Toplam yorum: 3.077.885
Bu ayki yorum: 4.763

E-Dergi

muftuihsan Tarafından Yapılan Yorumlar

29.11.2012

Hayat hikayesi daha mesaj yüklü olan bir İngiliz gazetecinin romanı ile karşı karşıyayız. Romanda işlenen birtakım olayların Müslüman kültür ve aile yapısına aykırı olan sahneleri, edebi dil, terceme, baskı ve dizayndan kaynaklanan bazı eksiklikleri dikkate almazsanız hele hele de romanın yarısına kadar bu romanı niçin okuyorum ki demezseniz, sonuç itibari ile ve romanın dramatik bir şekilde neticelenişi yönüyle vasatın üzerinde bir kitap olarak görebiliriz. Aslında yazarın Müslüman oluşunun daha mesaj yüklü bir hikayesi var.
2001'de haber yapmak için gittiği Afganistan'da Taliban tarafından esir alınınca hem kendisi haber konusu olan hem de bütün hayatı değişen Rıdley’in bu esaret ona, o güne kadar dışarıdan baktığı bir coğrafyayı ve insanları daha yakından tanıma fırsatı verdi. Taliban'ın elinde sadece 10 gün esir kaldı. Serbest kaldıktan sonra İslam üzerine araştırmalar yapan Ridley, Müslüman olmaya karar verdi. Rıdley’in yaşadığı kötü zannedilen tecrübenin neticesi, olumlu olarak sonuçlandı. “Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir.” (Bakara, 216)
Ali Köse şöyle diyor: Batı ve Kur’an. Bugün yan yana gelmesi pek muhtemel görünmeyen iki kavram gibi duruyor karşımızda. Ama gerçekte durum farklı. Tüm olumsuzluklara, tüm negatif yüklemelere rağmen bugün Batı’da Müslüman olan, kendisine ‘mühtedi’ sıfatını layık gören insanların sayısı geçmişe göre hiç de az değil. İhtida eden bu insanları İslamiyet’e sürükleyen en önemli etken ise Kur’an-ı Kerim. Kurumsal dinin, daha açıkçası Kilise’nin artık insanoğlunun gayr-i insani isteklerine fetva çıkarmasından istiğna eden Batılı insanlar için belki biz Müslümanlardan çok daha fazla anlam taşıyan bir kitap Kur’an-ı Kerim. (İhtida Öyküleri, s.8) İşte Kur’an-ı Kerim’in, bu gazetecinin de hayatını değiştirdiği görüyoruz.
Bir röportajında ‘Kuran'da İncil'den farklı ne buldunuz?’ sorusuna verdiği cevap da ilginç: ‘Biliyorum şaşıracaksınız, ama kadın hakları. Kuran'ı okurken özellikle kadınlarla ilgili bölümlere bakıyordum, çünkü kadınların İslam’da nasıl baskı altında olduklarını bulmaya çalışıyordum, ama kadınların sürekli yüceltildiğini gördüm.’ (Cumhuriyet)
M. İslamoğlu ‘Kur’an eliyle Müslüman olmak’ adlı yazısında şöyle diyor:
“Bu tavır, müslüman'ın kendi değerlerine güveninin eseridir. Zorla müslüman etme yok, 'incele, bilgi sahibi ol, gündemine al' teklifi var. Tehdit değil, teklif yani.
Taliban sözünde durunca Ridley'de sözünde durdu. Çıkar çıkmaz İslam'ı öğrenmek için harekete geçti. Ne mi yaptı? Kur'an'a başvurdu; başkasına değil, yalnızca Allah'ın kitabına, O muciz-i beyan olan Kur'an'a, hidayet güneşi olan Kur'an'a. Ve sonuç göz kamaştırıcı: Kur'an onun tasavvurunu, aklını, şahsiyetini, hayatını inşa etti. Onu 'İslam Kadını' etmeye yetip de arttı bu.
Kur'an sizi nasıl etkiledi? sorusuna verdiği cevaba bakın:'NEFES KESİCİYDİ Kur'an sanki bir hayat kılavuzu. Okuduğum her şeyden çok etkilendim. Özellikle kadın haklarından. Çünkü hep bize Müslüman kadınların baskı altında olduğu anlatılırdı.'
Kur’an Ridley’i inşa etti. Darısı anadan doğma Müslüman olmanın keyfini yaşayan bizlere. Bunca yıl Müslüman olup da, daha Kur’an’ı baştan sona bir kez anlayarak okuma zahmetine(!) katlanmamış olan gafil Müslümanlarımıza.”
İhtida konusunda şu bilgiler de faydalı olacaktır:
Din değiştirme olgusu için şu sebepleri zikretmek mümkündür: İnanılan dinin tatmin edici görülmeyişi, bu dini benimseyenlerin ve din adamlarının olumsuz tutumları, bilgi ve hayat tecrübesinin ilerlemesi, başka dine bağlı kişilerin olumlu davranışları ve hayatını böyle bir toplum veya çevrede sürdürme isteği, başka bir dine bağlı kimse ile evlenme, maddî çıkar sağlama, dinî telkinlerden etkilenme, şok bir etkiye maruz kalma vb.
