Toplam yorum: 3.078.222
Bu ayki yorum: 5.100

E-Dergi

Ali Riza Malkoç

Ali Rıza Malkoç 1965 yılında Samsun’da doğdu. Türküler Bizi Söyler 1 (2004), Türküler Bizi Söyler 2 (2005), Duygular Dillensin Diye (2006) adlı hece şiir kitabını yayınladı. Yaşam Merdiveni adlı Toplum ve Düşünce serisinden ilk kitabı Temmuz 2018 tarihinde, Yaşam Donanımları adlı Toplum ve düşünce serisinden ikinci kitabı Ağustos 2018 tarihinde, En Güzele Yürümek adlı Toplum ve Düşünce serisinden üçüncü kitabı Şubat 2019 tarihinde Hukuk Aşkı adlı dördüncü kitabı Haziran 2019 tarihinde, Güzergâh Arayışı adlı beşinci kitabı Şubat 2020 tarihinde yayınlandı. Kitap İnceleme Yazıları adlı altıncı kitabı Mart 2020 tarihinde, Nostalji Harmanı adlı yedinci kitabı, Nisan 2020 tarihinde yayınlandı. Organize Toplum adlı sekizinci kitabı, Mayıs 2020 tarihinde yayınlandı. Anadolu Ortak Aşk Medeniyeti adlı kitabı, Eylül 2020 tarihinde yayınlandı.

Ali Rıza MALKOÇ Tarafından Yapılan Yorumlar

Acayip bir evrende yaşıyoruz. Yaşamımız boyunca her şeye anlam veremesek de sahip olduklarımızla mutlu olma gayretindeyiz. Bazen niçin üzüldüğümüze bazen de karşımızdaki kişinin bize karşı takındığı olumsuz tavra bir anlam veremeyiz. Çoğunlukla aradığımızı bulamamaktan yakınırız. Bir mutlu an yakalasak da çok uzun sürmez. Tam “unumu eledim, eleğimi astım, biraz huzur bulayım” düşüncesinin avuntusuyla zaman geçirirsiniz, hastalıklar kapıyı çalar ve davranış sorunları, psikolojik rahatsızlıklarla tanışabilirsiniz.
Bu sorunları tanımlamak istersek; kaygı, korku, heyecan, kuşku, panik, endişe, öfke, tedirginlik ve güvensizlik olarak kısaca özetleyebiliriz. Bu türden bir sorunla karşılaşan insan, çoğunlukla, hastalığını kabullenmek istemez. Başkasına da anlatmaktan çekinir. “deli” yerine konulacağı endişesiyle de psikolog veya psikiyatriste danışmayı kabul etmez. Çoğunlukla ve zorlamayla yakınları tarafından hekime götürülürler. Oysaki bu durum, her insanın başından geçebilecek olağan bir haldir. Danışanlarına tedavi yöntemi uygulayan bir psikolog bile aynı sorunlarla karşılaşabilir. Bu alanda yazılmış akademik ve mesleki anı kitapları bu örneklerle doludur. Hiç vakit kaybetmeden ve endişeye kapılmadan, bu alanın uzmanına danışmak, sorunun daha da büyümeden çözüme kavuşmasını sağlayacaktır.
Yukarıda sıraladığımız sorunlar ortaya çıktığında; vücudumuzda da fizyolojik belirtilerini hissederiz. Bunlar: nabız artışı, terleme, kas gerilmesi, ağız kuruluğu, burun kanaması, göz/dudak/yüz mimiklerinde ve ses tonunda değişiklikler şeklinde kendini gösterebilir.
