Toplam yorum: 3.083.022
Bu ayki yorum: 2.702

E-Dergi

Ali Riza Malkoç

Ali Rıza Malkoç 1965 yılında Samsun’da doğdu. Türküler Bizi Söyler 1 (2004), Türküler Bizi Söyler 2 (2005), Duygular Dillensin Diye (2006) adlı hece şiir kitabını yayınladı. Yaşam Merdiveni adlı Toplum ve Düşünce serisinden ilk kitabı Temmuz 2018 tarihinde, Yaşam Donanımları adlı Toplum ve düşünce serisinden ikinci kitabı Ağustos 2018 tarihinde, En Güzele Yürümek adlı Toplum ve Düşünce serisinden üçüncü kitabı Şubat 2019 tarihinde Hukuk Aşkı adlı dördüncü kitabı Haziran 2019 tarihinde, Güzergâh Arayışı adlı beşinci kitabı Şubat 2020 tarihinde yayınlandı. Kitap İnceleme Yazıları adlı altıncı kitabı Mart 2020 tarihinde, Nostalji Harmanı adlı yedinci kitabı, Nisan 2020 tarihinde yayınlandı. Organize Toplum adlı sekizinci kitabı, Mayıs 2020 tarihinde yayınlandı. Anadolu Ortak Aşk Medeniyeti adlı kitabı, Eylül 2020 tarihinde yayınlandı.

Ali Riza Malkoç Tarafından Yapılan Yorumlar

Yaşar Kemal’den daha önceleri 294 sayfalık, “Binbir Çiçekli Bahçe” adlı kitabını okuyunca hayran kalmıştım.

Birinci cildi 436 sayfa, dört cildin tamamı ise (436+459+629+639): 2163 sayfa olunca, çok arzu etmeme rağmen, “İnce Memed” adlı romanı okumayı ertelemiştim. Sonunda bir başlangıç yaptık.

32 yılda tamamlanabilen bir eserin tüm ciltlerini, sanırım ancak iki ayda okuyup yorumlayabiliriz. Okuduğum ilk ciltten nasıl bir toplumsal kazanım edindiğimi aktarmaya çalışayım.

Romanın kurgusundan, içeriğinden, diyaloglardan bahsedip, alıntı yapacak değilim. Amaçlanan, hedeflenen, verilmek istenen ana tema üzerine odaklanacağım.

“Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz” der dururuz ama yaşam sürecimizin bir döneminde, bazen kanunsuz, bazen yasal nitelikte haksızlıklara, modern eşkıyalıklara maruz kalırız. “İstemediğiniz ot burnunuzun dibinde biter” misali, siz ne kadar uzak durmaya çalışsanız da, bela geliyorum demez, size bulaşmaya çalışır. Bu durumda karar vermek çok zordur. Uzak dursanız; “korktu kaçtı” derler. Aynı cinsten karşı koysanız, kuralların/yasaların dışına çıkmak zorunda kalırsınız. İlkelerinizle çelişirsiniz.

En tehlikeli/gereksiz mücadele ise, kaybedecek bir şeyi olmayan şahsiyetlerle yapılandır.

Cumhuriyet döneminden önce geçtiği anlaşılan, Çukurova bölgesinde yaşanan; ağalık, derebeylik türü sömürü ve işkence çarkının nasıl döndüğü betimleniyor romanda. Bir kurgu olduğunu bile bile, anlatıma kendinizi kaptırıyor, hüzünleniyor ve hiddetleniyorsunuz. Anlatım dilinin asıl başarısı da burada aslında. Coğrafi konum tasvirleri; okuru o an orada yaşamışlık doyum ve duygusuna ulaştırıyor.

“Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste” denir ya hani, eşkıyalığın kimsenin yanına kâr kalmadığını görüyor ve “adalet yerini buldu” diyorsunuz.

Her şey zıttı ile bilinir ve mukayese edilir. Roman kurgularındaki yaşamdan daha iyi haldeysek, şükür makamında yaşarız. Elimizdekilerin kıymetini biliriz. Anlatılanlara denk bir ortam ve zamanda yaşıyorsak, en azından verilen mücadeleden ders alır, rol çalmaya çalışırız.