İhtida bir anlamda kişinin yeni bir dini kabul edişi değil eski dinine dönüşüdür, çünkü İslam'a göre insan fıtrat dini (İslam) üzere doğar. İslamiyet'in bu anlayışı, insanın doğuştan Allah'ı tanıma kabiliyetine sahip olduğuna işaret eder. Buna göre ihtida eden kimse fıtratını hatırlamış ve ona dönmüştür. Kur'an'da, Allah'la insanlar arasında yaratılışları döneminde yapıldığı ifade edilen sözleşme ve her doğan çocuğun fıtrat üzere dünyaya geldiğini, fakat ebeveyninin onu Yahudi, Hıristiyan veya Mecusî yaptığını bildiren hadis de bu gerçeği vurgular. Bundan dolayı Batılı mühtedilerden birçoğu, din değiştirenler için kullanılan ‘convert’ (dönme) yerine ‘revert’ (geri dönen) kelimesini tercih etmiştir.
İslamiyet bugün de dünyanın en hızlı yayılan dini olma özelliğini korumakta, geçmiş dönemlere göre daha fazla ilgi çekmektedir.
Mühtedilerin İslamiyet'ten önceki hayatları incelendiğinde ortaya çıkan bir gerçek de yaklaşık% 60'ının boşanma, anne ve babadan ayrı büyüme yahut önemli bir hastalık geçirme gibi ruhî sarsıntılara sebep olan travmatik bir tecrübe yaşaması ve neticede yaşantısını yeniden değerlendirerek hayatın anlamını sorgulanmasıdır. Teslis inancının karmaşıklığı, Hz.İsa'nın insanların günahlarına kefaret olarak ölmesi, kişinin doğuştan günahkâr olması, kilisenin tanrı-insan ilişkilerinde aracılıkta bulunması gibi konular mühtedilerin kabullenmekte zorluk çektiği doktrinlerdir. Buna karşılık İslam'ın ortaya koyduğu açık inanç esasları, ahlâk sistemi, kardeşlik anlayışı, hayatın her yönünü kapsayan ve dünya-ahiret dengesini kuran yaşantı biçimi mühtedilerin bu dini seçmesinde etkili olmuştur.(İslam Ans, 21/554)
Alıntılar şöyle:
“Yıldırım bir yeri iki kere çarpmaz” (s.38)
“Afganistan cihat diyarıdır, kardeşlerin birbirlerine yardım ettikleri dünyanın cihat merkezidir.” (s.58)
“İntikam soğuk yenen bir yemektir.” (s.186)
“Biri Müslüman olmaya karar verdiğinde, biz ona aslına döndü deriz.” (s.240)
“Savaş ateş gibidir, söndürülmedikçe alevlenmeye devam eder.” (s.271)
Rıdley’in yaşadığı benzer ihtida örnekleri konusunda DİB yayınlarından A. Arı-Y. Karabulut’un hazırladığı ‘İhtida Öyküleri’ adlı kitabı da ayrıca tavsiye eder, hayırlı okumalar dilerim.
29.11.2012

Kitap, Hoca’nın fıkralarını değil, hayat hikayesini içermektedir. Kitabı, roman tarzında sade bir dille yazılan inceleme yazılarından olan biyografik (hayat hikâyesi)roman türünden bir eser kabul edebiliriz.
Kitabı okurken kendinizi; Moğol saldırıları, taht mücadelesi arasında hissedersiniz. Kitapta adeta tarihle iç içe bir hayat hikayesi sunulmuş. Nasreddin Hoca, camide imam, kürsüde vaiz, medresede önceleri öğrenci sonra müderris, evde bir eş ve aile babası, sorunları çözen bir elçi, yol gösteren bir rehber, zalim yönetici ile uğraşan bir mücadele adamı, toplum içinde ve pazarda adeta içimizden biri olarak işlenmiştir. Hoca, bu hayat mücadelesinde sadece güldüren bir mizah ustası değil, güldürürken düşündüren, güldürerek insanları monoton bir hayattan neşeli bir hayata çeken, dünyanın bitmek bilmeyen dert ve kasavetleri içindeki insanları espri ile biraz olsun güldürerek dünyanın geçiciliğini, asıl ve gerçek olanın öbür dünya olduğunu, ancak öbür dünyanın da burada kazanıldığını anlatan bir mürşid/uyarıcı olduğunu görmekteyiz. Kitapta zaman zaman Hoca’nın fıkralarına da yeri geldikçe ve uygun düştükçe yer verilmiştir ki bunların sayısı 15-20’yi geçmez. Sıkça tekrar edilen fıkrası Hoca ile özdeşleşen eşeğe ters binme fıkrasıdır. Kitabın okuyucuya kazandırdığı bilgilerden birisi de asırdaş olan Mevlana ile iki defa görüşmesidir. Kitabı lise ve dengi okul öğrencileri ile örnek bir hoca tanımak isteyenlere tavsiye ederek Osman Çelik Bey’e teşekkür ederim.Kitaptan alıntılar şöyle:
-Hoca! Cenaze tabutu omuzdayken, herkes sağ tarafa koşar. Nedense sol tarafa itibar olunmaz. Sence, hangi tarafta bulunmak makbuldür?
