Toplam yorum: 3.086.295
Bu ayki yorum: 5.982

E-Dergi

okyanu_s Tarafından Yapılan Yorumlar

27.06.2007

İkbal Gürpınar'ın ‘Günaydın Gece' isimli kitabını okumaya başladığım daha ilk satırları düşüncelere daldırdı. Bir zamanlar sürekli düşündüğüm ve içimi acıtan bir konuya değinilmişti. Severken sarf edilen, hiç bitmeyecekmiş gibi verilen sözler, güzel iltifatlar… Sonra zamanla aşıma uğrayan, en ufak bir pürüzde yerle bir olan duygular… Hatta bazen hiç yoktan nefrete dönüşen…

İkbal Gürpınar ismine yabancı olduğunuzu sanmıyorum. Zor şartlarda yaşayan insanların çaresizliklerini dile getiren ve yardımları organize eden bir program sunuyordu “Kimse Yok Mu? '

Kitapta programda karşılaşılan mağduriyetler ve çaresizlikler kalem alınmış tabi kamera arkaları ve yazarın hayata bakışı doğrultusundaki şahsi değerlendirmeleri ile birlikte...

Her satırı çok anlamlı… Konu insanlar ve insanların yaşamlarından kesitler olunca bu sonuç kaçınılmaz oluyor sanırım. Bu satırları yazarken magazinsel içerikli yayınlar geldi hatırıma, onlarda da konu insanlar ve onların yaşamlarından kesitler, bu yayınlarda da ‘çok şey' anlatılıyor(?) hatta haddinden fazla satılar diziliyor ama anlatılanlar ‘çok şey' anlatmıyor. Nicelik? Nicelik bazen çok şey ifade ederken bazen nitelik karşısında kof ve komik bir yığın olmaktan kurtulamıyor.

Kitapta en etkilendiğim ve içimi sızlatan birisi de fakir bir ailenin küçük kızı Rukiye'nin küçücük kalbindeki kırıklığı anlatan satırlar… Akranlarının onu oyuncakları olmadığı ve için fakir olduğu için oyunlarına almayışlarının onun kalbinde bıraktığı acıyı bende hissettim yüreğimde sanki… Çocuklarımızı da kendimiz gibi bencil yetiştiriyoruz biz kendimizi karşımızdakinin yerine koyup empati yapmayı bilmiyoruz, onun acısını yüreğimizde hissetmeye çalışmıyoruz çocuklarımızın vicdanlarının seslerini kısıyor ve bu hain döngüyü devam ettiriyoruz. Belki de bu hain vurdumduymaz döngünün bir gün kurbanı biz veya kendi çocuklarımız veyahut torunlarımız olacak. Hangimizin gelecek ile ilgili ne gibi bir garantisi var? Neyimize bu kadar güveniyoruz da başkalarının duygularını bu kadar hiçe sayarak yaşıyoruz? Atalarımız ne kadar doğru söylemiş ‘Malına güvenme, bir kıvılcım yeter, güzelliğine güvenme bir sivilce yeter.'

İkbal Gürpınar’ın sade ve güzel anlatımından ve duru Türkçesinden ayrıca bahsetmeye gerek yok sanırım TV programlarını yakından takip edenler bilir…

Kitabın arkasındaki şu anlamlı sözler ile noktalamak istiyorum;

Güzellik bakan gözdeymiş. Niyetmiş her şeyi güzelleştiren, olmazları olduran. Sevgi, açılmayacak sanılan, üzerine kilit vurulan tüm kapıların anahtarıymış, tam da ümitsizliğe düşmeye ramak kala doğuruvermiş güneşi üzerimize yaradan; parlak ve sıcak. Tatlı dille söylenen sözlere doyulmazmış.



15.07.2006

İnsanlık Nereye Gidiyor

Kitap Susanna Tamoro'nun Afrika'lı bir arkadaşına yazdığı mektuplardan oluşuyor. Her mektup mevsimlerin doğada meydana getirdiği değişiklerin ve bu değişiklerin yazarda uyandırdığı duyguların tasviri ile başlıyor ve yazarın kendi bakış açısıyla değerlendirdiği, toplumsal sorunların dile getirildiği satırlarla devam ediyor.

