Tıpkı Borges'in kurgularını hatırlatan bu Çin öyküsü, 'Ezginin Günlüğü'nden tanıdığımız Hüsnü Arkan'ın 'Ölü Kelebeklerin Dansı' adlı öykü kitabının esin kaynağı. Sanrılar ve düşler içinde, hangisinin gerçek, hangisinin rüya olduğunun belirsizleştiği bir ölünün günlüğü...
Bir akşam, Haldun arkadaşlarıyla birlikte lokantada oturmaktadır. Hepsi GPB örgütünün, yani Gönüllü Postacılar Birliği'nin üyeleridir. Haldun bir ara tuvalete gider ve midesinde duyduğu yanma hissiyle yere yığılır. Ayıldığında etrafında ne bir lokanta, ne arkadaşları, ne hiçbir kimse kalmamıştır. Haldun toparlanarak arkadaşlarıyla kaldığı eve yönelir, ama onlardan da hiçbir iz yoktur. Sanki herşey bir vakuma gömülmüştür. Bütün bunlar Haldun'a bir düşün içinde olduğunu düşündürür. Bu arada karanlık içinde ortalıkta yanan tek ışığı görür ve oraya gider. Kapının yanına geldiğinde, şu yazıyla karşılaşır: 'Her türlü anlayış, anımsama ve bilinç uyanışı için ücretsiz hizmet... Doktor Sematyen'... Doktor Sematyen, GPB'nin beş yıl önce kanserden ölen efsanevî kurucusudur.'
Yaşadığı bu şey bir ölüm mü, yoksa bir rüya mı? Yanında kalmaya başladığı Doktor Sematyen, hâlâ durumu anlama zorluğu çeken Haldun'a 'yeni gerçekliği' anlatmaya çalışır. Bu yeni durumu Haldun şöyle algılar: 'Şimdi eski bir giysiyim. Ruhumu bir askıya geçirip dolaba kaldırdılar. Arada bir kendi kendime mırıldanıyorum: ben ölmedim, hayır öldüm, hayır düş görüyorum, evet düş görüyorum, evet öldüm, hayır ölmedim...' Artık bir günlük tutmaya karar verir; çünkü 'hayat gibi ölüm de bir alışkanlıktır.
Ölü Kelebeklerin Dansı işte bu günlüğün onaltıncı gününden itibaren başlıyor.