Nasreddin, şöyle karşılık verdi:
-Tabutun içinde olma da, neresinde bulunursan bulun. Hepsi Allah indinde makbuldür.(s.196)
Halka nasihat edenler, korkunun kaynağı olmamalıydı. İnsanlara, hayatı sevdirmeleri gerekirdi.(s.218)
‘Evliliğin asıl gerçeği nedir?’
Nasreddin, günlük hayatı yakından izleyen ve değerlendiren biriydi.
-Evliliğin gerçeği şu: Gündüzleri çifte hırlama, geceleri çifte horlama!(s.263)
Bir bahar günü, piknik yapmak için göl kenarına gitmişlerdi. Yiyip içip eğlenirlerken adamın biri suya düştü. Adam yüzme bilmediği için ‘imdat!’ diyerek bağırmaya başladı. Herkes göl kenarına koştu.
-‘Ver elini ver elini!’ dediler. Fakat göldeki adam elini uzatmıyordu. Derken, Nasreddin yetişti.
-‘Al şu elimi!’ der demez, kazazede Hoca’nın eline yapıştı. Böylece boğulmaktan kurtuldu. Toplanan kalabalık şaşırmıştı.
-Hocam anlamadık gitti; biz adama ‘ver elini’ dedik dinlemedi. Sen ‘al elimi’ deyince, kabul etti. Nasreddin, gülümseyerek karşılık verdi.
-Siz suya düşen adamın ne cimri olduğunu bilmezsiniz. O sadece alır, vermez. Onun için ‘al elimi’ deyince dediğimiz yaptı. Keramet işte burada! (s.351)
-Hoca! İnsanlar; doğuyor, büyüyor ve ölüyorlar. Bu ne zamana kadar devam edecek?
Nasreddin, başını kaldırmadan karşılık verdi:
-Cennet ile cehennem doluncaya kadar! (s.353)
Papazlar,
-Hoca! Merakımızı bağışlayınız. Hz. Muhammed’in, yedi kat göklere çıktığını söylediniz. Bunu nasıl ve hangi araçla yaptı?
Nasreddin, gülümseyerek karşılık verdi:
-Bunu bilmeyecek ne var ki! Sizin peygamberiniz Hz. İsa için kurulan merdiveni kullanarak.(s.395)
Hoca ile ilgili şu bilgileri de sunmak isterim:
Fıkraları dikkatle incelendiğinde Müslüman Türk halkının mizah sembolü olan Nasreddin Hoca’nın hazırcevap, insanları kırmadan doğruyu söyleyen, yeri geldiğinde kendisiyle de alay etmeyi bilen bir tip olduğu görülür. Fıkralarının çoğunda sıradan bir köylü gibi tarlasında, bağında çalışır, ormana odun kesmeye gider, zaman zaman da şehre iner. Ancak Hoca’nın bazen bir âlim, bazen bir bilge kişi, bazen kadı, tabip, hoca ve elçi kişiliğine büründüğü de görülür.
Hocaya mal edilen fıkraların bir kısmının kaba ve çirkin olayları konu edindiği ve ahlak dışı olduğu görülür. Müslüman Türk halkının, başta inancı olmak üzere ahlak anlayışı ve gelenekleriyle bağdaşmayan bu fıkraların Nasreddin Hoca’ya ait olmadığı, sonradan hocaya mal edildiği kesindir. Bir kaçı dışında tek vakıa üzerine kurulan Nasreddin Hoca fıkraları hakaret içermeyen, açık ve dışa dönük, incitmeden eğiten mizahî yaklaşımların en güzel örnekleridir. Aykırı konuşmayı seven, aklıselimi kuvvetli, neşeli, babacan bir tip olan mizahı hiciv gibi yıkıcı değil yapıcıdır; bu yönüyle iyi niyet timsalidir.(İA, 32/419)
O, Türkiye’de Nasreddin Hoca, Azerbaycan’da Molla Nasreddin, Özbekistan’da (Nasreddin) Efendi, Kazakistan’da Koja Nasır ve Doğu Türkistan’da Ependi gibi değişik adlarla bilinir. Adı ne olursa olsun, o, hep bizim bilinen hocamızdır.
Nasrettin Hoca, son derece sade bir hayat sürmüş, içinde yaşadığı toplumun hayat görüşünü, yaşadıklarını ve değer yargılarını mizahi bir anlatımla dile getirmiştir. Adeta yaşadığı dönemin bir aynası olmuştur. O, yalnızca güldürmeyi değil, aynı zamanda düşündürmeyi ve ders vermeyi amaçlamış bir halk bilgesidir.
Nasrettin Hoca, halk tarafından öylesine sevilmiş ve benimsenmiştir ki kendisinden sonraki dönemlere ait olaylar ve kişiler onunla bağlantılı bir şekilde anlatıla gelmiştir. Hak kendisinin ifade edemediği duygu ve düşünceleri Nasrettin Hoca’ya mal ederek sevincini, öfkesini ve her türlü isteğini ortaya koymuştur.
