This Side of Life
9 Temmuz 2012 Pazartesi
“Yüreğiniz, yumruğunuz büyüklüğünde bir silahtır.”
Üç kitap ve Suzanne Colins...
Bu kitap hakkında konuş; ama yazı yazma. Çünkü elinize aldığınız an yaşamaya başlıyor kitap. Nefes alıyor, konuşuyor sizinle. Belki de bu yüzden hakkında yazmak bir o kadar zor.
İlk Kitap ( Açlık Oyunları ) 384 sayfa, ikinci kitap ( Ateşi Yakalamak ) 408 sayfa, üçüncü Kitap (Alaycı Kuş) 412 sayfa. İlk okuma kararı aldığımda sıradan bir teeneger kitabı olduğu önyargısı ile kitabı elime almıştım. Gözlerim daha ilk cümlelere dokunduğundan itibaren kitabı elimden bırakamadım. Kitapla bütünleştim, yaşadım, hissettim.
Kitabın ana karakteri: Katniss Everdeen. 12. Mıntıka’da yaşıyor. 16 yaşında Açlık Oyunları’na katıldı. Bir maden kazasında hayatını kaybeden, hep özlemini çektiği bir babanın kızı. Geriye kalan annesi ve kız kardeşi Prim ile hayatta kalma mücadelesi veriyor. Tüm mıntıkaların yönetimi Capitol’ın elinde. Geçmişte yaşanan isyanın ardından varlığını hatırlatmak ve mıntıkalara göz dağı vermek için her sene acı ve ölüm dolu bir yarışma düzenliyor: Açlık Oyunları. Her mıntıkadan 12 ile 18 yaşları arasında bir kız ve bir erkek oyunlara kurayla katılmak zorunda. Arenada ölümüne mücadele, kameralar 24 saat yayında ve sadece tek bir kişi hayatta kalıyor. Kazanan sonsuz şöhret ve paraya sahip oluyor. Kaybetmek, ölüm demek. Tek bir kural var: Hayatta kal. Katniss, annesi ve kız kardeşini hayatta tutmak için gizlice 12.Mıntıka dışına çıkıp avlanıyor. Kendisi gibi babasını bir maden kazasında kaybeden Gale tek arkadaşı ve av partneri. Avlarını Hob’da gayriresmi takas yolu ile gerekli malzemelerle değiştirerek ve birbirlerinin arkalarını kollayarak hayyatta kalma savaşı...
Her sene gerçekleşen Toplama Günü. Açlık ve kıtlık nedeni ile birçok aile yiyecek takviyesi alabilmek için çocuklarının adını defalarca yazdırmak zorunda kalıyor. Katniss on iki yaşındaki kız kardeşinin ismini yazmasına şiddetle karşı. Her yıl annesi, kız kardeşi ve kendisi için mozaik taşına adını yazdırıyor. Cam kavanozun içindeki kağıtlardan yirmi tanesinin içinde düzgün bir el yazısıyla onun adı yazılı. Prim, binlercesinin arasında yalnızca tek bir kağıt. Yine de kız kardeşinin adı okunuyor. O an, Prim seçildiğinde hizssettiği çaresizlik ve umutsuzluğun verdiği o acı an... Hiç tereddüt etmeden kız kardeşinin yerine gönüllü oluyor. Gelişen olayların ardından alkış almak yerine, Katniss’in cümleleriyle 12. Mıntıka sakinlerinin hayal edebilecekleri en cesur muhalefet gösterisi gerçekleşiyor: Sessizlik.
“Bu, biz hemfikir değiliz, anlamına geliyordu. Bu işi görmezden gelmiyoruz. Bütün bunlar, baştan aşağı yanlış...”
.”..Önce biri, sonra bir diğeri ve nihayet kalabalığın neredeyse tamamı sol ellerinin ortadaki üç parmağını dudaklarına götürüp benim için havaya uzatıyorlardı. Bu, mıntıkamızın çok eski; ama nadir rastlanan bir hareketiydi. Zaman zaman cenazelerde yapılırdı. Teşekkür demekti. Hayranlık ifade eder ve sevdiğiniz birine veda etmek anlamına gelirdi.”
