İslam'da Din Hürriyetinin Temelleri Hakkındaki Yorumlar

muftuihsan 11.01.2012
Kitapta, ‘Dinde zorlama yoktur’ ayeti, mürted, namaz ve zekatı terkedenlerin durumları inceleniyor. Yazar, tüm görüşleri ve delilleri değerlendirdikten sonra kendi tercihini de ortaya koymuştur. Halil Altuntaş Bey’e bu eserinden dolayı teşekkür ediyoruz.
Din toplumun temel dinamiklerinden biridir. Kendi içinde dine özgürlük tanıyan bir sistem, aslında kendi varlığını sürdürebilmesinin gereklerinden birini yerine getirmiş olur. İslam, zulmetmemeyi ve zulüm görmemeyi genel bir prensip olarak ortaya koyar. Din konusunda baskı yapmak şöyle dursun, en sapkın inanç unsurları hakkında bile çirkin ifadeler kullanmayı açık bir dil ile yasaklar. (s.14)
DİN HÜRRİYETİNİN DİNLER ARASI BOYUTU: ‘Dinde zorlama yoktur’(Bakara, 256) ayetinde söz konusu olan zorlama, bir dine girme konusunda yapılacak zorlamadır. Bu konuda üç görüş vardır: A-Ayetin hükmü yürürlükten kalkmıştır. Müslüman olmayan kimseler Müslüman olmaya zorlanabilirler.(s.20) B-Ayetin hükmü yürürlüktedir ve gayr-i müslimlerden belli bir kesimi kapsamına alır.(s.39) C-Ayetin hükmü geneldir ve yürürlüktedir. Bu görüş temelde Evzaî ve Malik b. Enes’e ait olduğu söylenebilir.(s.45) Kanaatimizce, ‘Dinde zorlama yoktur’ hükmünü hiçbir kısıtlamaya tabi tutmayan Evzaî ve Malik b. Enes görüşü Kur’an ve sünnetin verilerine uygun olan görüştür. (s.72)
MÜRTEDİN DURUMU: İrtidadın, İslam’a ve meşru düzene karşı başkaldırı niteliğinde bir etkinliğe zemin oluşturmadıkça, kişisel bir tercih konusu olarak değerlendirilmesi, Kur’an’ın ruhuna uygun bir yaklaşımdır. Topluma ve meşru düzene baş kaldırma niteliğindeki irtidat durumunda gündeme gelecek ölüm cezasının zemininde ise din değiştirme eylemi değil, bir savunma ve meşru düzeni koruma amacı yer almaktadır. Dolayısıyla, bu şartlar altında mürtede verilecek ölüm cezası da bir dine zorlama, ya da din hürriyetine aykırı bir tutum olarak değerlendirilmez. (s.81)
DİN HÜRRİYETİNİN DİN İÇİ BOYUTU VE İBADET ALANI: İslam’a göre hayatın, dini olan ve olmayan kısımları yoktur. Hayat bütünüyle dinin konusudur. Tüm sistemlerde olduğu gibi İslam da, uygulama planında bir takım yaptırımlar öngörür. Bazı cezalara ve yaptırımlara başvurur. Bu noktada İslam ile başka bir sistem arasında fark yoktur. Sosyal mekanizmanın işlemesini sağlayacak kurallar konusundaki yaptırımların din hürriyetinin ihlali şeklinde değerlendirilmesi mümkün değildir. O açıdan faiz, içki, zina yasağı ve benzeri prensiplerin çiğnenmesi halinde öngörülen cezalar din hürriyeti alanının konuları arasında yer almazlar. Bu konulardaki yaptırımın arkasında din vardır diye, din hürriyeti müdahaleden söz edilemez. Çünkü burada başkalarının da hürriyetlerinin korunması söz konusudur. Yasaksız ve yaptırımsız bir sosyal hayat düzeni sağlamak mümkün değildir. (s.84)
NAMAZ ÖRNEĞİ: İslam’ın temel esaslarından biri olan namazın farz olduğuna inanmayarak kılınmayışının, kişiyi dinden çıkaracağı konusunda İslam bilginleri görüş birliği içindedirler. Tıpkı namaz gibi, farz oluşu kesin delillerle bilinen diğer esaslar da böyledir. Zira Kur’an’ın bir ayetini, ya da bir hükmünü inkar etmekle eş değerdedir. Bu durumda bulunan kimseye irtidat/dinden çıkma hükümleri uygulanır. Farziyetini inkar etmeksizin, sırf tembellik sebebiyle namazı terk eden hakkında İslam bilginleri farklı görüşleri sahip olmuşlardır.