Bu kitap okuruna; bu tür psikolojik sorunların detaylı tanımını yaptığı gibi, kaygı ve endişeden kurtulmanın yöntemlerini de anlatmaktadır. Ayrıca insan psikolojisi hakkında detaylı bilgi edindiğimizde, karşımızdakinin olağandışı tavırları karşısında daha anlayışlı ve yapıcı davranma yeteneği kazanmış oluruz. Her olumsuzluktan, şahsi bir tavır algısı/alınganlığı yaratanlar; sorun bir iken ikiye katlamış oluyorlar. Bundan dolayıdır ki; farklı meslek sahiplerinin de davranış bilimleri alanında yeterli bilgiye sahip olmaları, mesleki verimliliği ve toplumsal kaliteyi artıracaktır.
Bu alanda pozitif enerji ve insani frekansı yakalayabilenler; evrensel bütünlük içerisinde tüm canlılarla barışık yaşama yetisine sahip olacaklardır. Hayvanların da kendi aleminde duygu ve yargıları vardır. Bir kedinin gözlerine bakarak, sevmenize izin verip vermeyeceğini kestirebilirsiniz. Kuyruk sallayan sevimli bir köpek, sizinle duygu frekanslarının uyuştuğunun sinyalini veriyordur.
216 sayfalık bu kitabın tüm psikolojik bilgi ve yöntem öğrenme taleplerinize yol gösterici, bu alanda okuyacaklarınız arasında bulunması gerekenlerden olduğunu belirtmeliyim.
Birinci bölümde; kaygının kökeni incelenmekte, beynimizin bölümlerinden amigdala ve korteksin bu süreçteki etkisinin ne olduğu açıklanmaktadır.
İkinci bölümde; amigdala kaynaklı kaygının kontrolü için öneriler sunulmaktadır.
Üçüncü bölümde ise korteks kaynaklı kaygıların kontrol süreci ve tedavi yöntemleri önerilmektedir.
Beynin devrelerinden kaynaklanan ve bu devreler tarafından sürdürülen kaygı kalıplarını değiştirmek için açık ve anlaşılır öneriler bulunmaktadır. “Görüldüğü gibi, bazı bilim insanları da dahil olmak üzere, birçok kişinin öne sürdüğünün aksine, beynimiz sabit ve değiştirilmez bir yapı değildir. Beynimizdeki yapılar sadece sahip olduğumuz genlerle değil, deneyimlerimiz, düşünce ve davranış biçimlerimizle de şekillenmiştir."(sf.19)
ABD’de 2005 yılında yapılan bir çalışmaya göre, yaklaşık kırk milyon yetişkinin psikolojik kaygı bozukluğu yaşadığı belirtilmektedir.(sf.25) Toplam nüfusa göre bu sayı, kaygı verici bir boyuttadır.
Önerdiğim bu kitap; beyninizde oluşan kaygı ve buna bağlı olumsuz duygu durumlarının keşfinde size rehberlik yapacak ve bu kaygılarla nasıl baş edeceğinizi öğretecektir.