Nasrettin Hoca’nın fıkraları içinden çıktığı toplumun değer yargılarına ters düşmez. İnsanları aşağılayan, onlarla alay eden ifadeler onun fıkralarında yer almaz. Onun fıkraları karşı düşünceler üzerine kurulmuştur. Fıkralarda düşüncelerin çatışmasından doğan gülünçlükler sergilenir ve sonunda mutlaka bir ders verilir.
Nasrettin Hoca’yı ölümsüzleştiren güler yüzü, tatlı dilidir. O, her başın tacı, her gönlün ilacıdır. Her meclisin gülü, her sohbetin bülbülüdür. Onsuz düğünün de bayramın da tadı olmaz. Çağrılsa da çağrılmasa da o, hep başköşeye oturur. Kısaca o, hayatımızın her parçasında bizimle iç içedir. Onun fıkraları o kadar çok anlatılmıştır ki bazıları atasözü gibi kullanılır olmuştur.(Türk Dünyası Ortak Edebiyatı, Ertuğrul Yaman,TDVY, s.63-64)
29.11.2012

Kitap, İslam’ı seçen 45 kişinin kendi anlatımlarıyla İslam’ı tercih nedenlerini ve ihtida hikayelerini sunuyor. Batılı Müslümanların önemli bir kısmını İslamiyet’e çeken asıl öğenin Kur’an olduğunu göreceksiniz.
Din değiştirme olgusu için şu sebepleri zikretmek mümkündür: İnanılan dinin tatmin edici görülmeyişi, bu dini benimseyenlerin ve din adamlarının olumsuz tutumları, bilgi ve hayat tecrübesinin ilerlemesi, başka dine bağlı kişilerin olumlu davranışları ve hayatını böyle bir toplum veya çevrede sürdürme isteği, başka bir dine bağlı kimse ile evlenme, maddî çıkar sağlama, dinî telkinlerden etkilenme, şok bir etkiye maruz kalma vb. İhtida bir anlamda kişinin yeni bir dini kabul edişi değil eski dinine dönüşüdür, çünkü İslam'a göre insan fıtrat dini (İslam) üzere doğar. Bundan dolayı Batılı mühtedilerden birçoğu, din değiştirenler için kullanılan ‘convert’ (dönme) yerine ‘revert’ (geri dönen) kelimesini tercih etmiştir. İslamiyet bugün de dünyanın en hızlı yayılan dini olma özelliğini korumakta, hızla taraftar bulmaktadır.(İA, 21/554)
Kitaptan alıntılar şöyle:
Artık orduların değil, imajların savaştığı bir çağda yaşıyoruz. Bu savaşı en fazla kaybedenlerin arasında ise maalesef biz Müslümanlar varız. Küreselliği her geçen gün daha fazla hissettiğimiz bir dünyada, başkalarının bizler daha gerçek halimizle tanıyacağını hayal ederken, negatif imajlar bir heyula gibi peşimizi bırakmıyor.
Batı ve Kur’an. Bugün yan yana gelmesi pek muhtemel görünmeyen iki kavram gibi duruyor karşımızda. Ama gerçekte durum farklı. Tüm olumsuzluklara, tüm negatif yüklemelere rağmen bugün Batı’da Müslüman olan, kendisine ‘mühtedi’ sıfatını layık gören insanların sayısı geçmişe göre hiç de az değil. İhtida eden bu insanları İslamiyet’e sürükleyen en önemli etken ise Kur’an-ı Kerim. Kurumsal dinin, daha açıkçası Kilise’nin artık insanoğlunun gayr-i insani isteklerine fetva çıkarmasından istiğna eden Batılı insanlar için belki biz Müslümanlardan çok daha fazla anlam taşıyan bir kitap Kur’an-ı Kerim. (Ali Köse) (s.8)
HAMZA: Benim yaşadığım toplumda yetişen insanlar için İslam, Araplara ait bir din gibi görünür. Bazı insanlar, sadece Arapların Müslüman ve Müslümanlığın Hinduizm gibi bir din olduğunu sanıyorlar. Müslümanlık hakkında hiçbir fikirleri yok. Onlar Müslümanların başka bir dünyanın insanları olduğunu düşünüyorlar. Müslümanlar ‘Allahuekber’ dediklerinde bunun anlamını bilmiyorlar ve saçma bir şey olduğuna inanıyorlar. Bu sözün ‘Tanrı yücedir’ demek olduğunu bilmiyorlar.(23)
FUAT: İçime huzur dolduğu o günden bu güne İslam’ı kabul ettiğim için hiç pişmanlık duymadım. Bu karar aniden ve kolay verilmedi. O sıralar iki dini okulda çalıştığım için işimden kovulmuştum. Çevremdekilerden kabul görmemiş, eşimin ailesince reddedilmiştim, çocuklarım tarafından yanlış anlaşılmıştım. Kendi ülkemde, kendi devletim bana şüpheli gözlerle bakıyordu. Eğer şeytani güçlere karşı beni ayakta tutan inancım olmasaydı, bunların hiçbirine katlanamazdım. Allah’a şükürler olsun ki Müslümanım, Müslüman olarak yaşayacağım ve Müslüman öleceğim.(s.49)
