Toplam yorum: 3.078.622
Bu ayki yorum: 5.500

E-Dergi

saint. Tarafından Yapılan Yorumlar

10.08.2003

serol teber'in melankoli'sini okumuştum. orada melankolik bir kişilği yakın plana alıp inceleyeceği seziliyordu. bunu Tevfik Fikret gibi az anlaşılmış ya da anlaşılamamış bir şairle yapacağı da belliydi. ve ortaya çıkan eser harika olmuş. yalnızca Tevfik Fikret'i anlatmıyor yazar. kendini de anlatıyor. okudukça fark ediliyor ki beni de (okuyanı) anlatıyordu. serol teber yakından takip edilmesi gereken biri.
tevfik fikret'in hayat serüvenini anlamak ve günümüzde kendi aşiyanlarına çekilmiş anlaşılamayan insanları anlamamız ya da anlamaya çalışmamız için okunmalı.
10.08.2003

Ne talih ki elem koymuş adını yazarı. Leyla’dan bir L ve Kays’tan M. Kays yani aşık öznenin adı az anılır hikayede. Çünkü aşk demek biraz da yok olmak demektir. Yok olmayı göze alamayanlar kendini aşık sananlardır. Sanıyorsan, aldanıyorsun. Aşıksan yok oluveriyorsun. Aşk hakkında yazılmış en ünlü yazıtlardan biri L&M. Yazıt diyorum çünkü beyitler ve şiir üstü anlamlar içeren bu esere yalnızca şiir ya da aşk hikayesi demek anlatamayacak onu. İskender Pala gazete yazılarını uzun zamandır takip ettiğim biridir. Ona beni çeken şeyi yazılarında bugüne kadar bulduğumu söylemem. yani bulduklarım çekimin ne kadar kuvvetli olduğu düşünülürse yeterli değil gibilerdi. bir mıknatıs nasıl çekerse demiri öyle çekiyordu anlattıkları. Ama sanırım çekim kuvveti benim iradem dışında gerçekleşirken sebebin zaman üstü olabileceğinin de farkındaydım. “İşte” dedim kitabı okuyunca, “sebebim”. Her şeyin -en az- bir sebebi varsa, benim sebebim bu. Beni sana çeken şey bu ey yazar. İskender Pala bey'e teşekkürler.

farklı şeyler düşünebilen insanlara ya da aynı şeyleri farklı bir üslupla düşünebilen insanlara yoğun bir saygı hissiyle yaklaşıyorum hep. Bu imrenmenin ötesinde, yerinde olma hissinin verdiği bir galibe duyulan saygıdan ziyade, bakışımı genişletenin bana kattığına verdiğim değere bir güzelleme. Dünyaya kendime ait bir yerden bakıyorum tabi ki ben de her insan gibi. Güzel de sanıyorum bu bakışı. Lakin hani yapılan bir buluşu neden daha evvel düşünemediğini kendine sorar ya insan, bir adım ötesinin olduğunu bilir ama tahmin edemez ya.. anlatabiliyorum değil mi gösterdiğim o yeri. “bir yer var biliyorum, her şeyi söylemek mümkün/ epeyice yaklaşmışım duyuyorum/ anlatamıyorum.”
....
çok söz söylemek gereksiz oluyor bazen içimde yankılanan sonsuza özenmiş cümleler varken. Susmak sonsuzluk. Sus bak. Sonsuz olacaksın.
...
susuyorum.
10.08.2003

Geçtiğimiz yolları unutuyoruz.kapının kenarına attığımız çentikleri..hani boyumuz bu ay ne kadar uzamış diye.mutfak tezgahına tırmanmak için çekiştirdiğimiz sandalyeleri ve çalıp çalıp kaçtığımız kapı zillerini unutuyoruz ve bu yüzden anlamıyoruz çocukları..bir zamanlar kendimizin de çocuk olduğunu ve bizi anlamadıklarını unutarak..büyükler dili kullanıyoruz bugün.nasılsa çocuktur unutur diyoruz.unutuyor ama mutlu olmuyorlar.ah o çocukluğun sevinci..ve endişesi..ve bitip tükenmez hayalleri..1 masal çok geliyor.1 çizgi filmi paylaşmak zor anlatmak ince ince..açıklamak hayatı 1 çocuğa, yorucu geliyor biz büyüklere..umutsuz çocuklar büyüyorlar bu ilikli anahtarıyla.kapısını kendi açan ve hep endişeli ve hep güvensiz karşısındakine..oysa bir gün ofisi terk edip ağaçlara tırmanmak ve dizlerimizi kanatmak istiyoruz ve katıla katıla gülmek..burnunu çeke çeke ağlamak..ve 1 dilim ekmeğe yoğurt sürüp toz şeker serpmek..ve bir şeftaliyi sularını akıtarak yemek istiyoruz..yakan toplardan sakınmak, misketleri ceplere doldurup parka sallanmaya gitmek istiyoruz.çocukken gitmek duygusunu bilmiyor ve hep büyümek istiyoruz..1ileri 1 şeyleri anlatırken anımsayıp “doğru ya ben de çocuktum” diyoruz..ve hemen tekrar unutuyoruz..çünkü işler var yetişecek , yetiştirilecek..çocuk olmaya vakti yok kimsenin...1 ormanda kaybolmaya...

