Toplam yorum: 3.081.289
Bu ayki yorum: 967

E-Dergi

KY-213628 Tarafından Yapılan Yorumlar

21.04.2006

Bu roman, üzerinde kolaylıkla konuşmaya her türlü direnci gösterecek bir niteliktedir. Roman, alışageldiğimiz roman kalıplarına sığmıyor ve tanımlanmaya, kategorileştirilmeye en baştan kendini kapatıyor. Okuyucu için böyle bir durum, ne denli yorucu olursa olsun, bu, aynı zamanda birden fazla okumayı da mümkün kıldığından, bir imkân da sayılabilir. Nitekim yazar da, poetikasını açıklarken, şiirle ilgili iki okumadan söz edilebileceğini anlatmaya çalışır. İlki, “anlamın” şairde gizli olduğudur. Burada şairin dünya görüşünün bilinmesi gerekir ki, imge veya nesnelere yüklediği anlamı çözebilelim. Diğeri, “anlamın” şiirde gizli olduğu anlayışında ise, “şiirin bahanesi” ne olursa olsun, bu bahane şaire mahsustur. Önemli olan, şiirin içerdiği aşkın, okuyana kendini açması veya okuyucunun onu bulmasıdır. Bu bahane saçma olabilir ve şair de bilinçli olarak onu kastetmemiş olabilir. Ancak okuyucuya ulaşılması gereken mesaj, “bir şekilde” ulaştırılmış olmaktadır. Gerçi Kapkıner, şairin, saçma da olsa bu imgeyi dile getirmede icbar altında olduğunu ifade etmektedir. Şair, el yordamıyla, bilinçsiz bir refleksle, şifa arayan dertliye “bir şekilde” derman olmuştur.
Bütün bu izahı yapmamızın sebebi, Kapkıner’in romanının da, şiiriyle birlikte düşünülmesi gerektiğini vurgulamak ve şiir için söylediklerinin, romanına da uyarlanma imkânını tartışmaktır. Kapkıner’in şiirine aşina olanların, İblisin Son Savunması’nı okurken pek yabancısı olmadıkları bir üslupla karşılaşacaklarını tahmin etmek güç değil. Bunun romana ayrı bir lezzet kattığı bir gerçek. Ayrıca şiirinde kullandığı bazı imgelerin romanın satır aralarına sindiği, dikkatli bir okuyucu tarafından kolayca farkedilir. Aynı zamanda, hayatına şahitlik edenlerin de, yine bu hayattan kesitler bulacağı da muhakkak. O halde bu romanı okumaya tabi tutarken, onun poetikasında belirttiği yollardan hangisini izleyeceğiz veya hangi anlayışı tercih edeceğiz? Hayatından ve şiirinden izler taşıdığını söylediğimize göre, romanı okurken bu her iki öğeyi de bir kere göz önünde bulundurmayı salık veriyoruz demektir. Ama aynı zamanda, kendisinin “halis şiir” olarak kabul ettiği ve müşterisi olduğunu söylediği şiirde olduğu gibi, romanda, yazarın niyetini kavramaya çalışmak yerine, yapacağımız şey, “yaz(dır)ılanın” bizim hangi derdimize derman olduğunu anlamaya çalışmaktır. Böylece anlamı metinde aramamız hasebiyle, bir çok okumanın imkânına sahip bulunmaktayız. Biz de bu imkân dahilinde, bir okuyucu olarak nasıl bir okumayı tercih ettiğimizi ve bu okuma sonucunda algılamalarımızı neyin yönlendirdiğini dile getirmeye çalışacağız.
Her ne kadar yazar, hem özne hem de nesne konumundaki romanında bir ‘izleğin’, bir ‘mesajın’, dolayısıyla da bir ‘anlamın’ olmadığını ‘sözcükten adamlar’ına söyletiyorsa da, bizzat bu vurgunun kendisinin bir mesaj olduğu ve bir anlama işaret ettiği de söylenebilir. Eğer böyle bir anlam varsa, yazarın yüklediği bu mesaj ile bizim anladığımız şey arasında bir tekabuliyetin olduğu iddia edilemese de, salt metnin bir anlam olduğunu zaten yukarıda ifade ettik. Bu ise bizi, ‘o halde sizce o anlam nedir?’ sorusuna muhatap kılacaktır.
Roman, sonuna gelininceye dek farklı kahramanlar ve bunlar arasında geçen diyalogların var olduğu izlenimini vermeye çalışmaktadır. Oysa bitirip kitabı bir kenara koyduğunuzda, aslında konuşan, konuşan da değil, ‘fısıldayan’ tek bir kahramanın olduğunu anlıyorsunuz. Diyalog değil, konuşma da değil, sadece fısıldamadan ibaret bütün kitap. Yazar, olayı çok da gizlemiyor aslında. Bir kere romanın adı “İblisin Son Savunması”. İblis, yani şeytan. Sonra şeytanın ise en belirgin özelliğinin ‘vesvese’ olduğunu bilmekteyiz. Vesvese, bir iç karışıklık, bir kuruntu halidir. Bu durumda, iblisin savunmasının yapıldığı bir roman da, onun tarzı üzerinden kurgulanmalıydı. Romanın bu anlamda üslubuyla tutarlı bir kurguya sahip olduğunu kabul etmek gerekiyor.
Bir başka vurgulanacak nokta ise, ilk kez iblisin diliyle, onun tarzında ve onun bakış açısıyla, onun konu edinmesidir. Bilindiği gibi, genel kabul görmüş hemen bütün dinler ve ayrıca kültürlerde, “ötekileştirilmiş” bir şeytan figürü mevcuttur. Şeytana ilişkin bir inancın varlığı, ekseriyetle bütün kötülüklerin kaynağı ve müsebbibi olarak şeytanı göstermektedir. Kendi iradelerinin sınırları içerisinde yer alabilecek bir davranış, “kötü” addedildiği ölçüde şeytana mal edilmektedir. Oysa kitabın (ve Kitab’ın) da gösterdiği gibi, aslında şeytanın irade üzerindeki tesiri cüzidir ve eğer insan iradesini bertaraf edecek denli bir tesire sahip olsaydı, o zaman insan için “ödül ve ceza”dan söz edilemezdi. Şeytanın yaptığı şey bir “iç karışıklık, bir kuruntu hali” oluşturmak ve asıl bu noktada insan iradesinin devreye girmesini sağlamaktır. “Zatî” olarak “iyi” olduğu gibi bir anlayış sergilemiyoruz ancak, sonuç itibariyle, insanın “yücelmesi ve alçalması” aşamasında bir işlevi üstlendiği söylenebilir. Dolayısıyla da insanın, beşeriyet içerisindeki en üstün konuma erişebilmesinde de “rahmete vesile olma hali” söz konusudur.
Sanırım Kapkıner de, “o kadar da insafsızlık etmeyin, bir de onu dinleyelim” demeye getirerek şeytanın gözünde insanı “ötekileştirmek” yoluyla bu bakış açısını tersinden irdeliyor. Böylece şeytanın gözüyle bakıldığında olayın farklı bir boyut kazandığını gösteriyor. Bu durumda, şeytanın işinin vesvese olduğu ve kendi kabahatlerimizi de ona yükleme eğilimimiz düşünüldüğünde, “İblisin Son Savunması”, içerik ve üslup açısından üzerine düşeni yapmış görünmektedir. Eserin, bu anlamda, bir romanı “özgün” kılan en temel özelliği yakaladığı söylenebilir.
20.04.2006