a.Namazı Kasten Terk Edenin Kafir Olacağı Görüşü: Ahmed b. Hanbel namaz kılmayanın kafir olacağı ve bu yüzden öldürüleceği görüşündedir. (s.89)
b.Namazı Terk Edenin Kafir Olmayacağı fakat Öldürüleceği Görüşü: Şafii ve Malik b. Enes’e göre namazı kasten terk eden kafir olmaz, ama öldürülür. (s.95)
c.Namazı Kasten Terk Edenin Kafir Olmayacağı, Öldürülmeyeceği, Fakat Tazir Edileceği Görüşü: En ılımlı yaklaşıma sahip olan Hanefilerde, başta Ebu Hanife olmak üzere bu mezhep bilginleri namaz kılmayanın kafir olmayacağı ve kılmamakta direnenin öldürülmeyeceği görüşündedirler. Ancak, onlara göre namaz kılmayan kendi haline bırakılmayıp cezalandırılır. Cezalandırma yöntemi, namaz kılıncaya kadar hapsetmektir. Hapse ilaveten kan çıkıncaya kadar dövüleceği de kaydedilmekte ve bunun mezhepteki temel görüş olduğu ifade edilmektedir.(s.112) Kısaca, namaz kılmayanın kafir olmayacağı ve öldürülmeyeceği yönündeki Hanefi ekolü görüşü bizce doğru görüştür. Ancak aynı ekolün, namaz kılmayanın hapis ve dövme yoluyla tazir edilmesi gerektiği şeklindeki görüş üzerinde söylenecek sözler vardır. Zira namaz zekatın aksine, kamuya ilişkin maddi yükümlülük getiren bir konumda değildir. Tamamıyla kişisel ve ahlaki bir özelliktir. Belli düzendeki bedensel hareketlerin ibadet olarak gerçekleşmesinde niyet hayati bir fonksiyona sahiptir. Zorla kıldırılacak namazın, kendisinden beklenen sonuçları vermesi imkansızdır. Bir noktada, yapılan işin namaz olduğunu söylemek de zorlaşır. O halde yapılması gereken şey her konuda olduğu gibi burada da Hz. Peygamber’i örnek almaktır. Her fırsatta namazın önemini vurgulayan öğütlerde bulunmuş olmasına rağmen onun, namaz yüzünden hiç kimseyi öldürdüğüne, ya da hapsedip dövdüğüne şahit olunmamıştır. Namaz kılmayanı öldürmek, hapsetmek, dövmek yerine onun namaz kılmasını sağlayacak önlemlerin alınmasına özen gösterilmelidir. (s.118)
ZEKAT ÖRNEĞİ: Hz. Peygamber’in vefatı üzerine baş gösteren irtidat olayları sürecinde, Hz. Ebubekir, zekat vermek istemeyenlere karşı savaşmıştı. İrtidat edenlerin zekat ödemesi söz konusu olmadığına göre Hz. Ebubekir’in ifade ve uygulamasını o yıl için tahakkuk etmiş zekat borcunun tahsili yönündeki irade ile yorumlamak gerekir.Olay bu yönüyle,gerektiğinde zekat vermeyenlere savaş açılabileceğini gösterir. Aynı zamanda ibadet oluşundan hareketle zekatın zorla alınması, din hürriyeti açısından bir zorlama olarak ele alınamaz. (s.122)
SONUÇ: Kur’an ve sünnetin verilerine göre, mutlak anlamda şirk dahil- küfür savaş sebebi değildir. Tebliğ temel prensiptir. Savaş, gayrimüslim tarafın her türlü tecavüz ve düşmanlıklarda bulunması ve tebliğ görevine engel olunması durumunda meşrudur. (s.123)
Bu yoruma katılıyor musunuz?
Evet (6)
Hayır (1)
Bu Yorumu Yanıtla