DOROTHY: İslam dininin benim için en çekici tarafı her şeyden önce insanlar arasındaki samimiyeti tesis etmesidir. İslam dininde beni hoşnut eden en önemli şey, beni bazı amaçlar doğrultusunda yönlendirmesidir. Şimdiyle kıyasladığımda daha önceki hayatımda hiçbir amacımın olmadığını görüyorum. Bu, İslam’ın en büyük farklılıklarından biridir. Müslüman erkeklerle ilgili değinilmesi gereken ilk olumlu husus onların güvenilir olmasıdır.(s.86)
BRİAN: Din değiştirme, yaşadıklarımı anlatmak için iyi bir tanımlama değil. Ben sadece içimde var olan inancımı keşfettim, sadece yanlış uyguladığım bir iki davranışımı değiştirdim. Bu yüzden yaşadığım şeyleri Müslüman olmayan insanlara anlatırken, ‘Hıristiyanlıktan Müslümanlığa yükseldim’ diye ifade ediyorum. (s.91)
HALİL: Batı toplumunun gidişatı hakkında iyi şeyler hissetmiyordum. Bunun bir örneği yaşlılara davranış şekliydi. Bu nedenle İslam ülkelerinde yaşlılara gösterilen hürmetten, yaşlı ve hasta bir insanın bakımını topluma bırakmak yerine bakım sorumluluğunu kendi ailesinin üstlenmesinden çok etkilendim. Yani bu benim İslam’ı kabul etmemde önemli bir rol oynadı. Sanırım Hıristiyanlığın en büyük zayıflığı, topluma uyabilmek için kurallarını değiştirmiş olmasıdır.(s.106)
BRUCE: Müslüman olduğumu açıkladığımda, çevremdeki Müslüman arkadaşlarım elimi sıkıp beni kucakladılar ve sonra da beni yemeğe davet ettiler. Biri beni alnımdan öptü. Bu benim için biraz şaşırtıcıydı. Hayatımda ilk defa bir erkek beni yanağımdan öpmüştü. Müslümanlar arasında çok kuvvetli bir bağ olduğunu fark ettim. Eğer bir Müslüman diğer bir Müslüman ‘kardeşim’ diyorsa bunun çok derin bir anlamı olması gerektiğini anladım.(s.116)
JİM CLİNGİNG: Yıllarca dinsiz olarak yaşamış, içimdeki boşluktan dolayı bunalıma girmiştim. İntihar etmeyi bile düşünmüştüm. Ama Kur’an’ı okudukça hayatım bir mana, bir değer kazanmaya başladı. Dünya geçiciydi. Fakat ölümden sonra yeniden dirilmek, Allah huzurunda hesap vermek vardı. Müslüman oldum. Artık benim de bir dinim, sığınacak şükran duyacak bir Allah’ım vardı. Çocukluğumdan beri özlemini çektiğim ‘Yaradan’ıma kavuşmuştum.(s.144)
CEMİLE: Eğer bana, ‘Ne zaman Müslüman oldun?’ diye sorarsanız cevabım şu olacaktır: Ben doğduğumda Müslüman’dım, ama farkında değilmişim. Aslında hepimiz İslam fıtratı üzerine doğuyoruz; ancak birçoğumuz sonraları bunu hatırlamıyoruz, başka inanç ve dinlerin içerisinde kendimizi kaybediyoruz. Ben de dehşetin içerisinde kaybolanlardanım. Fakat Allah’a şükrediyorum ki, ıstırabımı duydu ve beni çektiğim acının içerisinden çıkardı elhamdülillah.(s.151)
HÜDA: Müslüman olarak doğmadığım ve hayatımın tamamını Müslüman olarak geçiremediğim için üzülüyorum. Müslüman olarak doğmuş olanları takdir ediyorum; ancak bunu kıymetini bilmeyenleri gördükçe hayıflanıyor ve onlara Allah’tan bağışlanma diliyorum.(s.166)
Y. İslam ve Jovanne Ridley'in ihtida öyküsünü de okumayı tavsiye ederim.
29.11.2012

Eseri dilimize kazandıran Mehmet Keskin Hocamıza teşekkür ediyoruz. Alıntılar ve başlıklar şöyle:
Hz. Ömer tayin ettiği bir valiyi, tayin ettiği vilayete gönderirken yapmış olduğu uğurlama merasiminde valiyi büyük bir sınavdan geçirdikten sonra ona şu soruyu sorar:
-Vatandaşlar bir hırsız veya yağmacıyı cezalandırman için huzuruna getirecek olurlarsa o hırsız veya yağmacıya ne gibi bir ceza uygularsın?
-Elini keserim.
