaşandığı tarihlere denk getirildiğini ifade edelim. Ana karakterimiz olan William’ı belki bu değişimin bir ürünü olarak görmek çok da mantıksız olmaz. Bu anlamda Orta Çağ Avrupa'sı, tarihi ve Hristiyan yaşamına dair (özellikle keşiş ve rahip gibi görevlilerin gündelik hayatı vb.) muhteşem detaylar (Orta Çağ’da bir Manastır’ın yeme içme kültürüne dair s.147’de verilen anlatı gibi) ve bilgiler sunulduğunu ifade edebilirim. Elbette kitap tür olarak bir Roman olduğundan yukarıda bahsi geçen tarihi arka plan tüm bölümlere yedirilmiş vaziyettedir. Özellikle kitap ve muhtevası hakkında, Şadan Karadeniz’in, giriş yazısını (s.15-19) es geçmemenizi öneririm. Tekrar Manastır’a gelecek olursak, mekân o kadar iyi betimlenmiş ki (kitabın içerisinde Manastır'a ait mimari bir plan da bulunuyor s.12-13) gerçekten oradaymış gibi hissediyorsunuz. Elbette bu durum anlatımın gücünü de gözler önüne sermesi noktasında önemli. Ayrıca, yanlış bilmiyorsam, burada geçen Manastır bir kurgu değil, yani mekânımız gerçek ve günün birinde görme şansımız olabilir! Romanın içeriği ile alakalı olarak son birkaç naçizane yorum daha yapacak olursam; kitabın bölüm yerine "gün" şeklinde (1. Gün vb.) gittiğini ve bu tercihin çok ilgi çekici olup, merak uyandırdığını söyleyebilirim. Ayrıca hemen her sayfasında Latince deyişlere rasgelebilirsiniz. Önemli bir hatırlatma olarak, okumayı kolaylaştırması ve daha yararlı bir hale getirmesi adına yanınızda bir sözlük bulundurmanız faydalı olabilir. Yazar "sanat" ve "mimari" ile alakalı bazı terimleri (s.53’de geçen “aedificium” vb) kitap içerisinde bolca kullanıyor ve sözlük bu noktada işinize yarayacaktır.

Son olarak kitabın, başrollerde 2020'nin sonlarında hayatını kaybeden Sean Connery'in de olduğu, bir film uyarlamasının da (1986) olduğunu ekleyelim. Ancak, kitabı okuduktan sonra filmini izlemenizi tavsiye ederim (tüm kitaptan uyarlanma filmler için bu yorumum geçerlidir). Can Yayınları'na, Şadan Karadeniz'e ve kitabı bizlere ulaştıran kitapyurdu ekibine çok teşekkür ediyorum.

Herkese bol kitaplı, sağlıklı günler!
Kitap hakkında naçizane fikirlerimi belirtmeden önce (ve çoğu kez yaptığım gibi) yazar hakkında birkaç karalama yapmayı, böyle eserlerin tercih edilip edilmemesi noktasında önemli olduğu kanaatinde olduğumdan, gerekli görüyorum. Bu noktada son derece şanslı olduğumuzu hemen belirtmeliyim; çünkü Elmar Schwertheim bir Antik Çağ tarihçisi olduğu kadar aynı zamanda Münster Üniversitesi “Küçük Asya Araştırma Merkezi"nde de bir dönem başkanlık yapmış, Küçük Asya epigrafisine hâkim ve bizzat sahada çalışmalar yürütmüş önemli bir araştırmacıdır.

Kitaba gelecek olursak; “Önsöz” ve “Dizin” de dahil olmak üzere 13 bölümden oluştuğunu söyleyebileceğimiz bu minik kitabımız, hacmine nazaran çok ciddi ve geniş konuları 128 sayfaya sığdırabilmeyi başarmıştır. Elbette bu kitabın bir giriş kitabı olarak nitelendirilmesi gerektiğini hatırlatmalıyım. Aksi halde; yalnızca “Hitit” yahut “Roma” dönemlerinin bile onlarca ciltlik çalışmaların konusu olduğu unutulmamalıdır. Kitap, ilk yerleşmelerin göründüğü MÖ 10.000’li yıllardan başlayıp, Constantinus’a kadar belli başlı olaylar nezdinde ilerleyen bir konu bütünlüğüne sahiptir. Elbette tamamen olaylar yığınından ibaret değildir ki bence kitabın en büyük artılarından biri de kesinlikle budur. Yer yer kültürel ve toplumsal anlatıların yanında yazarın kişisel yorumları da kitabı daha yararlı bir hâle getirmiştir. Tüm bunların (çok olmamak kaydıyla) arkeolojik materyal ve harita ile desteklendiğini de söyleyebilirim.

