Sosyolojik, tarihsel ve politik inceleme/yorum ve tespitler içeren bu kitap;383 sayfa olup 4. baskısını yapmıştır. 9 bölüm halinde, Göktürkler ’den, Türkiye Cumhuriyeti’ne kadar geçen süreci, sebep-sonuç ilişkilerini irdelemiştir.
Daha önceleri; farklı zaman ve coğrafi bölgelerde yaşanan, etnik kimlik ve inançlardan kaynaklanan, insan hakları ihlalleri konusunda eserler okumuştum. Türklerin de maruz kaldığı haksızlıkları konu edinen eserleri okusam da bu kadar detaylı, derli-toplu ve güncel yorumlarla desteklenen bir çalışmayla karşılaşmamıştım. Bu arada, Selenge Yayınları’nın kurucusu ve Türk Tarihi kitaplarının yazarı; Merhum D. Ahsen Batur (1954-2022) hakkında, kitapta kısa da olsa bir özgeçmiş bilgisinin olmamasını, bir noksanlık olarak görüyorum.
Okuduğum ve incelemeye değer bulduğum bu kitap; yoğun bir şekilde Türklerin geçmişinden ve sorunlarından bahsettiği için; ilk anda önyargılı olarak, “üstün ırk yaratma çabası, ırkçılık söylemi” gibi algılanabilir. Bazı anlatımlara, duygular karışmış olabilir, yanlış/noksan bilgi aktarımı da olabilir. Fakat genel bir çerçeveyle gözlemlediğimizde; gözden kaçırdığımız, görmezlikten geldiğimiz, fark edemediğimiz nice sorunlar olduğunu göreceğiz.
Bireysel, grupsal, toplumsal ve küresel; sorun/ayrışma/çekişme/çatışma ve vuruşmaların ana kaynağı; kelimeler, kavramlar ve ortak değerlerin ölçüsünü ve dengesini tutturamamaktan kaynaklanmaktadır. Bilinç farklılıkları, zihinlerde oluşan enerjilerin çarpışmasından; kanlı savaşlara kadar varan bir kaos ortamını tetiklemektedir. Bu inanç ve düşünce farklılıkları; koca evrende, birlikte yaşam alanlarını daraltmakta ve kıyasıya bir mücadele ortamı yaratmaktadır. İlk etapta hatırımıza; Moğol İstilası, Haçlı Seferleri, Kerbela Vakası ve diğer savaşlar/ihtilaller/ayaklanmalar gelmektedir. En büyük algı ve mantık hatalarımız; elma ile armutların aynı kefeye koyulması, tuz ile şekerin karıştırılması, baskül ile altın tartılması, inançla aklın karşı karşıya getirilmesi, bilimin din ile açıklanması, elekle su taşınmasına benzer çelişkiler ve gereksiz sentezlerden doğmaktadır.
İnanç, kültürel kimlik, coğrafik aidiyet, soy bağı; farklı farklı değer ve anlam ifade etmektedirler. Dayanışma içerisinde olabilirler fakat karıştırıp tek parça yapılmaları; yaradılışa, doğal gerçekliğe ve insanın beklentilerine aykırıdır. Sayfa 342’de anlatıldığı gibi; “Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık; sonra da birbirinizi tanıyasınız diye sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, en ziyade takvâ sahibi olanınızdır. Allah ise her şeyi bilir, her şeyden haberdardır. K.K. Hücûrat Süresi 13. Ayet) kutsal beyanı da inancın ve soy kimliğinin ayrı ayrı karşılık bulmasının gereğini açıklamaktadır. Bütün Türklerin aynı dini inanca, aynı mezhep anlayışıyla bağlanma zorunluluğu yoktur. Aynı dine inananların da hepsinin aynı etnik soydan olması beklenemez. Bir ateist de inanmadığı için, coğrafik/kültürel ve etnik kimliğinden dışlanamaz. Yaratan ile doğuran özneler farklıdır. Uygulayan ile seçen farklıdır. Eğiten ve öğreten unsurlar farklıdır. Kendi kimliklerimizi koruyarak biz, irademiz, tercihlerimiz ve eylemlerimizden sorumluyuz.