Katniss, tarihinde yalnız iki tane galip vermiş, zavallı bir bir mıntıkada yaşıyor. 12. Mıntıka’da haraç kelimesi ile ceset kelimesi aynı anlamı taşıyor. En son galip Haymitch, 24 sene önce oyunları kazanmış. Akıl hocaları uzaktan onlara yardım edecek arenada. Seçilen iki kişiden biri de Peeta, fırıncının oğlu. Katniss’e aşık. Katniss bunu seçilene kadar hiç bilmedi. Peeta; yağmurlu ve soğuk bir günde açlık savaşına devam edemeyecek halde, pes etmek üzereyken Katniss’e hayata tutunur gibi sarıldığı ekmeği atan çocuk.
Kitabı okurken bir insanın nasıl böyle bir kurgu yapacağını sorgular buldum kendimi. Böylesine gerçek, böylesine zekice yazılmış ve aslında var olmayan bir gelecek senaryosu... Bu kadın, Amerika’da tv izler ve kanalları zaplarken önce bir belgesel; sonra savaş haberleri ve ardından bir anda bu çarpıcı hikayenin iskeletini yazarken buluyor kendini. Bu nasıl muhteşem bir kurgu... Günümüz dünyasındaki kapitalizm ve bizler, bu oyunun piyonları olduğumuzu göremiyoruz; farkında değiliz.
Aklıma bundan yıllar önce, 2000 yılı geldi. Carrefour genel merkezde çalışıyoruz. Altunuzade genel merkezin yakınındaki Capitol (!) alışveriş merkezine o zamanlar çok moda olan bir yarışma programı geldi. Her gün çekim var. Alışveriş merkezinin ortasında bir araba ve yaklaşık 20 kişi arabayı tutuyor. Arabayı ilk bırakan kaybediyor. Üç gün, dört gün, beş gün... Gün içinde birkaç sefer, yalnızca 5 dakika mola var. Yemek, tuvalet veya uyku yok. Dinlenmek yok. İnsanlar deli gibi Capitol alışveriş merkezine akıyor favori yarışmacısını desteklemek için. Düşünsenize bu nasıl bir yarışma... O zaman en çok yemeği yiyen; ama tuvalete gitmeyen kazansın. Kim önce çatlayacak mesala... İşin garip tarafı; insanlar eğeniyor.Takip ediyor. Zevk alıyor.
Kitabın sonu acı ve acı olduğu kadar da realistik bir son. “Oynanacak çok daha kötü oyunlar var.” Biz; insanlık bu oyunları bularak aslında kendimizi, içimizi, duygularımızı parçalıyoruz.
Kitap bir devrimi anlatıyor. Devrim nedir? Yeniden doğmak.Yeniden doğmak, bırakmamak için küllere dönüşmüş hayattan bir çıkış yolu, bir umut arıyoruz aslında. Katniss gibi. O umut hep yanıbaşında. Her koşulda şartsız, limitsiz, karşılıksız, adanmış Peeta. Ona, bu gücü o veriyor; çünkü ihtiyacı olan bu. Son Söz, Açlık Oyunları serisinin ardından yazılan ‘Alevler İçindeki Kız’dan bir alıntı:
“Filistin’de bir duvarda boyandığı günden bu yana sayısız gazeteci ve gezgin tarafından fotoğraflanan bir duvar yazısı var. Yazı diyor ki:
‘Yüreğiniz, yumruğunuz büyüklüğünde bir silahtır. Mücadeleye devam edin. Sevmeye devam edin.’
Bombalardan, yangından, silahlardan ya da oklardan ziyade; Açlık Oyunları’nın en güçlü silahı sevgidir. İsyanı başlatır ve besler. Kaderine terk edilmişleri korur. Üzüntüleri yıkar ve en yıkılmış ‘survivor’lara bile devam etmek için bir neden verir.”
Mary Borsellino
“Kayıplarımız ne kadar kötü olursa olsun hayatın devam edebileceği vaadine..”.