Toplam yorum: 3.085.015
Bu ayki yorum: 4.700

E-Dergi

murat doğan Tarafından Yapılan Yorumlar

06.12.2010

Anar'ı ilk defa okudum ve hayran kaldım. Doğrusu Amin Maoulouf'u anımsadım. Şehir tasvirleri birbirine benziyor. Kahramanları çok hoşuma gitti. Diğer kitaplarını da alıp okumak isterim. Felsefeci olmanın da güzelliği yansımış kitaba. ''düşündüğüm için mi varsın, olduğum için mi düşünüyorum''
Kitabın baskısı çok hoş. Teşekkürü hak ediyor, iletişim yayınları.
06.12.2010

Ortaylı Hoca maşallah bir darbeleri övmediği kalmış. Bence tarihçi olmanın zihinde bıraktığı tortularla kaleme almış. Yer yer güzel açıklamaları var. Ama kendisini hiç de özgürlükçü bulmadığımı söylemek isterim. Demokrat Parti dönemini neredeyse Cunta dönemleriyle eş değer tutuyor.
Şaşırdım doğrusu...
06.12.2010

Olayı yüzeysellik ve popülizmden uzak uzak bir şekilde işlemiş. Ulus devletin ontolojik temellerine inen Yıldız dünyadan da örneklerle destekliyor çalışmasını. Ortaya attığı tezlerde alanında uzman ve dünyaca tanınan kişiler.
Yıldız bir akedemisyen olmanın yanında bir müslüman ve kürt olarak da olayı gerçekten çok objektif değerlendirmiş.
Alanındaki en dolu, yetkin kitap...
21.11.2010

Ali URAL kelimelerle tek başına konuşmuyor. Sizi de davet ediyor kelimelerle tanış olmaya. Kimlerle mi tanışıyorsunuz kelimelerde. En başta ayet ve hadislere yolculuk var sonra Kutsi Nebi’nin o kutlu arkadaşları. Sonra bakıyorsunuz ki Attar, Şeyh Galip, Sadi, Niyaz-i Mısri, Molla Cami, Hugo, Goethe, Nietzsche gibi meşhurlarla aynı kelimeleri konuşuyorsunuz.
Kelimelerle ilgili başucu bir ayet, hadis ya da İslam klasiklerinden, batı klasiklerinden örnekler veriyor, yazar. Dipnot olsun diye yapmıyor alıntıyı bazen okuyucunu, o kelimeyle bir ayete muhataplığını gösterirken bazen de hadiste müjdelenen kişi olduğunu hatırlatıyor. Sadece müjde de taşımıyor kelimelerde kemalin celal ve cemal dengesinin tam da sonucunda gerçekleştiğini bilerek, aynı alıntılarla uyarabiliyor da Ali URAL.

Raskalnikov’u konuştururken bir kelimeyle okuyucuyla bir başka yerde Şeyh Galip ansızın karşınıza çıkabiliyor. Her kelime en güzel nasıl söylenmişse onu söyleyen kişiyi çağırıyor satır aralarına okuyucuya konuk olarak. Benzetmeler ve temsillerle güçlendirilen kelimeler anlatılanları daha da renklendiriyor.

Yazar okkalı kelimelerle modernizme tokat atarken ardındaki kelimede vicdana övgüler diziyor. Modern çağlarda tam da vicdanın gökdelenlerin arkasında kalışına inat olarak. Kadim sözlere sürekli vurgusu kelimelerin sergüzeşti hayatını ortaya çıkarıyor. Kelimeler daha da değerleniyor bu kitapta.

Tek Kelimelik Sözlük kitabının ikincisi olan Ejderha ve Kelebek okuyucunun beğenisini kazanırken serinin üçüncü kitabını da dört gözle bekliyor. Kimi zaman kelimelerin köklerine de yolculuk yapıyor Ali URAL, unuttuğumuz köklerine. Kamusun elimizden gitmemesi için adeta gönüllü kamus bekçiliği yapıyor.

Bu bağlamda kitap okunmayı ama teenniyle okunmayı hak ediyor.
21.11.2010

Kitabı okuyup bitirdikten sonra ne anladığıma karar veremedim. Ne devşirmiştim bu eserden, ya da müellifi bu eseri kaleme alırken hangi amacı gütmüştü. Ne vermek istiyordu talibe? Yoksa sadece süsleme sanatını mı kullanmıştı? Elime tekrar kitabı aldım genel başlıklarına baktım, birkaç isim ve yine kitabın sayfaları sağ elimden sol elime kayıverdi.

