Toplam yorum: 3.080.622
Bu ayki yorum: 300

E-Dergi

ogun.eratalay Tarafından Yapılan Yorumlar

25.09.2011

Bogdanov, 20.yüzyılda yaşamış olan hem devrimciliği hem de bilim adamlığıyla ünlü bir Rus. Ancak onun pek de bilinmeyen bir yanı daha var. Döneminin çok ötesine uzanan zamanlara dair yazan bir bilim-kurgu yazarı.

Kızılyıldız adlı eser 1908 yılında yazılmış. 20.yüzyılın daha henüz başlarında yazılan eser uzak görüşlülüğü, mantıklılığı ve bilimselliğiyle beni derinden etkiledi. Bogdanov’un romandaki kahramanı Leonid çağdaşlarının aksine bir Süpermen değil. Sıradan birisi, günlük hayatta karşılaşabileceğimiz, hataları, öfkeleri, sevdalarıyla gerçek birisi. Başından geçen olağanüstü macera da Bogdanov’un anlatımıyla oldukça gerçekçi şekilde işlenmiş. Son yıllarda moda olan Hollywood roman ve filmlerindeki mantıksızlıklarının yanında son derece gerçekçi bile denebilir.

Bogdanov romanda dünyamızda yaşananların gezegenimize özgü yanlarını diğer bir gezegende yaşanabilecek olanlarla karşılaştırarak bize son derece doğal gelen olayları sorgulamamızı sağlayarak dehasını gözler önüne sermiş. Özellikle toplumsal-ekonomik yapı ve sosyal sınıfılar arasındaki mücadeleler başarılı bir şekilde değerlendirilmiş, geleceğe dair projeksiyonlarda bulunmuştur.

Romandaki en temel bilimsel olaylar olarak değerlendirilebilecek olan uzay uçuşu, gezegenlerin yapısı, hayatın kaynakları ve devam ettirilebilmesinin önündeki engeller o dönem bilimsel gelişmelerinin ötesine geçerek doğru şekilde öngörülmüş. Bu açıdan bakıldığında yazarın günümüzdeki bilimsel gelişmeleri bir şekilde önceden tahmin etmiş olması da takdir edilmesi gereken bir durum.

Eseri Rusçadan çevirenlere ve yayımlayanlara çok teşekkürler, önemli bir yayın daha dilimize kazandırılmış oldu. Hayatını kendi üzerinde yaptığı bir bilimsel deney sırasında kaybeden Bogdanov’un anısına saygılarımı sunuyorum.
23.05.2011

Dönemsel tarih yazımı için muhteşem bir belge değerindeki kitap üç bölüme ayrılmış. İlk bölümde Ergenekon iddianamesi analiz edilerek içinde barındırdığı tutarsızlıklar sergilenmiş. İkinci bölümde ise Mustafa Balbay iddianamedeki suçlamalar verdiği cevapları ayrıntısıyla yazmış. Üçüncü ve son bölümde ise Silivri Hapishanesindeki yaşamdan kesitler sunularak siyasi mahpusluk her okuyanın algılayabileceği şekilde evimize kadar getiriliyor. Çok olumsuz koşullarda yazılan duygu yüklü ancak kontrolü elden bırakmayan bir ustalık barındıran bu kitabı kesinlikle okunması gereken bir eser olarak herkese tavsiye ediyorum. Yazarın kitabın son cümlesindeki isteğinin bir an önce gerçekleşmesi dileğiyle...
05.11.2009

Tarihe meraklı olduğum için bu romanın geçtiği tarihi atmosferi çok beğendim. Hiç bir şekilde olağandışı bir yan barınmayan hikaye gayet yalın bir şekilde anlatılmış. Dönemin farklı toplumsal sınıflarının kimliklerini ve uygarlıklarını sorgulaması ve filozofça yapılan tahliller çok düşündürücü ve öğretici. Engizisyon Mahkemesi Başkanından, zengin ve şöhretli dul Dona Inez'e, gençlik pınarının peşinde koşan yaşlı ihtiyardan burunsuz askere kadar gemideki herkesin anlatacğı bir hikayesi var. Ancak öyküde anlatılan en etkili ve en korkunç hayat hikayesi kuşkusuz "köle"nin. Çok rahatlıkla ve memnunlukla okuduğum bir eser, sonunda ise gerçekten sürpriz bir final okuyanları bekliyor.Herkese tavsiye ederim.