Yazar eserinde; Göktürkler’ den sonra “Türk” kelimesinin kullanılmadığını, Osmanlı’nın son dönemlerinde “Jöntürkler” olarak sürgünden geri döndüğünü belirtmektedir. Çok uluslu Osmanlı Devleti’nin dağılış ve yıkılış sürecinde, her topluluk kendi başının çaresine bakınca, Anadolu’da kalanların, kurtuluş mücadelesinden sonra kurduğu Cumhuriyet ile birlikte Türk olmanın ön plana çıktığı vurgulanmaktadır.
İnanç ve sözde dini gereklilik uğruna, Türk kimliğini/ milli değerlerini/ gelenek ve göreneklerini gereksiz görenlerin; Arap kültürünü ön plana çıkarmaları, İngiliz Muhipler Cemiyeti ve Amerikan mandacılığına taraftar olmaları; mantıksızlık, tutarsızlık, akılsızlık ve bir tür ihanet olmuyor mu? Demokrasi, Laiklik ve hukuk devleti düzleminde; anayasal yurttaşlık bağıyla aynı vatan topraklarını kendine yurt edinmiş bireylerin; diğer kimlikleri de önemlidir/gereklidir/ değerlidir fakat ayrışmaya ve vuruşmaya neden olacak nitelikle, ön plana çıkarılması, bütünlük açısından sakıncalıdır. Ayrıca bir inanç veya ideoloji öğretisi; kültürel ve etnik bir kimliği ön plana çıkararak yürümeyi uygun bulmayabilir fakat bünyesine katıp eritmesi/yok sayması da uygun değildir.
500 Yıl önce İspanya’dan göçe zorlanan Sefarad Yahudilerine kucak Açan Osmanlı, bünyesinde aynı zamanda; Müslüman ve Hıristiyan toplumları da barındırıyordu. Bu birliktelik; gelişen bilimsel, siyasal, teknolojik ve sosyolojik ilerlemeler karşısında, mukavemet ve dayanışmasını sürdürebilseydi, Osmanlı Devleti, dünyanın en güçlü, en gelişmiş, en adil, en örnek alınacak ülkesi olurdu.
30. sayfada, Rus tarihçi Lev Gumilev’den yapılan; “Türkler köle edilecek, hafife alınacak bir millet değildir.” cümlesi her ne kadar bir özgüven aşılasa da, tarihsel gerçekler ve kitabın adının “1200 yıllık sürgün” ile hazin serüvenlerden bahsetmesi, bu özgüven ile çelişiyor. 281. sayfada, Celali(öfkeliler) isyanlarının da, bu tür kimlikleri yok sayma girişimlerine tepki olarak çıktığını anlatmaktadır. Lozan Anlaşması’ndan sonra mübadele döneminde, Anadolu’daki Hıristiyan Türklerin ve Rumların; Yunanistan’daki Müslüman Türklerle mübadele yoluyla anayurtlarından edilmesi de insanın doğasına aykırı, savaş ve kargaşa şartlarında aceleden alınmış hatalı bir karardır. Vatana olan bağlılık ve aidiyette; inanç ve etnik kimlik unsurları arasında bir ayrım yapılmamalıydı.
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: “Tanışıp, kaynaşasınız diye sizleri kavim kavim yarattık” ilahi mesajı ışığında da değerlendirecek olursak; “Müslüman değilse Türk değildir, her Türk Müslümandır” reddiyesi yanlıştır, tutarsızdır. “Türk ise başka bir aidiyete, inanca, kimliğe ihtiyacı yoktur” mantığı ve özgüveni hatalıdır. “Türk’ün Türk’ ten başka dostu yoktur” karamsarlığı gereksizdir. “Mutluluğun kaynağını, yeterliliğini, Türk olmaya bağlamak” noksan bir önermedir. “Osmanlı torunu” tarihsel coşkusuyla, kavim kimliğinin, etnik aidiyetlerin yok sayılması hayallere teslim olmaktır. Dört yanlış bir doğruyu götürdüğü gibi, kırk yanlışın toplamından da bir doğru çıkmıyor maalesef. Fakat okuduğumuz/gördüğümüz/gözlemlediğimiz yanlışlar, doğruları bulmamıza kılavuzluk ediyor.
İyi okumalar..