-Şu halde senin idaren altında bulunan bir aç veya işsiz bana müracaat edecek olursa ben de senin elini keserim. Allah bizleri; alçılarını gidermek, çıplak yerlerini kapamak, kendilerine çalışma imkanları sağlamak üzere kulları idare etmekle görevlendirmiştir. Biz Allah’ın yardımıyla bu nimetleri vatandaşlara verdikten sonra, şükrünü eda etmeleri için ilahi kanunları onlar üzerinde uygulayabiliriz.” (s.11,130)
Medeniyet ve cahiliyet:
İnsanoğlu imanını kaybettiği gün, beraberinde ruhunu da kaybetmiştir. Allah’ın kuvvetinden gafil kalıp da, maddenin gücüne bağlandığı gün mutluluğunu kaybetmiştir. (s.17)
Dünyanın her tarafında camiler, kiliseler, sinagoglar, havralar yer yer yükselmektedir. Bu mabetlerde Allah’ın ayetleri okunmakta, peygamberler ululanmakta, güzel sözlerle her taraf aydınlatılmakta, ahlakî dualar, ülküsel yakarışlar, besteli münacatların güzel kokuları Allah’ın katına kadar yükselmektedir. Yerküremiz, bugün olduğu kadarıyla önceleri hiçbir zaman bu kadar mabetleri görmemişti. Bugün işittiği kadarıyla önceleri hiçbir zaman bu kadar imana davet eden tatlı, besteli duaları işitmemiştir. Ama bütün bunlara rağmen insanoğlu bugünkü haliyle dünyada dinlerin hükmetmekte olduklarını, yaşantıyla ilgili sorunlara cevap bulmak için Allah’ın kelamına başvurulmakta olduğunu iddia edebilir mi?
Eğer iman çağında veya dinlerin sözünün geçerli olduğu bir çağda yaşadığımızı farzedersek dünyamızın ikiyüzlü ve sahtekar olduğunu muhakkak anlamış olacağız. Bugünkü medeniyetimiz, yaşantımızdaki iman gerçeğini silip süpürmüş, iman kelimesini sadece bir hatıra ve antika eşya misali miras olarak muhafaza etmiştir. (s.17)
İslam davasının sonu gelmiş midir?
İslam’ın ışınları devamlı olarak karanlıkları aydınlatmakta ve her tarafta adeta kınından çıkmış kılıç gibi parıldayarak hidayet yolunu göstermektedir. Bunu ispatlayan deliller şöyle:
a.Gerek Avrupa ve gerek Asya’da savaş v fetih olmaksızın bazı milletler komünizmin tuzağına düşmüşlerdir. Ama bütün bu komünistleşen milletler arasında bir tek Müslüman millet yoktur.
b.Dinsizlik fikri ile egzistansiyalizm(varoluşçuluk) akımı, Avrupa topluluklarını paylaşmakta, bu topluluklar arasında ahlakla ilgili bütün hususları devamlı olarak alay konusu yapma eğilimi yaymakta ve çeşitli vesilelerle bu alayları semavi dinlere yöneltmektedirler. Ama bütün bunlara rağmen dinsizlik fikri, Müslümanlarla ilişi kuramamış ve bu fikir Müslümanlarca benimsenmemiştir.
c. Avrupadaki fikri hareketler, hep reformun propagandasını yaparlar. Hıristiyanlığın dogmaları dışında her alanda bir reform yapılmasına taraftardırlar bu fikri hareketler.
d.Hiçbir din alimi İslam’ın ortaya koyduğu, Kur’an’ın tespit ettiği, geçmişte saadet asrı ve dört halife devrinde uygulandığı gibi, sosyal, ekonomik, hukuki, ahlaki insanların yaşantılarında karşılaştıkları ıstırapları İslam’dan başka dindirici bir adil düzenin bulunduğunu asla iddia etmez, edemez. (s.24)
Batıl bir dava destekçi bulur bulmaz behemahal zafere ulaşır da, hak ve hakikat davası olan İslamiyet, destekçi bulunca zafere ulaşmaz mı?(s.28)
Boş duran kişi şeytanın arkadaşıdır.(s.38)
İslam’ın etrafındaki şüpheler
İslamiyet ve yarınki medeniyet
İslam, dilek ve temenniler dini değildir. Sonsuz bir aksiyon isteyen cihad, gevşeklik kabul etmeyen muntazam bir amel dinidir.(s.50)
Yoların ayrılış noktasında Müslümanlar
Kur’an Devleti
Kişi, İslam’ın kolay tarafını uyguladığı gibi, külfetli taraflarını da uygulamak zorundadır.(s.75)
“Sizler, İslamiyetin halkalarını birer birer parçalayıp dağıtacaksınız. İlk önce İslam siyasetini yürürlükten kaldırırsınız. Sonra da en sonuncu halka olan namazı terk edersiniz.” (Hadise bk.)
“Dininizden ilk terk edeceğiniz şey emanettir. En son da ise namazı terk edersiniz.” (Ebu Nuaym Hılye’de (6/265) ve Ahbar’da (2/213), İbn-u Mes’ud’dan Taberâni kebirde (9754) Haraiti Mekarim de (77) ve Taberâni Evsatta (1/138) Ömer Ibnul-Hattab’dan sahih bir senedle rivayet etmişlerdir. Albâni Silsile’de (1739) tahriç etmiştir.)