diyordu iclal aydın ilk kitabı hayat güzeldir'de. ikincisi denemelerden oluşmamıştı ilki gibi. hayat güzeldir tarzında bir soylem yoktu. oyku denemelerinden oluşuyordu. ilkinde aldığım o tadı aradığım ve bulduğum satırlar vardı. iclal aydın'ın yazma serüveninin ileride kıvamını bulacağını biliyorum. çünkü onda yaklaştığı ama anlatamadığı bakış var. şimdiden anlatamadıklarını görmek isteyenler için okunabilecek bir kitap.
kitaptan:
seversin alırsın
karın olur...
seversin, alamazsın
karasevdan olur...
10.08.2003

Aslında kitabı ilk okuyuşumla son okuyuşum arasında yoğun bir görüş farkı vardı...buradan kitabı birden çok okuduğum anlaşılabilir. Bir erkek olarak bu kitabı karşı cinsi tanımaya başlayalı beri okuduğumu söyleyebilirim.iddialı bir cümle olabilir belki ama John Fowles’in, Charles’ın, benim ayrıca yakından tanıdığım iç dünyalarına girme fırsatı bulduğum onlarca erkeğin de bu kitabı benim gibi yaşayarak ve eskiden beri okuduklarını söyleyebilirim.

Bir şehir kurdum demiştim..içimde demiştim.. içimde kurduğum şehre yaraşan modern kadınlardan birinin hikayesini defalarca okumak insana monotonluktan çok uzak güzellikte yeni heyecanlar ve duygular yüklüyor... bazen olaylara Charles’tan çok farklı baktığımı demeliyim. Kendimi, kitabın boyutunun bir üst boyutunda bir şehir kurmuş olduğum için, kutladığım paragrafların da altını çizdim.

uzun süren bir zamanlar tartışmalarında; birine hediye etmeyeceğim, etsem de en çok zorlanarak vereceğim hediyenin ben tarafından altı çizilmiş ve karalanmış bir kitap olduğunu savunuşumu anımsadım. Bu kitap altını çizerek ilerlediğim ve her çizilen satırın sanki bir hafiyenin birinin izini sürüşü gibi delil niteliği taşıdığı bir kitaptı. Daha önce böyle kitaplar okumuştum. Ama daha önce bir kitabı hiç böyle okumamıştım. Değişik bir deneyimdi.

Sonra birkaç kitabı aynı anda okuyanlar ve bir kitabı okurken sanki o kitapta yaşıyormuşçasına günlük tevafukların oluşmasını işaret sayan okurlar gibi bu kitapla birlikte bütün okuduklarımı bu kitabın yorumu için kullanışımla izini sürdüğüm hikayenin daha kolay ve net ortaya çıkacağını düşündüm. Yanılmadım. İzini sürdüğüm hikayenin kime ya da neye ait olduğu bir muamma.. 1 kitabın bir çok sonu oluşu gibi hikayedeki yüzlerin de bir çok ayrı kişiye ait olduğu gerçeğiyle yüz yüzeydim kitabın sonunda.

Bazı paragraflarda kitapta Charles Sarah’a bakarken aslında sanki ben aynada kendi görüntümü görüyormuşum hissine kapılıyordum. Sarah bir resme modellik ediyor diye düşünürken ben zaten içimde çizdiğim Sarah resmine bir model bulduğumu –bir tek model bulduğumu- düşünüyordum.
Sarah’yı ilk görüşünün altını çizmişimdir.. sarah’yı anlatan çoğu paragrafın altını çizmişimdir. Bazen bir şiirle kesişen yerleri çizmişimdir. Ama elimde ne yeşil bir kalemim vardı ne de ortaya çıkan bir ve bir tek yüz. Bu yazıyı kitabı tanıtmak için yazmıyorum ben, Sarah’yı da tanıtamam... bu suya yazı yazmak olur. “Neden?” Diyor ya Charles en orijinal sahnelerden birinde (altını çizdiklerimde var.) ben bu yazıyı bir “neden?”in peşine düştüm diye yazıyorum.

Kimi buldum..diyemem.
“ sevgili gizemim” deyişini nasıl kıskandım...diyemem.. aşkın tarifinin nasıl da aşklarımın tarifiyle çeliştiğini..ama ben bunları demek için başlamıştım yazıya...
...
ben bu yazıyı böyle bir kızı sevdim diye yazdım desem...
böyle bir kızın gidişinin resmini çizdim desem..
....ve bu gidişe Haydar ERGÜLEN’in Eylül şiirini yakıştırdığımı ve resmin hemen altında bu şiirin olduğunu..
bazen yaşadıklarınızın başkaları tarafından yazılmış olması ne kadar gücünüze gidiyor bilemezsiniz.içinizde burkulan bir yürek.. sancıların en büyüğü..
...
bu kitabı çok kişiye tavsiye ettim..neden? bir erkek bir kadında ne arar sorusu için belki...belki içinde gerçekten benim vereceğim cevaplar yazıyordu.
.............
bu kitabı okumamı sağlayana sevgilerimi sunuyorum. Uzaktan ve yorgun bir sevişle seviyorum onu...gözlerinden öpüyorum... “kentim” diyerek...
“sevgili gizemim” demek isterdim...ama bunu kıskanarak küçülttüm içimde..ve bu kent çok büyük içimde..