Müellifle yapılan söyleşilerden derlenen bir kitap. Benim gibi Fatma Hanım’ın yazdıklarının sıkı bir takipçisi iseniz, kitapta yeni bir şey bulacağınızı söyleyemem. Fakat bu, menfî bir durum mu? Kesinlikle hayır. Neden? Zira kitabın isminden de anlaşılacağı üzere Fatma Barbarosoğlu’nun sözü söz. Zaman içerisinde, konjonktüre göre değişkenlik göstermiyor. Dolayısıyla kitapta taaccüble karşılayacağınız bir şey/cümle yok. Bunun yanında söyleşilerin (Hayat, Kitap ve Hayatla Kitap Arasında başlıkları altında) kronolojik olarak sunulması, bir zaman tüneline girilmiş edası oluşturuyor.
Bir de Fatma Hanım, “İmaj ve Takva”sında soru soranla sorulan arasındaki ilişkiye temas eden satırlar kaleme almıştır. Söz konusu perspektiften bakıldığında “sözü söz” olanları hangi sorular karşısında dile getirdiği daha bir anlamlı oluyor.
* * * * * *
İslâmî kesim, denize kavuşmak üzere akmaktan vazgeçti. Göle dönüştü. Dibi kir tutuyor. Bataklıklar ortaya çıkıyor. Çünkü yıllardır ötekileştirdiklerinin repliklerinden bir hayat tasavvuru çıkarmaya çalıştı. Yıllardır, başkalarının sordukları sorulara, cevap aranıyor. Kendimize soru sormaktan ise, hâlâ çok uzağız. (s. 68)
“Kim hüznü onun kadar benimsedi.” (Hüsrev Hatemi) Hüznü niye bu kadar benimseriz? Hüznün son noktasına varamadığımızdan belki. Yarıda kalmış bir hüzün peşimizi bırakmıyor ve yarıda kalmışlık, her şeyin tadını bozup acılaştırıyor. Bir hali sonuna kadar yaşayamayınca, o hali aşmak mümkün olmuyor. (s. 175)
“Kendimizden ne kadar habersiz olduğumuzu, yazdıklarımızı tekrar okurken anlarız.” (Paul Vallery) (s. 190)