murat kapkıner'in şiir veya romanlarından okumamamış olanlar, bu "poetika"yı okumamalıdır. ama hemen yanlış anlaşılmasın. bunu sadece onları okumaya yönlendirmek maksadıyla söylüyorum. çünkü kapkıner, kendi şiirinden hareketle "şiir üzerine birşeyler söylemek"tedir. ama kendi şiirinden hareketle "evrensel" nitelikte tespitlere varıyor. zira onun şiiri ya da onun "şiir" dediği, "aynı kaynaktan" besleniyor ve dolayısıyla evrensel bir nitelik taşıyor. neyse, siz yine de, bu kitap ile beraber onun şiirlerinden ve romanlarından da bir kaçını alın ve üçlü bir okumaya tabi tutun. bunu yapmışlar ise kusura bakmasın.
20.04.2006

ali akay'ın "postmodernizm"ini, perry anderson'un "postmodernitenin kökenleri" adlı kitabı ile beraber okunması gereken bir kitaptır. çünkü hem postmodernizmin doğuşunu aynı süreç ve argümanlarla anlatıyor, hem de büyük ölçüde Anderson'un izleğinde bir işleyişi yansıtmaktadır. hacim olarak küçük, ama postmodernizm hakkında genel bir fikir sahibi olmak için okunabilecek bir kitap.
20.04.2006

bu kitap, aslında Jameson'un "postmodernizm" kitabına bir giriş olarak kaleme alınmış, ve ancak (gerçekten de) müstakil bir kitap halinde basılmayı hak ettiğinden, ayrıca basılmıştır. ve bu nedenle de kitap her ne kadar postmodernizmin ya da başka bir ifade ile "postmodern" kavramının serüvenini ve kitabın yazıldığı döneme kadarki evrilişini konu ediniyor gibi görünse de aslında bu kitabın ekseninde "Jameson" bulunmaktadır. Anderson, kendisi de postmoderniz hakkında önemli açılımlar sergilemesine karşın, yine de bu kitapta bir jameson güzellemesi ile karşı karşıya bırakmakradır bizi. burada, bugüne kadar postmodernizm hakkında en derli toplu ve kapsayıcı teorinin jameson tarafından dile getirildiği iddiası işlenmektedir. hem postmodernizm ve hem de jameson ile ilgili anlaşılır birşeyler okumak isteyenlere tavsiye edilebilir.
20.04.2006

nietzsche, modern düşünce evresinin bir anlamda kırılma noktasıdır. ve zaten postmodernizm de varlığını bu kırılma üzerinde inşa etmiştir. postmodernizmin iz sürümünde adına rastlanacak hemen bütün teorisyenler, bir şekilde nietzsche'ye göndermede bulunmakta veya bulunma zorunluluğunda görülmektedir. bu, kitap, bu nedenle bu bağlantıyı ya da bu göndermelerin izini sürmektedir. konuya ilgi duyanlar için küçük ama kaynak niteliğindedir. tavsiye olunur...