Başlık

' Sevgili Mathilda ' kitapdaki sevgi, 'İnsanın Yürmesi' insanlığın uyanışı ve eyleme geçişi, 'Dört Gözle Bekliyorum' bu uyanış dönemine duyulan özlem ve tutku...'Sevgili Mathilda İnsanın Yürmesini Dört Gözle Bekliyorum' sanırım kitaba bundan daha güzel bir başlık bulunamazdı.

İnsanın Yürümesi

'Yaşam, pek çoğumuz için sürekli ve yorucu, bir o kadar da basit ve kurnazca bir kendinden kaçış değildir de nedir? ' diyor mektuplarının birinde yazar ve kim olduğunu, nereden gelip, nereye gittiğini sorgulamadan diğerleri gibi yaşayan, kendi özüne yabancılaşan insanlığı sorguluyor. İnsanın kendisinin oluşturduğu, özünü kavramasını ve kendisini sorgulamasını engelleyen, bilinçsiz ve sınırsız tüketim anlayışının hakim olduğu yaşama ve bunun sonuçlarına dikkatleri çekmeye çalışıyor mektuplarının her satırında.

Susanna Tamoro bu anlayış içindeki insanı, herşeyin kendisi için varolduğunu düşünen son derece kibirli ve çılgın bir krala benzetiyor. Kral maddeye ve onun getirdiği saltanata ulaşmak için aynı zamanda maddenin kölesi oluyor. Tamoro'nun kralla ilgili tasviri; ' Kör ve sağır, bu körlüğünü ve sağırlığını meziyet sanan bir insan'

Tamoro her mektubunda, örneklediği farklı olay ve konularla insanlığın geldiği noktayı sorguluyor. İnsanın özgünlüğünü yitirerek diğerleri gibi olma yarışı içinde, uzak durduğu ve korktuğu yanlızlık olgusunu yazar 'İnsanın kendi kendisiyle bir içtenlik yaşayabilmesi için en olağan üstü yol' olarak nitelendiriyor.

Sonuç

'Ben yazının görünmeye değil, görmeye yaradığını düşünüyorum' diyen Susanna Tamoro'nun 'Sevgili Mathilda İnsanın Yürmesini Dört Gözle Bekliyorum' isimli kitabında, günümüzde düşünmeden konuşan ağızlarda anlamlarını yitirmiş kelimeler sanki anlamlarını bulmuş.

Bir beyazı bir zenciye yazdığı bu dostça ve insancıl mektuplar arkadaşlık, insanlık, sevgi kavramlarına adeta yeniden hayat vermiş.

15.07.2006

SADECE APTALLAR 8 SAAT UYUR

‘Sadece Aptallar 8 Saat Uyur’ isimli kitap şekli ve yazı formatı itibariyle alışalagelmiş kitaplardan oldukça farklı.... Dört kenarı değil 5 kenarı olan 335 sayfalık bir kitap ama bu kalınlık sizi korkutmasın kalınlığın nedeni yazının formatından kaynaklanıyor. Klasik formatta yazılmış bir kitap olsa sayfa sayısının yarı yarıya azalacağından emin olabilirsiniz.

Kitabın yazarı Erdal Demirkıran, ismin altında ‘Dünyanın en akıllı insanı’ şeklinde bir imzası var. Bu yazıyı gördüğünüzde yazarın biraz ‘ukala’ olduğunu düşünebilirsiniz ama kitabı okuduğunuzda yazarın neden bu şekilde bir imza kullandığını anlıyorsunuz. Tabi yazrın bu noktadaki bakış açısı tartışmaya açık...


Aslında imza ve bu şekilde bir imza kullanılmasının altında yatan mantık kitabın ana fikrini veriyor diyebiliriz. “Önünüze ulaşılması zor hedefler koyun, hedefinizi aşka dönüştürün, bu şekilde az uyuyacak, çok çalışacak ve dahi diye adlandırılan insanlar arasına ismizi yazdıracaksınız.” Kitabın özü bu...

Kitapta verilmek istenen bu mesaj, ‘Dile benden ne dilersen Cini’, ‘Kendyn’ ve ‘Kendyn’nin Hipotalamusu’ arasında geçen bir diyaloglarla hikayeleştirilerek anlatılmış.