Genel olarak kitabı son derece başarılı bulduğumu itiraf etmeliyim. Özellikle içinde yaşadığımız coğrafyayı düşünecek olursak bence hemen hepimizin, aslında en çokta bizi ilgilendiren, bu küçük kitabı okumasını şiddetle tavsiye ederim. Elbette kitabı bu denli başarılı bulmamızın bir nedeni de çevirmen “Hülya Yavuz Akçay”ın temiz ve akıcı çevirisidir, teşekkür ederiz emeği için. Kitabın aslen Almanya’nın önemli yayın gruplarından biri olan “Verlag”dan 2005 ve 2011’de yani iki kez neşredildiğini de hatırlatalım. Dolayısıyla elinizdeki kitabı telifi geçmiş ve yaklaşık 100 yıl önce yayınlanmış kitaplar ile karıştırmamak gerek, görece güncel olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle inceleme konusu benzer olan bu tip kitapların (tarih, antropoloji, arkeoloji vb) güncelliği son derece önemli bir konudur; hemen her sene bulunan yeni maddi kültür ögeleri daha önceden doğru olarak varsaydığımız birçok meselenin yeniden ele alınmasını zorunlu hâle getirebiliyor. Son olarak Runik Kitap’a ve tüm ekibe de teşekkürlerimi sunmak istiyorum, çok kısa sürede harika işler yaptınız!

Herkese bol kitaplı, sağlıklı günler!


Kitap hakkında birkaç söz söylemezden önce, içinde yaşadığımız Dünya’nın küresel ve iklimsel anlamda birçok sıkıntı yaşadığını herhalde bilmeyen yoktur. Hemen her gün sosyal medya yahut ulusal medya kanallarında, ama çok ama az, “kuraklık”, “sel”, “obruk” yahut “aşırı sıcaklar”dan söz edildiğine şahit olmuşuzdur. Bu kitabın, bu tip kavramların içini doldurması ve kolektif bir bilinç kazandırması noktasında önemli bir yere sahip olabileceğini düşünüyorum. Evet birçoğumuz konu hakkında birçok, doğru ya da yanlış, fikre sahip fakat bu kitapta işin aslını, geçmişi ve geleceği ile görmek mümkün.

Genel olarak kitaba geçecek olursak; giriş ve dizin dahil olmak üzere toplamda 10 bölüm bulunmaktadır. Kitap konu bütünlüğünü görece düşük bir sayfa sayısı ile son derece güzel bir şekilde özetlemek ile kalmamış aynı zamanda atıfta bulunduğu kaynaklar ve tavsiyeler ile güncel bilgilere ulaşmanızı sağlayacak şekilde hazırlanmıştır. İklim tarihi, değişimler, felaketler, salgınların iklim ile ilişkisi, siyasi buhranların iklim ile alakası (bkz. Suriye İç Savaşı) bunların sonuçları, küresel ısınma, kamuoyu tartışmaları ve olası çözüm tahminleri sıralı bir şekilde sunulmuştur.

Kitabı okuduktan sonra bu kitabı hemen herkesin okuması gerektiğini düşündüğümü ifade etmeliyim. Özellikle Akdeniz çevresinde yaşayan ülkelerin kısa süre içerisinde küresel ısınmanın yahut iklim değişimlerinin yıkıcı etkisine maruz kalacağını (çoktan başladı bile!) düşünürsek gündelik saçmalıkları bir kenara bırakarak önlem almaya başlamamız gerektiği apaçıktır. Ayrıca son derece trajikomik bir durum olarak; Sanayi Devrimi ve insan kaynaklı zararlı gazların salınımını başlatan gelişmiş ülkeler bu değişime önayak olurken, bu değişimin en yıkıcı olarak yaşanacağı (ve yaşandığı) yerlerin gelişmemiş yahut gelişmekte olan ülkeler ve orada yaşayan insanlar olması/olacak olması son derece büyük bir haksızlıktır. Hatta ve hatta Kuzey ülkeleri (Kanada vb.) bu durumdan bir miktar kâr bile sağlayabilecekken (elbette uzun vadede böyle bir şey söz konusu olamaz!), Rahmstorf ve Schellnhuber’a göre gelişmemiş coğrafyalarda yaşayan insanlar bu yıkıcı değişimin sonuçlarını hayatlarıyla ödeyecektir. Ayrıca küresel ısınmayı terazinin bir tarafı olarak düşünecek olursak, bu terazinin diğer kısmında da ekonomi ya da kazanç olduğunu unutmamamız gerek.

Son olarak; kitabın son derece güncel olduğunu (ilk baskısı 2006, ikinci baskı 2018) hatırlatmam gerek. Bu güncel sorunları ve gelişmeleri takip edebilmek adına son derece önemlidir. Kitabın içeriği ve kapsamı dolayısıyla (doğal olarak) bir miktar teknik terim barındırıyor eğer aşina değilseniz terimleri notlayarak okumanızı tavsiye ederim. Çevirisini ben beğendim. Runik Kitap’a yayıncılık faaliyeti için çok teşekkür ederiz, gerçekten harika ve güncel işler yapıyorlar.

Herkese bol kitaplı sağlıklı günler!
02.06.2021

Emre Poyraz'a bu güzel eseri çevirdiği için teşekkür eder, diğer çalışmalarını dört gözle beklediğimizi buradan duyurmak isterim. Okumaktan gerçekten çok büyük keyif aldım. Kesinlikle tavsiye ediyorum. Pinhan'ın "Yunan Klasikleri" serisi çok başarılı.