Gözyaşı, kan ve alın terinin birbirine karıştığı, heyecan veren, yüreğime dokunan, yaşamın gerçeğini önümüze seren bir romandı. İnce Memed yani başkahramanımızın diğer ciltlerde eşkıyalığa karşı nasıl bir mücadele verdiğini merakla okuyacağım.
Sayın yazardan okuduğum, sanırım bu onuncu kitap. Söyleşilerdeki gerçeklik, doğallık, güncellik, coşku ve içtenlik; okuma isteğimi ve ilgimi daha da artırıyor.

Mantıklı soru sormak bir sanattır, cevaplamaksa cesaret ve hüner gerektirir. Hayatın doğal akışında karşılaştığımız soruları tanımlamak ve çözümlemek; ifade sanatlarından söyleşi formuyla, gönül ve zihinlerde daha makul ve mantıklı bir yer ediniyor.

Bu kitabın 1. Baskısı, Ocak 2021 tarihinde yapılmış. Sayın Cüceloğlu ise tam bir ay sonra, 16 Şubat 2021 tarihinde, 83 yaşında aramızdan ayrıldı. Kendilerini rahmet ve özlemle anıyoruz. 312 sayfalık son kitabı ile duygu ve düşünce atmosferimize son eserini sunarak, dünyalık yaşamına veda etmiştir.

Doğal ve samimi anlatımlarıyla; kopmak üzere olan ilişkilere, önerileriyle düğüm atmayı başarmış nadir bilim insanları arasındaydı. Söyleşiden de anlaşıldığı gibi; kendi hatalarını dahi, özeleştiriye tabi tutmuş, masaya yatırmış, sorgulayabilmiş bir şahsiyettir. Bundan dolayıdır ki; tespit, gözlem ve önerilerinde, ortak payda, toplumsal ve evrensel faydayı, bireysel çıkar ve hazlardan her zaman öncelikli görmüştür.

Söyleşideki sorular güncel, cevaplar ise ufuk açıcı, ışık tutucu ve manidardır. Soruları yönelten, gazeteci-yazar sayın Deniz Bayramoğlu'nun yoğun bir ön hazırlık yaptığı anlaşılıyor.

Kitabın sonundaki; “Ne okumalı”, “Ne dinlemeli”, “Ne izlemeli” şeklindeki öneriler listesi ise, ilgi çeken özel bir bölüm. Tarih, sosyoloji, hukuk, felsefe, mantık, anatomi, astronomi, fen bilimleri gibi multidisipliner bir çeşitleme ile okuma listesi hazırlayacaksanız, öncelikli olarak; psikoloji/davranış bilimleri/insan ilişkileri ve iletişim alanından başlamanız tavsiye edilir.

Kitabı aceleye getirmeden zamana yayarak, altını çizerek, notlar alarak, okumanızı öneririm.

Verimli okumalar dilerim.
577 sayfalık kitabın daha iyi anlaşılabilmesi için, önce kitabın sonundaki 20 sayfalık “Sonuç” bölümünün okunmasını öneriyorum.

Dünya’nın kaderi, geleceği, güvenliği; “gıda, ilaç, silah, petrol” sektörleri üzerine kodlanmıştır. Bu sektörler hiçbir zaman emin ellerde üretim yapamamıştır. Bir kıtada insanlar fazla kilolarından dolayı tedavi görürken, başka bir kıtada insanlar açlıktan ölmektedir. Gıda, ilaç, silah ve petrol üretimi; bilim ve teknoloji birikimiyle gerçekleşse de, yayılmacılığın, sömürgeciliğin, en kullanışlı aparatı olarak seçilmiştir.

Bilim; adil, eşit, şeffaf ve etik kurallar ölçüsünde insanlığa hizmet edebiliyorsa, amacından uzaklaşmamış olur. “Ticari sır, teknolojik patent, ar-ge çalışması” gerekçelerine sığınarak, insanları zan ve kuşkuda bırakacak her türlü girişim, “bilimsel çalışma” etiketiyle toplumlara sunulamaz.
Bilim felsefesi/etiği/metodolojisi/mantığı ile çelişir bu durum.

İşte bu kitap, tıp ve ilaç dünyasında, daha fazla kazanç ve güç uğruna, küresel aktörlerin ne türde karanlık ve şüpheli çalışmalar yaptıklarını sorguluyor, araştırıyor, temellendiriyor ve uyarıyor. Kitabı okurken, sektörel gelişmeleri, kronolojik olarak da takip etmiş oluyorsunuz. 11 bölüm halinde yazılmış kitabın, her bir anlatımı, ilgi ve heyecan uyandırıyor. “Bu kadar da olur mu” diyeceğiniz anlatımlar, belki biraz “komplo teorisi” gibi algılanabilir fakat konu insan yaşamı olunca, temkinli olmakta yarar var.