Kitabın ilk bölümlerinde Kendyn’ Cin ile karşılaşıyor, zamana yolculuk yapıyor ve bugün ‘önemli adamlar’ diye andığımız tarihi şahsiyetlerin yaşamlarına daha doğrusu çalışma ve uyuma alışkanlıklarına tanık oluyor. Bu kısımda ‘eğer önemli bir adam olmak istiyorsan, büyük hedeflerin varsa çok çalışırsın, az uyursun’ mesajı veriliyor okuyucuya. Bu mesaj bir kaç dahinin yaşamları ile pekiştirildikten sonra Cin ve Kendyn, Kendyn’nin Hipotalamus’una yolculuk yapıyorlar. Hipotalamus Kendyn’e uyku konusunda normal çalışma mantığını ve düşünmeden kabul edilmiş toplumsal yargı ve uygulamarla bu sistematiğin nasıl bozulduğunu anlatıyor.

Hipatalamus, Kendy ve Cin üçlüsü arasında geçen diyaloglarla okuyucuya kabul görmüş ‘Bir insan için normal uyku süresi 8 saattir’ yargısının yanlış olduğu, kişiye 4-6 saatlik uykunun yeterli olduğu mesajı veriliyor. Kendine hedef belirleme ve bu hedefler doğrultusunda zamanı programlamak ile ilgili taktiklerede yer verilmiş zaman zaman...

Bu yolculuktan sonra; artık bir bilge oluyor, az uyuyor, çok çalışıyor ve önemli bir adam oluyor Kendyn masalın sonunda.

Erdal Demirkıran ‘Dünyanın en akıllı insanı’ imzası ile yazdığı ‘Sadece Aptallar 8 Saat Uyur’ isimli bu kitabı ile vermek istediği mesajı, hayal gücü ile hikayeleştirerek ortaya koymuş. Kitap için ‘Kişisel Değişim Romanı’ açıklaması yapılmış. Ancak anlatım ve üslup itibari ile bir romandan daha çok bir masal kitabını andırıyor ‘Kişisel Değişim Masalı’ bu kitap için daha yerinde bir tabir olurdu.

Anladığım kadarıyla yazar sıkıcı olmamak ve mesajı daha etkili bir biçimde vermek için masal vari bir anlatım seçmiş. Ancak anlatım konunun ehemmiyeti ve ciddiyeti açısından çok zayıf kalmış. Masalın kahramanının olayların gelişimi süresince kitapta hissettiği vurgulanan duyguları okuyucuya yeterince hissettirelememiş, anlatım okuyucuya vermesi gereken heyacanı vermek konusunda çok zayıf kalmış. Ayrıca kitapta oldukça fazla argo ve sıradan söylemler var. Bu her okyucuyu rahatsız eder mi bilmem ama beni fazlasıyla rahatsız etti...

Okumaya Değer mi?

Aynı konuda yazılmış çok daha iyi ve çok daha etkileyici kitaplar okdum. Yazarın hedef okuyucu kitlesini bilmiyorum ama 14 yaşın altında daha çok masal vari anlatımlardan hoşlanan okuyucu için uygun bir kitap olabilir.

16.05.2005

Kitabı okudum ve araştırma kendilerini Kuran araştırma gurubu olarak adlandıran bu kişilerin sitelerine de göz attım. Ancak ne kitapta ne de sitede bu kişilerin kim olduğuna dair bir bilgi bulamadım.

Kuran araştırma gurubunu üyeleri, bu üyelerin eğitim durumları ve bu guruba katılma amaçları nedir. Bu gurup nasıl çalışır, araştırmada izledikleri metot yol ve yöntemler nelerdir. Bunları öğrenmek istedim. Bence kitapta bu bilgilere yer verilmeliydi.

Sitede gördüğüm kadarıyla güzel yazılar kısmında kitaptan alıntılar var yeni bir şeyler göremedim. Anladığım kadarıyla gurup üyelerinin yazıları bunlar yapılan yorumlarda genellikle gurup üyelerine ait. Her yazıda gelenekçilere göndermeler yapmak ihmal edilmemiş. Sanki yazıların amacı aslında samimiyetle ilgili konudan bahsetmek değil de birilerine göndermeler yapmakmış gibi geldi bana.

