Toplam yorum: 3.077.822
Bu ayki yorum: 4.700

E-Dergi

deryamustafa Tarafından Yapılan Yorumlar

11.11.2006

Buket Uzuner'in 1979-87 yılları arasında Norveç, İsveç, Finlandiya, Danimarka, ABD ve Cezayir'de yaptığı uzun-kısa seyahatlerini anlattığı kitabı, aynı zamanda bir anı niteliğinde.

Norveç'e üniversite öğrenimi için giden yazar, tabii yerinde duramıyor ve sık sık özellikle Danimarka, İsveç ve Finlandiya'ya gidiyor. Maddi imkanları ölçüsünde de genellikle trenle seyahat ediyor, kaldığı yerlerde kısa süreli işlerde çalışıyor. Bu sırada, dünyanın her yerinden bir çok arkadaş ediniyor. Bu ona, hem bu coğrafyaları hem de bu coğrafyaların oluşturduğu toplumları ve bireyleri tanımasını sağlıyor.

Yazarın anlatımı kendisi gibi cıvıl cıvıl. Sürekli hareket eden, anlamaya ve tanımaya çalışan, sürekli merak eden 20'lerinde bir genci tanımış olacaksınız. Ve bu yaşta bu kadar yeri gören, gezen ve yaşayan bu insana imreneceksiniz.

Yazarın yazdıkları arasından ben şu noktaları çıkardım:

a- İskandinavyalılar-Kuzeyliler arasında siyah saçlı-kara kafa dedikleri esmer tenli Ortadoğulular'a karşı müthiş bir önyargı bulunmakta. Buna rağmen her türlü toplumda açık görüşlü, iyiniyetli ve insan sevgisine sahip insanlar bulunabilmekte.
b- İskandinavyalılar'ın biz Ortadoğulu-Akdenizli'lere karşı nasıl olumsuz bir önyargısı varsa,aslında bizim de diğer milletlere karşı önyargılarımız var. Örneğin yazar, Cezayir'de bir Türk'le konuşmaktan dolayı çok sevinen, kendisine hiç karşılıksız yakınlık gösteren sıradan insanlardan bahsediyor ve daha önceden bu ülke hakkındaki yanlış düşüncelerinden dolayı üzülüyor.
c- Mümkün olduğu kadar başka coğrafyaları görmek-gezmek ve oranın insanlarını önyargısız bir şekilde anlamak gerekmekte. Bu şekilde insan dünyaya çok daha geniş bir açıdan bakabilmekte.

Kitabı bir çırpıda bitireceğinizi düşünüyorum
09.11.2006

Daha önce "Şehir ve İnsan" adlı kitabı ile 1998 yılında Türkiye Yazarlar Birliği tarafından Gezi dalında ödül alan yazar, aslen bir Öğretim Görevlisi.

Bu kitabında, Türkiye, Balkanlar, Avrupa ve Kafkaslar'da yaptığı seyahatlerden anılar var. En çarpıcı bilgi ve hatıralar Balkan ülkelerinin anlatıldığı sayfalarda. Özellikle, Bulgaristan, Bosna-Hersek ve Kosova gezileri oldukça detaylı bilgilerle dolu. Buralara seyahat etmek isteyen kişiler için faydalı olacaktır. Özellikle de Türkçe gezi kitaplarında hemen hemen hiç bahsedilmeyen Priştine, Prizren, Gostivar gibi eski Osmanlı şehirleri ile ilgileniyorsanız, bu kitabı okumanız gerekli.

Bunun dışında yazar, hemen hemen her gittiği şehirle ilgili olarak, orasıyla ilgili bir şiir alıntılamış veya Evliya Çelebi'den aktarmalar yapmış. Ancak, bazı yerlerde bu alıntılar gereksiz olmuş.

04.11.2006

İstanbul'dan yola çıkan bir otobüsle toplam 1.5 ay süren bir Doğu ülkeleri macerası.
İlk durak İran. Tamamen gri ve siyahlarla kaplı bir ülke. Ancak kadını-erkeğiyle aynı zamanda cıvıl cıvıl bir ülke.
İkinci durak ise zamanın da ötesinde bir ülke, Pakistan. Aynı zamanda fakirliğin, sefaletin ve uyuşturucunun tamamen hakim olduğu bir manzara. Gümrüklerde çoğu zaman sebepsizce geçirilen saatler, sıkı kontroller vs.
Üçüncü durak, Hindistan. Binlerce tanrılı, yüzlerce farklı dilli bir ülke. Tam bir cümbüş. Yılın her günü, ülkenin mutlaka bir yerinde bayram. Ülkenin her yerinde her gün bir tanrıyı veya kutsal bir günü anmak için toplanan binlerce Hindu. Sefalet, ter-ölü kokuları, lağım ve pislik kokularının arasında som altından yapılan tanrı heykelleri. Hindistan'ın ve dünyanın en muhteşem eselerinden birisi: "Taç Mahal". Ardından kutsal Ganj kıyıları ve içinde aynı anda yıkanan binlerce Hindu.
En son durak ise, 1968 kuşağıyla tanınmaya başlayan Katmandu. Yine sefalet, fakirlik, kargaşa ve mistisizm. Son olarak da uçakla dönüş. Yazar aynı yolu bir daha otobüsle dönmeyi göze alamadığı için uçağa canını zor atmış gibi gözüküyor.
Kitaba ilişkin getirebileceğim olumlu-olumsuz eleştiriler şunlar olabilir: 1- 1.5 aylık bir seyahate nisbeten kitabın hacmi çok az tutulmuş. Örneğin;otobüsle koskoca bir İran geçiliyor, bir çok şehirden geçiliyor. Ancak İran'a ayrılan bölüm çok kısıtlı. 2- Anlatım akıcı, sıkılmıyorsunuz. 3- Özellikle bir bayanın oldukça zor, tehlikeli ve yorucu bir maceraya atılması; gençlerimiz için teşvik edici olmalı. O uzak diyarları başkalarının ağzından değil, kendi insanımızın ağzından dinlemek daha anlamlı.
01.11.2006