Dinî hükümet değil İslamî hükümet
Cihad vazifesi iman makamlarından bir makamdır.(s.111)
Devlet başkanının görevleri
İslam devletinde hükümet şekli
Politik hükümlerde yöneticilere tolerans tanımak, şeriata aykırıdır. (İmam Karafi Maliki) (s.158)
İnsanlar işledikleri günahların sayısı kadar mesele ile karşılaşırlar. (Ömer b. Abdülaziz) (s.158)
Hilafet İslamî bir vecibe midir?
Egemenlik milletindir
İslam’da yargı müessesesi
İslam’da şura
İslam’da emniyet teşkilatı
İslamiyet gayet açık olarak ilan etmektedir ki, bir toplum eğer fasıkları, asileri, fesatçılarla zorbaları terbiye edip onların kötülüklerini engellemeyecek olursa, o toplum berbat olur. o toplumda fitne ateşi yükselir. Çözüntü ve zaaf alametleri baş gösterir. Ki Allah korusun bu da ilahi gazapla neticelenir. (s.208)
İslam şeriatı
İslam şeriatı, toplum maslahatına bağlıdır.
Maslahatın yanında yer alır.
Hayat gerçeğiyle aynı doğrultudadır.
İslam hukukunun temeli ictihada bağlıdır.
İslam şeriatı ve diğer hukuk düzenleri
Semavi hukuk, kişiye davranışlarını düzeltmesini emreder. Başkalarına zarar vermese bile kendi şahsı için zararlı olan işleri yapmasını yasaklar. Kişinin kendi bedeninin organlarından birini telef etmesini veya malının bir kısmını israf etmesini de yasaklar.
Beşeri hukuk der ki, kanunlar sadece insanların birbirlerine eziyet etmelerini engellemek amacıyla işletilir. Bu nedenledir ki, hukukçular kanunu, ‘insanlar arasındaki ilişkileri düzenleyen şey’ olarak tanımlamışlardır. (s.305)
İslam’da ekonomik düzen
Mevcut ekonomik sistemler arasında İslam ekonomisinin yeri.
28.11.2012

Tarihin bütün devirlerinde ve bütün toplumlarda daima kendisiyle karşılaşılan evrensel bir olgu olan din, insanı hem içten hem dıştan kuşatan, onun düşünce ve davranışlarında kendini gösteren bir disiplindir. En basit anlamı ile din insanlar için hayat bilgisidir. Hayat bu bilgi yokmuş gibi yaşanamaz. Ne zaman ki din, laiklikle bir arada kullanıldı ve uygulandı ise ibre hep dinin aleyhine olmuştur. Başgil’in adeta mayın tarlası mesabesinde olan ve birçok kalemşörün cesaret edemediği bu konuyu ele alması, yazıldığı 1950’li yıllar düşünülünce ülkenin o dönemde içinde olduğu buhranlara net çözümler sunmaya çalışan bir fikir işçisinin çırpınışlarını yansıtmaktadır. Bu eser, yazarın her ne kadar İskilipli Atıf Hoca’nın ‘Frenk Mukallitnamesi’ gibi idamına neden olmamışsa da herhalde cumhurbaşkanlığından el çektirilmesinde en büyük pay sahibi olmuştur.
Başgil,ilk olarak din mefhumunu ele almakta, unsurları üzerine eğilmekte, dinin iman ve amelden oluştuğunu ifade ederek, imanın ve amelin çeşitleri üzerinde durmaktadır. Bu bölüm daha çok dinsizliğe /ateizme karşı bir din savunusu mahiyetindedir. Daha sonra din nedir? sorusunun cevabını arayan Başgil, dinin ortaya çıkmasıyla alakalı nazariyeleri ele alarak, yanılgılar üzerinde durmaktadır. Nihayetinde dinin, mücerred bir iman ve çıplak bir akideden ibaret olmadığını; aynı zamanda ahlak ve ibadet, dua ve münacattan da oluştuğu; talim ve tedris, neşir ve telkini ihtiva ettiği ifade edilmektedir. Daha sonra bugünkü toplumlarda din ve devlet münasebetleri çerçevesinde laiklik ve din hürriyeti meselesi, din hürriyeti prensibinden doğan haklar konusunda inanma hakkı meselesine değinildikten sonra ibadet ve dua hakkının da din hürriyeti prensibi içinde mündemiç olduğunu ifade edilerek, bu hakların korunması sadedinde laikliğin ne demek olduğu; laiklik ve modern devlet başlığı altında ise din hürriyetinin hem din düşmanları kanadından, hem de din taassubu içinde olanlar sebebiyle düştüğü olumsuz durum ele alınmış, bu iki aşırılığın dengesinin ise laiklikle temin edileceği tezi savunulmuştur. Daha sonra Türkiye açısından önemli bir ayağını oluşturan din ve devlet münasebetlerinin tarihine kısa bir bakış atılarak, zamanımızda ilim ve din mücadelesi konusu ele alınmıştır.