12.01.2021

Hukuk fakultesi öğtencileri, hukuk mesleğini icra edenler ve hukukseverlerin ilgisini çekebilecek, verimli bir kitap.
Hukuki deneyim yanında, edebi sanatlar açısından okura çok şeyler katıyor.
Her varlığın; başlangıç, gelişme, eskime/yaşlanma vb. süreçlerden sonra yok olmaya doğru yol aldığını gözlemlemekteyiz. Bu duruma insanın ölümlü olması, bitkiler ve hayvanlar dünyasının canlılık süreci, eşyaların ve diğer maddelerin eskiyip fosilleşmesiyle tanık olabiliyoruz.
Üzerinde yaşam sürdüğümüz dünya ve diğer gezegenler de birer varlık. Big Bang (büyük patlama) teorisiyle, milyarlarca yıl önce oluştuğu konusunda hipotezler geliştirilen evrenin de diğer varlıklar gibi belirli bir sona doğru gittiği kabul edilmektedir.
Bizim irademiz ve iktidarımız dışında oluşan, iklim değişikliği de bir nevi evrenin yaşlanmasına, diğer varlıklar gibi yok olma ve yıkıma doğru yol alması olarak yorumlanabilir bence.
Deneyimli iki iklimsel etkiler uzmanı; bu kitapta, dünyamızı ve tüm insanlığı tehdit eden, iklim değişikliği ve küresel ısınmayı gündemlerine alarak, derinlemesine yorumlamışlar.
Önce gözleme dayalı teşhis, neden/niçin/ne yapabiliriz sorularının tahmini çözümlemesi ve sorunları nasıl çözebiliriz konusunda metodolojik öneriler sunmuşlar. 162 sayfalık kitabın çok iyi anlaşılması için, bu alanda daha önce edinilmiş bir birikim gerekiyor.
İklim değişikliği ve küresel ısınma; ekosistem, göçmen kuşlar, mevsimler, ısı değişiklikleri, yağmur, sel, kuraklık, tarımsal üretim, içme suyu, bitki örtüsü, hava, beslenme, sağlık ve hastalık gibi sorunlarla karşımıza çıkmaktadır.
Petrol ürünüyle çalışan araçlar, fabrikalardan çıkan duman/ gazlar ve diğer çevresel kirlilik yaratan olumsuz etkenler, iklim değişikliğini tetiklese de bizim ihmal ve irademizin dışında gelişen kozmik olayların var olduğu da belirtilmektedir.
Biz insanlara düşen; tasarruflu ve doğal bir yaşamı desteklemek, ekosisteme zarar verebilecek eylemlerden kaçınmak olacaktır. Devlet/ler eliyle alınacak önlemler elbette vardır.
Olağanüstü kirlilik oluşturan olumsuz etkenler karşısında devlet; idari, ekonomik ve hukuki yaptırımlar uygulayabilir. Fakat bu kozmik kirlenmeye karşı alınacak önlemler, bireysel çabalarımızla desteklenmelidir.
Bu tür kitapları yalnızca bilim insanları, ilgili kurumlar, devleti yönetenlerin okuması yeterli değildir.
Ekolojik yaşam modelinin toplumda karşılık bulabilmesi için bireysel ölçekte gündemde tutulması, konferans, panel ve diğer etkinliklerle yaygınlaştırılması gerekir.
Deprem olunca sağlam bina, sel olunca su kanalı, kuraklık olunca su deposu aklımıza geliyorsa; bir bilinç ve öngörü eksikliği olduğu kabul edilmelidir.
Dönüp dolaşıp sözü “adalete” getiriyoruz. Demek ki birey ve toplum olarak; diğer çaba, eylem, niyet ve beklentilerimizi adalet terazisi ile tarttığımızda, iç açıcı verimli bir fotoğraf göremiyoruz.
“Her sanık, hüküm kesinleşinceye kadar masumdur”; “Suç bireyseldir”; “Şüpheden sanık yararlanır”; “Suçlar, işlendiği zamanki kanunlara göre cezalandırılır, geriye doğru işletilemez”;
“Suç ve ceza kanuni ve aleni olmak zorundadır”; “Erkler ayrılığı, silahların eşitliği, adil yargılanma varsa hukukun üstünlüğünden söz edilebilir”; “İddia eden, geçerli delil ve ispatla yükümlüdür”;
“Yasal olarak suç sayılmayan her şey serbesttir” gibi temel hukuki ilkeler bile günümüzde tartışma konusu olabildiğinden; adalet kavramını toplumca özümsemeye ihtiyacımız vardır.
Basiret, nezaket, cesaret, bilgelik var fakat “adalet” yoksa diğer erdemlerin tamamını toplasanız yine kusurludur. Adil bir hüküm, her zaman toplumsal fayda içermeyebilir. Bir kişinin hak ve özgürlüğü bile, toplumsal fayda uğruna feda edilemez.
Kitabın 51-52. sayfalarında da belirtildiği gibi, Martin Luther’in, “Dünyanın sonunun gelmesi pahasına da olsa, adalet gerçekleşsin” sözü, adaletin ekseni, özü ve ölçüsünün nasıl olması gerektiğini ortaya koymaktadır.
Günümüzde barışın güvencesi; savaş ve askeri güç gibi görünse de, adaletin bunun yerini alması zorunlu hale gelmiştir. Adaletin garantör gücü de uluslararası kamuoyudur. Pozitif hukuk, hukuki realizmden beslenirse bu süreç hızlanır. Hukuk adalet doğurmalı, adalet de; hakkaniyet, özgürlük, eşitlik, gerçeklik, yansızlık ve meşruiyete hizmet etmelidir.
Şuna kanaat getirdim ki; hukuk felsefesi ve adalet psikolojisi, mantık öğretisinden yeterince ders almadan, meşruiyetten beslenmeyen hakkaniyetli bir yargıya ulaşmak mümkün değildir. İşte “Adalet – Felsefi Bir Giriş” adlı kitap da bizi bu olumlu yöne doğru zorluyor.
Siyaset felsefesi araştırmaları yapan Alman Profesör, Otfried Höffe, 126 sayfalık bu kitabında küresel adalet için ipuçları veriyor.

10.12.2020

Prof. Dr. Fuat Sezgin ve Bilim Aşkı

Öyle bir aşk ki bu, sabırla ve demlenerek olgunlaşmış, devamında coşkuya sonra seri üretime dönüşmüş bir duygu. İki kişi arasında kalan bir bireysel aşk olarak kalmamış yani.