Lübnan'da doğan ve 20'li yaşlarda Fransa'ya taşınan ve eserlerini Fransızca yazan bir aydının; kimlik, kimlik seçimi ve bu arada yaşanılan çelişkiler üzerine kaleme aldığı düşünceleri.

Deneme niteliğindeki bu kitap, bence gayet önemli. Tarihi kitapları kadar okunmayı hakediyor. Zira, biz Türkler için de altı çizilecek ve üzerinde düşünülecek bir çok satır var. Örneğin ilk olarak şu satırlar verilebilir. (sayfa 69): " Çeşitli halklar karşı karşıya kaldıkları felaketlerin sorumluluklarını birbirlerinin üzerlerine atmaya başladılar. Araplar ilerleyememişse, bu elbette ki onları hareketsizliğe mahkum eden Türk hakimiyeti yüzündendi; Türkler'in ilerleyememesinin nedeniyse, yüzyıllardır Arap sultası altında kalmalarıydı. Milliyetçiliğin birinci erdemi her sorun için bir çözümden çok bir sorumlu bulmak değil midir? Böylece Araplar yeniden doğuşlarının nihayet başlayacağı inancıyla Türk boyunduruğunu silkeleyip attılar; bu arada Türkler de Avrupa'ya daha az ayakbağıyla daha kolay katılabilmek için kültürlerini, dillerini, alfabelerini, giyim kuşamlarını Arap etkisinden kurtarma işine giriştiler."

Diğer bir örnek te şu satırlar olabilir.
( sayfa 46): " XX.yüzyıl bize hiçbir doktrinin mutlaka kendiliğinden özgürlükçü olamayacağını, hepsinin, komünizmin, liberalizmin, milliyetçiliğin, büyük dinlerden herbirinin, hatta laikliğin kontrolden çıkabileceğini, hepsinin yozlaşabileceğini, hepsinin elinin kana bulaştığını öğretmiş olacak. Hiç kimse fanatizmin tekeline sahip değil ve tam tersine hiç kimse de insanlığın tekeline sahip olamaz."

Bunun yanında yazar, kimlik arayışı olgusunu yalnızca biz Ortadoğulular için kullanmıyor tabii.Gerektiğinde Avrupalılar da Amerikalılar da kendilerini bu çağda bir azınlık veya sürgün olarak görebiliyorlar (sayfa 102): "........çağımızda herkesin kendini biraz azınlık, biraz sürgün gibi hissettiğini söylemiştim. Çünkü bütün topluluklar, bütün kültürler kendilerinden daha kuvvetliyle boy ölçüştükleri ve miraslarını bozulmadan koruyamadıkları izlenimindeler. Güney'den ve Doğu'dan bakıldığında, egemen olan Batı'dır; Paris'ten bakıldığında egemen olan Amerika olur; oysa ABD'ye doğru yol alırsanız, ne görürsünüz? Dünyanın bütün çeşitliliğini yansıtan ve hepsi de kökenlerindeki aidiyetlerini vurgulama ihtiyacı duyan azınlıklar. Siz bu azınlıkların arasında dolaşırken, iktidarın beyaz adamın elinde olduğunu, Protestan Anglo-saksonlar'ın elinde olduğunu binlerce kez işitirken,birden Oklahama City'de korkunç bir patlama olur. Sorumlular kimlerdir? Tam da, kendilerinin azınlıklar arasında en ihmal edilen ve aşağılanan gruba dahil olduklarına ve dünyalılaşmanın 'onların' Amerikası'nın çanına ot tıkadığına inanan Anglo-sakson ve Protestan beyaz adamlar............"

Sonuç olarak; Amin Maalouf sadece tarihi romanlarıyla değil bu denemesiyle de ünlü olmayı hakkediyor. Hem bunun için mensubu olduğu Arap ırkına, Arap düşünce tarzına ve Ortadoğu'luluğuna kahretmeden.....

01.11.2006

Tarihi romancılığı ile bildiğimiz yazar, bu kitabında diğer kitaplarının aksine, tarihi bir olay üzerine değil; gelecek üzerine bir kurgu oluşturmaya çalışmış.

Konusu kısaca şu: Pislik böceğinden esinlenen açgözlü Batılı ilaç firmaları, yeni geliştirdikleri ilaçlarla dünyadaki kız çocuklarının doğumunu azaltmaktadır. Bu ise, özellikle gelişmemiş Güney ülkelerinde büyük felaketlere yol açmaktadır; büyük göçler, iç savaşlar vs. İnsan neslinin devamı tehdit altındadır.

Bence, yazar tarihi romanlarda çok daha başarılı ve bu şekilde devam etmeli. Kitap kötü değil ancak fütüristik kurguları Avrupalılar/Amerikalılar daha ustalıklı beceriyorlar.