Kitapta değinilen bir çok doğru ve yerinde gözlemler var. Tabi hepsine katıldığımı söyleyemem. Özellikle insanların islamı Allahın kitabı yerine falan efendinin kitabından öğrenmeye çalışmaları konusuna yürekten katılıyorum. Müslüman olduğunu söyleyen ve bir kez bile Kuranı açıp Allah bizden ne istemiş, merak etmeyen bir çok insan var. Düşünmediğimiz de doğru. Biraz gelenekler birazda benimsenmiş maddeci sosyal sistemlerin etkisiyle kendimizi ve özümüzü düşünmekten alı konulmuşuz. Tabi bunda her bireyin ayrı ayrı sorumluluğu da var. Tercihimizi batıldan yana kullanıyoruz geçici menfaatlerden yana...
Maddeciler çok şey başarmışlar aslında. İnsanları makineleştiren sadece yüklenen programlar sınırında çalışan ve buna göre hareket eden robotlar haline getirmişler insanlığı. Ayrıca bu amaçla dine sokulan fitnelerde epeyce işe yaramış. Kuran da Allah bize sık sık düşünüp ibret almamızı haykırırken nedendir bilinmez şeyhler dinin önderi gösterilen insanlar bizi düşünmekten alıkoymak için ellerinden geleni yapmışlar ( bu eleştiriden tenzih ettiklerim de var). Aslında bunlar sadece şeyhlerden çok müridlerin çalışmaları. Hani bir söz vardır. Şey uçmaz müridi uçurur diye. Bu söze katılmamak elimde olmuyor bazen.

Ben kitapta yazılan bir çok şeye katıldığım halde kullanılan üslubun yanlış olduğunu düşünüyorum. Araştırma gurubu diye adlandırılan bir topluluğa daha farklı, ılımlı, uzlaştırıcı ve daha kibirden uzak bir üslubun yakışacağı kanaatindeyim. Eleştiriler yapılırken eleştirilen kişilerin yaşadıkları dönemin pisiko-sosyolojik baskılarının ve de teknolojik durumun daha iyi analiz edilmesi gerektiğini düşünüyorum.kitapta tarihi analizlerin yeterince yapılmadığı görüşündeyim.

Ayrıca değinmek istediğim başka bir konu gelenekçilerin insanı dinden soğutması konusu.
Gelenekçilerin bazı insanları dinden soğuttuğundan söz edilmiş. Bu insanların dinden soğumaları konusundaki sorumluluk sadece gelenekçilere yüklenmiş. Kitapta ayetlerle desteklenerek üzerinde durulan bir konu var. Peygamber efendimizin bile insanlar yola getirmek konusunda bir yetkisi yoktur, Onun işi sadece tebliğ etmektir. Tabi yoldan çevirmek konusunda da. Bu kişinin kendi iradesine bağlı ve Allah’ın istemesine bağlı bir meseledir. Çaba insanın hüküm Allahlındır. Allah’ın doğruyu arayan ve yaşamak isteyene doğru yola göstermeyeceği gibi bir şeyin söz konusu olamayacağına göre, Allah samimi olan insana ve isteyen insana hakkı mutlaka gösterecektir. Demek istediğim insanların islamdan uzaklaşmaları yine kendi seçimleridir. Birileri de bahaneleridir. Önlerinde Kuran var, açıp okusunlar. Kulaktan dolma şeylerle İslamı bağdaştırmasınlar. Bunları yapmıyorlarsa kitapta sert bir dille eşleştirilen gelenekçilerden farkları kalır mı? Onlarda kulaktan dolma şeylerle diğerleri de aynı şeyle hüküm veriyorlar. Aradaki fark bir tarafın bu gelenekçi görüşü benimsemesi onlardan hoşlanması bir tarafın da tam tersi bu konuların işlerine gelmemesi değil mi. Fark sadece sonuçtan memnun olma ve olmama durumu.
12.05.2004

Kendize Engel Olarak Neler Kaçırdığınızın Farkında mısınız?

“Kendi hayatını kendi istekleri ve kendi tercihleri doğrultusunda yaşayan herkes değerlidir.”

R.Şükrü Apuhan kitabında insana verilmiş büyük güce dikkatleri çekiyor, bu büyük güçten faydalanmanın yollarını anlatırken, buna en büyük engelin insanın kendisi olduğunu söylüyor.

'Kendi kendime hiç engel olmayacağım.” (Agrippinus)

“İnsan insanın kurdudur.” Bugünkü versiyonuyla “İnsan kendisinin kurdudur.” sözünün ne kadar doğru olduğunu bu kitapla bir kez daha görmeniz mümkün.

