Toplam yorum: 3.081.886
Bu ayki yorum: 1.566

E-Dergi

Özgür Balmumcu Tarafından Yapılan Yorumlar

15.10.2012

Romanı değerlendiremiyorum çünkü son yıllarda okuduğum en kötü çeviri. Evet, yıllardır böylesi kötü bir çeviri okuduğumu hatırlamıyorum. Çevirmenimiz ingilizcede pekçok kelimenin önüne gelen "a" yı bile sürekli "bir" diye çevirmekten üşenmemiş. Bu türkçeyle romanın içine girmeniz mümkün değil. Çeviri olduğu her anıyla, her cümlesiyle çok belli. Üstelik kitabın liste fiyatı da 27 lira. Bu paraya bu hizmet! Ne diyeyim?!
02.09.2012

Ne yazık ki, okuduğum önceki romanları (Puslu Kıtalar Atlası ve Amat) kadar başarılı değil. Her şeyden önce roman kurgusu çok dağınık. Eseri 3 gün gibi kısa bir sürede ve dikkatle okumama rağmen kurgudaki ileri geri gidişlerde bağlantı kurmakta çok zorlandım. Yaratılan karakterler ne amaca hizmet ettiği netleştirilemeyen ve romanın içine niçin girdiği anlaşılamayan türden. Hele sonlara doğru bir İdrisoloji metaforu var ki, itiraf edeyim, hiçbir şey anlamadım. Pekçok şey roman içinde paldır küldür oluyor havasında bu sefer; halbuki önceki romanlarında kesinlikle böyle bir hava hissetmemiştim. Bu sefer romanda yaratılan gizemin, heyecanın, merakın altı bomboş; çünkü romanı okuduğum sürece "bu zamanda yolculuk merakı da nereden çıktı?" demekten kendimi alamadım. Pekçok sorudan kaçamadığım gibi. Sahi sözde bunların nedenini romanda açıklıyor yazar ama benim açımdan tatmin edici değil. En kötüsü de, romanla ilgili çıkan bir yazıda belirtilen matematikten felsefeye pekçok şeye değinen zengin bir roman algısının bende oluşmamış olması. Yazarın önceki romanlarında felsefe çok daha tatmin edici bir role sahipti. Burada oldukça zayıf kalmış bana kalırsa. Hem gelecekte hem geçmişte hem de şimdiki zamanda aynı anda bulunmak üzerine bir çeşitleme gibi duruyor bu roman ancak bunun altını doldurmakta o kadar başarılı değil. Sahi final cümlesiyle bunu kendi de açıklıyor gibi... Beni hayal kırıklığına uğrattı...
23.11.2010

BÜYÜK BEKLENTİ BÜYÜK HAYAL KIRIKLIĞI
Her ne kadar biraz haksızlık olacağını hissetsem de bu romanı okurken hissettiğim şey şu oldu: Hayatımda okuduğum en kötü klasik! Açıkçası neredeyse beşte dördü bittiğinde birşeyler anlamaya başladığım, hikayesinin içine ancak girebildiğim bir romanı övmem de pek mümkün değil. Cümlelerin bu kadar ağdalı, anlatımın bu kadar kopuk, akışın bu denli pürüzlü olduğu böylesi bir romanı bitirmek için ya çok çaba sarfetmeli ya da aşırı derece melankolik bir döneminizde okumalısınz. Evet, son bölümde gerçekten etkileyiciydi ama geriye kalan beşte dörtlük kısmı ne yapacağız? Bu kadar nam salmış bir roman için kendi adıma daha iyisini bekliyordum. Bünyesinde insan ruhuna dair ilginç saptamalar barındırsa da çoğu yerde "şimdi buraya nereden geldik?" kopukluğunu hissetmekten kendimi alamadım. Romanı hissedemedim...
10.10.2010

Tekrar tekrar yaşanan bir ömür... Son derece dağınık bir giriş... Bunu toparlamak ancak romanın üçte biri bittiğinde mümkün oluyor. Bu toparlanma aşamasında yazar okuyucuda merak duygusu uyandırmakta başarılı oluyor gibi. Sonrası son derece sürükleyici bir okuma deneyimine dönüşüyor. Beklentiler büyüyor! Büyüyor çünkü yazar bu noktada başkarakterin içine düştüğü dipsiz kuyunun, tekrar tekrar yaşanan ömrün nedenlerini bulmanın peşine düşüyor. Ya da biz öyle zannediyoruz çünkü romanın sonunda elde kalan sıfır oluyor. Böyle bir zaaf bir yana, tekrar tekrar yaşanan ömrün yaratabileceği duygusal travmaları betimlemekteki başarısızlığı yazarın en büyük günahı. Böyle bir romanın temel noktası ölüm gibi görünüyor ancak bütün bir roman boyunca tekrar tekrar olan ölümün okuyucunun içine işleyen tek bir tasviri bile yok. Yazarı direkt Tolstoy'a havale etmek gerekiyor, ölüm nasıl anlatılır öğrensin diye! Sonuçta sıkıcı olamayacak kadar hafif bir okuma deneyimi. Hatta roman okumaya yeni başlayanlar için biçilmiş kaftan! Ama daha fazlasını bekleyenler için hayal kırıklığı olabilir.
28.09.2010

ACIYI HİSSETMEK...
Bu romanın 1943'te yayınlanmış olduğuna inanmak mümkün değil. Yazarın kullandığı kimi eski türkçe kelimeler de olmasa, o dönemin izlerini hissetmeseniz günümüzden olduğunu zannetmeniz mümkün. Çünkü yalnızlığın çünkü teslimiyetin çünkü aşkın daha da önemlisi insanın eski Türk Edebiyatı'nda bu kadar iyi anlatılabileceğine ihtimal veremiyorsunuz. Bütün saptamalar o kadar günümüzden ki... Şu satırlara bakar mısınız: “…Her şeyi içinde boğmaya mecbur olmak, diri diri mezara kapanmaktan başka nedir? Ah Maria, niçin seninle bir pencere kenarında oturup konuşamıyoruz? Niçin rüzgarlı sonbahar akşamlarında, sessizce yan yana yürüyerek ruhlarımızın konuştuğunu dinleyemiyoruz? Niçin yanımda değilsin?...” İşsiz kalan bir adamın raslantılar sonucu girdiği yeni işindeki oda arkadaşını gözlemlemesiyle başlayan roman, ortalarına doğru devreye giren günlük ile o kadar farklı bir mecraya taşınıyor ki elinizden bırakamıyorsunuz. Son virajda finali tahmin etmeniz bile sonunda midenize yediğiniz yumruğun tesirini azaltmıyor. Son yıllarda böylesi içimi burkan, baş karakterinin hissetiği acıyı bu kadar çok hissettiren bir kitap okumamıştım. Bunu kelimelerle ifade etmek o kadar zor ki. Mutlaka okumalısınız... Kitabın ortalarında devreye giren günlük formatının zamanla roman içinde günlük mantığını kaybetmesi gibi bir kurgu hatasına rağmen okumalısınız...