Başgil, yazılarında, akıcı, sürükleyici bir üslup, insanın içine ferahlık veren, edebi zevkle örülmüş, çekici bir anlatış tarzı vardır. Makale ve çalışmalarında, etkili benzetmeleri, istiare ve kinaye sanatları, tasvir kabiliyeti, deyim ve atasözleri yazarın dile hakimiyetini göstermektedir. Bu tasvir kudretine psikolojik tahliller de girince, yazısı tam bir canlılık ve dirilik kazanır. Mesela: İki ağızlı balta gibi kullanmak (s.26); dumanı görüp de ateşi inkar etmek (s.80); kütük enseye kubbe göbeğe feda etmek (s.83); ölecek hastanın başında hekimden şifa ummak(s.86); çölün serabını havuz zannetmek(s.92); kilimin dört ucunu bırakmak (s.114); hastalığı zehirle tedaviye kalkışmak (s.118); köpeksiz köy bulup değneksiz gezmek (s.135); kötü söz geçmez akça sahibinindir (s.132); Kayalıkta pirinç bitmez (s.211); iğne ile kuyu kazmak(284).
Kitaptan alıntılar şöyle:
Eserlerini her baskıda adeta yeniden yazar gibi düzeltip zenginleştiren Fransız Voltaire’e sormuşlar: ‘Eserlerinizin son baskısını ne zaman vereceksiniz?’ ‘Öldüğüm zaman’ cevabını vermiş. Beşikten mezara kadar öğrenmeye muhtaç olan insanın son eseri, hakikaten, öldüğü gün mevcut olanıdır.(s.11)
O ganîyem ki, bu bâzâr-ı cihanda(fenâda) feleğe/Metelik vermek için bende bozukluk yoktur. (Ben bu yokluk pazarında (dünyada) öyle zengin biriyim ki, feleğe metelik vermek için bende bozukluk yoktur.)
On dokuzuncu ve yirminci asırların tarih ve sosyoloji araştırmaları ile anlaşılmıştır ki, din, derin bir duygu ve manevî mesnet olarak, insanoğlu ile beraber var olmuş ve ilk medeniyet eserleri, medenî duygular ve düşünceler, hep dinî inançlardan doğmuştur. Hukuk, ahlâk ve siyaset, hattâ teknik ve san‘at bile zuhur ve inkişâfını dinî duygu ve düşüncelere borçludur.(s.13)
Dinsiz ilim, belki aklı tatmin eder, fakat muhakkak ki, gönlü karartır. Nitekim ilimsiz din de ruhu ve gönlü ışıtır, fakat aklı karanlıkta bırakır.(s.42)
İnanmayan ve içinde imanı taşımayan insan, suya kanmayan bir hasta gibidir; servete, konfor ve sefahate kanmaz. Fert için olduğu kadar, cemiyet için de felaketlerin kaynağı, bu kanmamazlıktır. Din, insan ihtiraslarını frenleyen en kuvvetli manevi dizindir.(s.72)
Din, şek içinde bunalan insan ruhunun ışığıdır. Hem de yalnız inanma değil, aynı zamanda bilme ihtiyacının ifadesidir.(s.73)
Ciddi mümin, iyiliği Allah’ını sevdiği için yaptığı gibi, kötülükten de bu sevgiyi kaybetmekten korktuğu için kaçınır.(s. 93) Taklidi iman, başkasının imanına imandan ibarettir.(s.100)
Dindarın iç hayatını nurlandıran iman, kuvvet ve gıdasını ibadetten alır.(s.103)
Hükümet elinin ve gözünün girdiği mabedde iman ve akide çürür ve çöker.(s.112)
Ruhlarında iman etme istidadı taşıyan insanlar için, Allah’a imanın yerini hiçbir şey dolduramaz. (s.114)
Din halka inmiş ve kitleye malolmuş insanlıktır. Böyle olduğu içindir ki dine ve maneviyata düşman olanlar, dikkat ederseniz, insanlığa da düşmandırlar.(s.116)
“Kafaları bilgi nuru ile aydınlatınız, tâ ki onları kesme ihtiyacı duymayasınız.” (Victor Hugo) (s.120)
Bir din için en büyük tehlike, hadimlerinin memurlaşması, kürk ve saltanat hırsına düşmesidir. (s.180)
Dine bağlı devlet sisteminde din adamları nasıl birer ‘Sezar’ kesilirse, devlete bağlı din sisteminde de hükümet adamları ve her cins huydan politikacılar birer fuzulî din doktoru ve ehliyetsiz reformatör rolü oynamaya kalkışırlar.(s.183)
Tarih ifrat ile tefrit şeklindeki aksülamellerin uzun bir hikayesi olmaktan başka bir şey değildir.(s.274)
Dizginlenmeyen arzu ve ihtiyaç, sahibini çiğner. Arzu ve ihtiyaçlarımızın esiri olmamak için onları dizginlemeye mecburuz. Aksi halde ciğer bulaşmış bir eğeyi yalayan aç kedi vaziyetine düşer, dilimizden akan kanları yalarız da haberimiz olmaz.(s.280)