“Kendisine takılıp düşen insanların sayısı az değildir.” diyor yazar kitabın ön sözünde ve “Büyük yürüşte en büyük engelin insanın kendisi olması düşündürücüdür.” diyerek devam ediyor.

İnsan Kendisini Tanımalı

Bütün kişisel gelişim kitaplarının buluştuğu ortak noktaya, R.Şükrü Apuhan da değiniyor ve “İnsan kendisini tanıdığında büyük bir problemi çözmüş olacaktır.” diyor. İnsanın kendisi tanımasının bir zorunluluk olduğunu şu sözler ile ifade ediyor yazar:

“Varlığını hiçbir endişe ve şüphe taşımadan olduğu gibi savunanların karşısında, bunu yapamayanlar boyun eğmek zorundadır.”

Yazar bu sözlerle şu mesajı veriyor; eğer insan onurlu ve kendi olarak yaşamak istiyor ve kimseye boyun eğmek istemiyorsa, önce kendini tanımalı. Yeteneklerini bilen, tüm yeteneklerini iyi niyetli amaçları için seferber edebilen, nerede başlayıp nerede durabileceğini bilen insan…Kendini tanıyan insan portresi bu şekilde çizilmiş kitapta.

Başarının Anahtarı Yetenekli Olmak mı?

Kendini tanıyan insan= Yeteneklerinin farkında olan insan…Denklem bu şekilde kurulmuyor. Yeteneklerinin farkında olmak kadar bunları doğru şekilde kullanmakta önemli. Bu ihmal edilirse yani denklem yanlış kurulursa, sonuçta yanlış olur; insan kendisini eksik tanır ve yaşamını yanlış yönlendirir. Bu sonuç kitapta şu sözler ile çok güzel özetlenmiş.

“Yetenekleri ile çalışması arasında uygunluk olmayan kimselerin kendilerinden memnun olması “Hayat böyle de yaşanır.” felsefesinden başka bir şey değildir.”

Kendime Engel Olmayacağım

Kitaptan alıntılar yaparak, yazarın okuyucuya vermek istediği ana mesajı aktarmaya çalıştım. İnsanın başarılı ve onurlu bir yaşam sürmesi insanın kendisini doğru tanımasına ve kendine engel olma eğilimi içinde olmamasına bağlı. Yazar bu kitabı yazış amacını açıklarken de bu konuya değinmiş ve bu eseri okuyucuyla buluşturma amacını şöyle ifade etmiş;

“Bu eser, kendine engel olanların sayısını azaltmak gerektiği düşüncesi ve bu düşüncenin yüklediği sorumluluk duygusu sonucunda ortaya çıkmıştır.”

Amacını anlatan bu sözlerle yazar gizli bir mesaj daha vermiş okuyucuya her düşünce sorumluk taşıyan bir eylemi beraberinde getirir. Yanlış bir şeyler görüyorsanız ve bir şeylerin düzeltilmesi gerektiğini düşünüyorsanız bunları eleştirmek yerine düzeltmek için eyleme geçin, sorumluluk alın. Gizli mesaj bu. Kitabın bir bölümünde bu konu ile ilgili, sizinde beğeneceğinizi düşündüğüm çok güzel bir cümle var.

“Büyük bir amaca hizmet etmek için, büyük bir neticeye ulaşmak için katlanacağınız fedakarlıklar, göstereceğiniz çabalar küçük hayatın, küçük insanı olarak yaşarken göğüslemeniz gerekecek çilelerden daha yıpratıcı olmayacaktır.”

Anlatım ve Dil

Yazar okuyucuyu sıkmayacak şekilde verilmek istenen ana mesajları ve teknikleri alt başlıklar ile bölümlere ayırmış ve çok yalın, anlaşılır bir dil kullanmış.

Son Söz

Hep söylediğim gibi kişisel gelişim akımını içimize sindirebilmek için onu bizim kültür ve inançlarımızla şekillendirmeliyiz. Bu sentezin yapıldığı bir kitap daha doğru bir ifade ile bize hitap eden bir kişisel gelişim kitabı okumak istiyorum diyorsanız; “Kendime Engel Olmayacağım” iyi bir tercih olur.