Kitabın iki kahramanı İsmail Şah ve Sultan Selim niçin savaşmıştı peki? Rutin bir iş miydi ki savaşmak? Tarihin tozlu ve küflü sayfalarında yad edilmek için mi, yoksa inançları uğrunda mı savaşmışlardı? Şia( ya da Kızılbaşlık, Alevilik, Bektaşilik) ya da Sünni akım mı inancı uğruna bir müslümanı katletmeyi emrediyordu. Sahi iki taraf karşıdakini Müslüman olarak görüyor muydu ki? Müslümanlık ama gerçek Müslümanlık hangisinin inandığıydı? Kutsi Nebi ve yıldızlar gibi parlak olan sahabisi ve kutublardan sonra kim katıksız Müslümanlığı yaşıyordu da herkes birbirini sapkın olarak ilan ediyordu. Kerbelaya kim daha çok üzülüyordu Kızılbaşlar mı Sünniler mi?

Yazar bu muamma karşısında hayrete düşmüş kendisi de bu muamma içinde gidip geliyordu. Zira kendi kahramanı olan Hüseyin Can Kızılbaştı ama Sultan’ın yanındayken Şah’ı, Şah’ın yanındayken Sultan’ı düşünüyordu. İskender Pala’da Şah’ı anlatırken Sultan’ı, Sultan’ı anlatırken Şah’ı önceliyordu. Kimin yanında olduğumda doğru yapmış olacağım diye ikilem yaşanıyordu, kitapta.

Ya İsmail Şah’a sadakati gün gibi aşikâr olan Begüm Hatun yerine yine ikilem ya da daha fazla git gel yaşayan Bihruze(Taçlı) Hatun’un aşkının bütün esere yayılmasına ne demeli. Evet, biteviye eserde yazar ikilem üzerinden hakikatin kanatlarını çırpıyordu. Tek kanatlı değildi hakikat kuşu. Bir bülbül kadar narin bir kartalın kanatları kadar genişti hakikat kuşu kanatları. Adildi bu kanatlar. Tebriz’de Şah İsmail’in Sünnilere reva gördüğü zulümler de Sultan Selim’in Çaldıran’a varasıya kadar Kızılbaşları yaftalaması da payını alıyordu kınanmaktan.

Kitapta sürekli bir vurgu vardı esasında. İkisi de Türk ikisi de Müslüman ne gerek vardı ki bu kıyıma. Ne gerek vardı Çaldıran’a diye. İhtiras ve insan nefsinin dünyayı yutsa “daha yok mu?” yaratılışı. Doymamak. Yazar bu nedeni de heybesinde tutarak sürekli soruyordu ne gerek vardı?

Bazen kitabı okurken bu çelişkiyi unutup ikileme gönlünü kaptıran bütün çelişenlerin ve ikilemdekilerin gönlünü kaptırdığı Taçlı’nın gönül serüvenine kapılıyordu insan. Aşk her yerde vardı, savaşlarda bile. En güzeli de dünyevi bir kavuşmanın değmediği aşklardı galiba. Sahi aşk neydi ki kavuşamamak mı yoksa gönlüne taş bastırıp ebedi bir kavuşmaya adanmak mı!?

Romandaki yer tasvirleri beni tekrar acem mülküne götürdü. Bu sefer hikâyesini bilerek gezeceğim oraları dedim. Gök Mescit’i, Heşt Behişt’i, Çihel Sütun’u, Mehran Nehri’ni.

Sultanın ya da Şah’ın yaverlerinin ağzından da olsa yapılan zulümleri Hükümdarlığın gereği olarak görmek sanırım kitapta beni en çok rahatsız eden şeydi. Kamber Can’ın “Saltanat sürmek için acımasız olmak lazım gelirmiş” sözü gibi.

“Ezelden harekete geçen eşya (…)”[1] sözü de kulakları tırmalayan başka bir sözdü.

Roman çok akıcı bir üslupla insanı alıp götürüyor. Ve hiç bırakmıyor. Şah ve Sultan’dan öte Taçlı’nın aşkı arayışı ya da bulamayışı belki de asıl aşkı buluşu tüm satırlarda yüreğinizi dilinize yoldaş ediyor.

Galiba su akıcılığında bir üslup ve su azizliğinde bir aşk hikâyesi demek lazım kitaba.