Vetala, hintçede hortlak anlamına gelen bir sözcük. Her ne kadar yazar bu sözcüğün batıdaki vampirin karşılığı olduğunu söylese de, Brom Stroker’ın vampiri ile yakın bir akrabalığı yok. Vetala, ölmüş insanların bedenine giren kötü bir ruh. Belki Batı kültüründe tam bir karşılığı yok ama, Türk masallarına hiç de yabancı değil bu korku figürü.
Tarih boyuca, insan toplulukları korkuları ile başetmenin yolunu, korkuyu kültürel motifler biçimine dönüştürmekte, onları bir tür ehlileştirmekte bulmuşlardı. Bu tarz yöntemlerle, korku, ürperti, dehşet veren doğaüstü varlıklar bir kez ele geçirildileri mi, artık başkaları -korkuları henüz sürenler- üzerinde boyun eğdirme aracına dönüşürler. Kimi zaman halkı titreten canavarı dize getiren kralın gücünün meşruluğunu onaylatmak, kimi zaman toplumu bir arada tutacak ahlaki değerleri yerleştirmek için üretilir korku hikayeleri.
Hint mitolojisinden çıkıp gelen Vetala da benzer bir işlevi yerine getiriyor. Her hikayenin sonunda kendisini -sözünde durmak adına- sırtında taşıyan krala bir soru yönelten hortlak, böylelikle onun bilgisini ve erdemini sorguluyor. Elbette Hintlilerin efsanevi kıralı Vikrama’nın bu zorlu sınavdan yüzünün akıyla çıktığını söylemeye gerek yok. Belki de, -o tarihsel dönemde- insanların kanını donduracak gecede, hortlakla “dansetmekten” korkmayışını hikaye ettirmesi, yani öykünün kendisi yaratıyor efsaneyi.
*Binbir Gece Masalları”nı, “Dede Korkut Hikayeleri”ni, “Keloğlan”ı ya da “Çin mitolojisi”ni bilenler için tanıdık gelecek bir anlatım tarzı var bu hikayelerde. Tanrılar, insanlar, kötü ruhlar, kumarbazlar, din adamları, krallar; iyilik ve kötülük, ahlak ve ahlaksızlık, bilgi ve cehalet karşıtlıkları içerisinde bir araya geliyorlar. Doğu’ya dair ilginç inançlar da hemen kendisini belli ediyor. Hint kültürü özelinde, insanların ölüm korkusuyla başetme mücadelesine dair bir çok motif arasında, mesela; bir ölünün büyü yoluyla kendi küllerinden dirilivermesi -bir kaç- öyküde olağan bir şey olarak anlatılıyor.
Kitapta verilen bilgilerden, Vetala öykülerinin bir çok Avrupa diline çevrildiğini ve Boccacio’nun 14.yüzyılda yazdığı “Decameron”da benzer temaları kullandığı anlaşılıyor. Grimm kardeşler aracılığıyla da, Batı kültürüne masallar biçimine katılıyor Hint inanışları. Böylelikle, çok uzak olsalar da kültürler arasındaki etkileşimi, daha çok da Doğu mitolojisinin Batı’da yeniden üretilişini gözleyebiliyoruz. Ne yazık ki, farklı kültürlerden bir çok öğeyi kendi kültürüne eklemekte bir sakınca görmeyen, hatta onlarla daha da zenginleşen Batı, Doğu’yu “ötekileştirme”yi tercih ediyor hala.
Hayvanlar alemine dostça bir yaklaşım var Hint anlatılarında. Belki de en dehşet verici, tehlikeli yaratık gözüyle bakıldığından, hikayelerde yılanlar da insanileştirilmiş, -bizim şahmeran- gibi kendi krallıklarının hüküm sürdüğü bir medeniyet içerisinde, okuduğumuz hikayelerin kahramanları ile dostane ilişkiler kuruyorlar. İnsanın doğa ile kendisi arasında kesin bir ayrım yapmadığı, doğayı nesneleştirip doğadan yabancılaşmadığı bir zamanda ve mekanda, bizi belki korkutmayan ama bize korkunun kaynaklarını gösteren “Hortlağı 25 Öyküsü”, sözlü anlatının bütün akıcılığını barındırmasıyla da ilgi çekici.