Sonuç olarak, yerel anlamda “gıda, ilaç, silah, petrol” sektörlerinde kendi yağımızla kavrulabiliyorsak, bize hiçbir güç zarar veremez. Kavrulamıyorsak da nedenleri üzerinde kafa yormalı, global dünyada, bir üst lige çıkmanın planları yapılmalıdır.

Önce insan, sonra sağlığı, mutluluğu ve zekâsı…

Ne dolaplar döndüğünü gözlemlemeli ki, daha yaşanabilir bir dünyanın temellerini aşk ile ve birlikte atalım. İyi okumalar.
12.09.2021

Felsefi bakış açısı "dindar" olmak zorunda değildir.

Düşünce üretimi, bir inancın alt şubesi olmak zorunda değildir. Fakat bir inançla manevi bağlarını güçlendirmek ve sevgi atmosferinde yaşamak isteyenlerin, felsefi öğretilere, mantık ve mukayese yetisine ihtiyacı vardır.

Ortaokul öğrencisinin bile rahatlıkla anlayabileceği, 174 sayfalık bu kitabı çok sevdim.

Referans listeme alıyor ve öneriyorum.

İnsanoğlu önceleri, mitolojik/imgesel anlatımlarla; yaşamı, insanı, evreni anlamlandırmaya çalışmıştır. Daha sonra ise felsefe ve diğer düşünce öğretileriyle bakış açısını genişletmiştir ve geliştirmiştir. Metodolojik, sistematik, geliştirilebilir, devredilebilir, test edilebilir mantıksal değerler üretmiştir.
Felsefe ise bilime geniş bir alan açmış ve rol ve ödev vermiştir. Bilimin el atmadığı alan yok gibidir. Bilim de endüstri ve teknolojiye yol gösterici olarak, insanın yaşamını ve diğer çalışma ve ilgi alanlarını daha verimli hale getirebilmek için keşif ve icatlar yapmıştır.

Bilim; açık, genel, şeffaf, ulaşılabilir, anlaşılabilir nitelikte ve çıkar gözetmeden tüm insanlara hizmet edebiliyorsa bilimdir. Gizlenen, saklanan, anlaşılmayan bir öğe/anlatım içeriyorsa bilim olarak tanımlanamaz. Böylece; İdeoloji, spritüal bir öğreti, fantastik bir kurgudan öte gidemez.

Teknoloji ise; ticari, bireysel, milli sır ve stratejiler içerebilir. Böyle bir deneyim ve bilginin açıklanmaması makul ve normal karşılanabilir. İlgi ve çalışma alanımız ne olursa olsun; iletişim için dil ve anlatım tekniklerine ihtiyaç duyarız. Bundan dolayıdır ki; dilbilim, anlambilim, göstergebilim yanında anlatı bilimi de önemsiyoruz.

Her bilimin bir literatürü ve metodolojisi vardır. Zihinlerde oluşacak soruları, en net şekilde açıklayabilmek için ifade sanatlarını kullanırız. Kendini ifade edebilmek, yani anlatım yeteneği; yalnızca şiirin, romanın, öykünün, makalenin, esere dönüştürülmesinde gerekli değildir. Hukuk, siyaset, iktisat, tarih, ekonomi ve mühendislik alanlarında yanlış bir kurgu/anlatım/kanı/karar/rapor ve varsayım; telafisi mümkün olmayan kayıp ve haksızlıklara neden olabilir. Anlatı da bir bilim dalı olduğundan yola çıkarsak; bu kitapta farklı edebi eserlerden alıntılar yaparak, anlatımın kurgusu, içeriği edebiyat terazisi ile tartılmış/çözümlenmiş ve irdelenmiştir.

Bir lisanı, ifade ve yorum sanatında kullanabilmek için, anlatı biliminde de giriş düzeyinde kazanım ve birikimlere ihtiyaç vardır. Eserin öncelikle bu alanda eğitim alan, akademik çalışmalar yapan, ifade sanatlarını yoğun kullananların ilgisini çekeceğini umuyorum.