Not:Bu harikulade kitaptaki tek olumsuz yan kitabın orijinal dili olan Danimarkacadan değil de İngilizce çevirisinden çevrilmiş olması. Türkçeye çevirisinin daha iyi olabileceğini düşünüyorum, sanki biraz aceleye gelmiş.
22.06.2009

Bu kitabı aslında bir seri okumanın sonuncusu olarak okudum. Feroz Ahmad'in Türkiye'de Demokrasinin Tarihi ile Menderesli yıllardan 12 Eylüle geldim. Sonra Mehmet Ali Birand'ın 12 Eylül Saat 04:00 kitabıyla darbenin arkaplanını inceleme şansı buldum. Askeri yönetimin bambaşka bir ülke inşasına giriştiği ve bunun için uygun bir siyasi aktör arayışında olduğu dönemler için ise okuyacak kaynak sıkıntısı çektim. Bu sırada kendisini 2000 yılında kaybettiğimizi yeni öğrendiğim Betül Uncular'ın kitabıyla karşılaştım. Konuyu tam da benim bıraktığım yerden almış ve Özallı yılları (1983-1991) parlamentonun içinden işlemişti. Elbette sadece Meclis içindeki tartışmaların ve gündemin ağırlıkla verildiği bir eser olduğu için diğer kaynaklarla beraber okunmalı. Ancak buna rağmen çok öğretici ve besleyici bir kaynak olduğunu teslim etmeliyim. Çoktan unutulmuş olayların yanısıra bugün siyaset sahnesinde önemli yerlerde olan politikacıların ilk sahne alışlarını izlemek çok öğretici.
12.05.2009

1996 yılında yazılmış olmasına rağmen yapılan bütünlüklü değerlendirmeler ve sürecin doğru tahlil edilmesi sayesinde hala okunabilen bir kitap. Yazarın İstanbul ile ilgili yazmış olduğu beş makalenin biraraya getirilmesinden oluşuyor.

İlk makalede, tarihte İstanbul ekonomisinin ne şekilde geliştiği anlatılmış. Osmanlı İmparatorluğunun başkenti olmasıyla beraber kentte meydana gelen kültürel gelişme imparatorluğun çöküşüyle beraber yavaşlayacak ve cumhuriyetin ilk yıllarında uygulanacak korumacı politikalar nedeniyle durgun bir dönemden geçecektir. Ancak 2.Dünya Savaşaından sonra ekonominin dışa açılmasıyla beraber ülke açısından en önemli ticaret ve sanayi merkezlerinden biri haline gelecektir. 1950 ve 60’lı yıllarda ise yoğun olarak yaşanan iç göç şehrin sanayisini, sosyolojik çehresini ve kentsel yapısını değiştirecektir. Eserde özellikle İstanbul’da göze çarpan gecekondulaşma olgusu dördüncü makalede etraflıca incelenmiş. Sebeplerinden gelişimine ve sonuçlarından alınması gereken önlemlere kadar doyurucu bilgiler verilmiş.

İkinci makalede özellikle 1980 ve 90’lı yıllarda dünyada yaşanan küreselleşmenin şehre etkileri incelenmiş. Dış ticarete açılan 12 Eylül sonrası Türkiye’sinin en önemli sanayi ve ticaret merkezi artık İstanbul’dur. Şehirde sanayi üretimiyle beraber rant gelirleri de artmış, şehir artık büyük holdinglerin merkezlerinin olduğu plazalar şehri haline gelmiştir. Yoksul kesimde hane içi gelirin azalmasıyla beraber bu dönemde üretime özellikle genç yaşında çocuklar, emekliler ve kadınların katıldığı ve esnek koşullarda kayıtsız olarak çalıştırıldıkları saptanır.

Üçüncü bölüm İstanbul’da yaşanan rant kavgalarına ayrılmış. Devlet arazilerinin imara açılması, ormanlık alanların ve su havzalarının yerine villa sitelerinin, serbest bölgelerin, özel üniversite kampüslerinin yapılması gözlemlenir. İktidara gelen her siyasi partinin seçim öncesi vaat olarak ortaya atıp seçildikten sonra uyguladıkları imar afları nedeniyle şehrin nazım planı dahilindeki kamuya ait arazileri yağmalanacak ve haksız kazanç elde edilecektir.

Son bölümde İstanbul halkının siyasi tercihlerine değinen yazar, 12 Eylülden önce ülke siyasi atmosferine de bağlı olarak merkez soldan yana tercihi olan İstanbullunun son yıllarda özellikle merkez sağa kaydığını tespit etmiş. Bu davranışın sebebi olarak rant kavgasında kendisine de yer arayan küçük burjuvazi ile vasıfsız işçi kitlelerinin muhafazakar ve piyasacı ideolojinin etkisi altında kalması gösterilmiştir.

Akademik değere sahip makalelerden oluşan kitap İstanbul’un tarihini ve gelişimini merak edenler için güzel bir kaynak.