Zindan-ı atalet; Yani tenbelliğin ve perişanlığın karanlığına ve hapsine düşme...
Her hangi iş, hizmet, sanat, idare vs. gibi hayatlar; genel anlamda mücadele ve hareket ister. Mücadele ve hareketin olabilmesi için, insanda şevkin olması ve devam etmesi icap eder. Ayrıca himmet dediğimiz gaye ve hedefin belirlenmesi de lazımdır.
İşte böyle bir gayeye kavuşmak için, şevke binerek mücadele hayatına giren bir insanı, evvela yeis dediğimiz en şiddetli düşman ve hasım karşılar. Bu hasıma karşı insanın hareketinde, şevkinde ve hedefinde sapma olmaması için, Allah’tan ümidini kesmeden ve ona dayanarak, hasmının ümitsizlik belasından kurtulmalıdır.
Bu defa düşman, hedefe kavuşmada acele etmesini telkin eder. Çünkü acele ile neticeler elde edilmez, edilse de ham olur, fayda vermez. Bu hileye karşı muhatap sabırlı olmayı, sabırda yarışmayı ve sebat etmeyi esas alır ve şiar kabul ederek, hileyi atlatır.
Daha sonra o manevi düşman, insanın himmetini ve arzularını darmadağın eden, şahsi tasavvurat ve kendi fikrine güvenme hastalığını bulaştırmak ister. Muhatap ise bu hastalığa karşı “insanların en hayırlısı onlara faydası dokunandır ve onlara faydalı olacak şekilde hareket edendir.” hakikatiyle mukabele eder.
Hasım olan nefis ve şeytan, yeisle hizmet hayatını öldüremediği o insana, üstünlük fikrinin empoze ederek mağlup etmeye çalışır. Yani kendin için çalış ve kendini merci kabulettir, ön planda dur. Bu hastalığa karşı hizmet erbabı, sadece Allah için çalışırım ve rekabet hissini terk ederim, diyerek düşmanın bu vartasından kurtulur
Dava adamının hizmet hayatına mani olmayan o dessas düşman, başkasının tembelliklerini ve keyifli yaşamlarını nazara vererek, muhatabını onlar gibi olmaya teşvik eder. Ehl-i hizmet de, bu teşvike mukabil, ancak Allah’a tevekkül ederek ve ondan başkasına güvenmeden yürümeyi hedefler.
Netice olarak; Düşmanımız olan şeytanın ve nefsin hilelerinden, yukarıdaki hakikatlere itibar edersek, inşallah kurtulma ihtimalimiz çok yüksektir.
Kolay gele dostlar..