İnsanlık Tarihinin Dönüştürücü Güçleri & İş, Cinsellik ve İktidar Hakkındaki Yorumlar

Onaylı Yorum Bu yorum, Onaylı Yorumcu tarafından yazılmıştır.
Willie Thompson - İnsanlık Tarihinin Dönüştürücü Güçleri
Thompson büyük dönüşümlerin genel çerçevesi dahilinde tarihin nasıl ve neden belirli bir doğrultuda ilerleyip diğer olasılıkları devre dışı bıraktığını tartışıyor, Marx'ın tarihsel materyalizminin insanlık tarihini incelemek için en uygun yaklaşım olduğunu söyleyerek yöntemini açıklıyor. Karamsar değil ama geleceğe dair umudunu dile getirmekte gönülsüz olduğunu söyleyebiliriz. Bu metni okuduktan sonra Steven Pinker'ın Doğamızın İyilik Melekleri'nde öne sürdüğü optimist savları tekrar değerlendirmek gerekiyor açıkçası, özellikle Rusya'yla Ukrayna'nın savaşını düşününce. Pinker cephe savaşlarının artık kolay kolay çıkmayacağını söylüyor ama Thompson'ın belirttiği gibi 1960'larda nükleer silahları ateşlemeyi reddeden düşük rütbeli bir iki subayın emirlere itaatsizliklerini düşünürsek küresel felaketin bir adım, hatta verilen emirlere uyacak bir asker kadar uzakta olduğunu görürüz, ayrıca sömürü sadece biçim değiştirdiği için pamuk tarlalarındaki kölelerin beyaz yakalılara dönüştüğünü söylemeye gerek yok. Thompson Voltaire'den alıntı yaparak dünyanın cinayetler ve felaketler tablosundan ibaret olmayabileceğini söylese de direniş cılız, kazanım yetersiz ve tarihsel kayıtlar zaferleri de içermesine rağmen genelde pek parlak değil. Metinde her bir bölüm insanlığın yaşam pratiklerinin nasıl dönüştüğünü belli konular etrafında irdeliyor, daha sonra kronolojik bir düzenle konular açımlanıyor ve detaylandırılıyor, örneğin "İş" başlığı altında tarımsal üretimin ilk kez tesis edilmesinden itibaren insanlık tarihinin çeşitli biçimleriyle zorunlu emeğin tarihine dönüştüğüne değiniliyor, Thompson'ın sıklıkla alıntı yaptığı Michael Mann'ın kavramı olan "zorunlu işbirliği"nin nedenleri ve geçen zamanla birlikte kölelik, serflik ve ücretli emeğin ortaya çıkışının temelleri inceleniyor. Cinsellik hem iş hem de iktidarla ilgili olduğu için bu iki gücün biçimlediği anlamlarıyla ele alınıyor, kadın düşmanlığının ve erkek egemen dünyanın kadının emeğini nasıl sömürdüğünün hikâyesi binlerce yıldır hız kesmeden yazılıyor ne yazık ki. İktidar meselesinde şu alıntı yazarın niyetinin özeti: "Metin, iktidar ilişkilerine dair en mühim hususun, toplumun farklı düzeylerinde ve tarihin farklı dönemlerindeki seçkin grupların, günümüze kadar var olan hemen hemen tüm tarihsel toplumların asli unsuru olan temel üreticilerin ürünlerinin görece az veya çok bir kısmını zorla ele geçirmek için kullandığı yöntemler olduğu önermesinden hareket etmektedir. Çekirdek aile içerisindeki ilişkilerden, farklı karmaşıklık düzeyine sahip örgütlere kadar, iktidarın elbette başka boyutları da vardır." (s. 25) Bu bağlamda uygarlığın "ilerlemesinin" oldukça göreceli bir anlam içerdiği söylenebilir, onaylama ve olumlama bu kavrama içkinmiş gibi gelse de ilerlemenin bedeli genellikle ağırdır, uygarlık acı çeken insanların omuzlarında yükselmiştir denebilir.

Thompson ilk bölümde evreni, canlıları ve bilinci incelerken insanın soyut düşünme yeteneğinin ve başarıyla kurduğu sosyal ağların doğayı kontrol altına almada en başat etkenler olduğunu söylüyor. Bilince sahip olmanın götürüsünü düşündüğümüzde insanın varlığını sürdürmesi için başka bir yol bulamaması anlaşılabilir. Bilinç gerçekten de çok pahalıdır. Dil yeteneği başta olmak üzere kendini geliştirecek araçlar da bulmuştur, aslında kişilik algısından bilişsel savunma mekanizmalarına dek pek çok ögenin bilinci beslediğini söyleyebiliriz. İşbirliğine geliyoruz böylece, pişirilen ürünlerin daha kolay depolanabildiğini ve verdiği enerjinin arttığını keşfeden insan pişirilecek daha çok yiyeceği elde etmenin yolunun grup çalışması olduğunu da anlar, böylece ilk klanlar ortaya çıkar ve erginlik ayinlerinin eleyiciliğiyle klanlara sadece güçlü olanlar alınır. Yerleşik hayat, servet ve toplumsal farklılaşma için zemin hazırdır artık, James C. Scott'ın Tahıla Karşı'sında belirttiği gibi yerleşik hayata bir anda geçilmemiş, avcı-toplayıcı gruplar göçebe yaşam tarzını sürdürürlerken de tarımla uğraşırlar ama insanlık tarihinde devrim yapanlar yaşamlarını tarımsal faaliyetlerle yönlendirip yerleşik hayata geçenlerdir artık, dünyanın farklı bölgelerinde hemen hemen aynı zamanlarda ortaya çıkan tarım belli bir sistemle sürdürüldükçe üretilen artı değer korunur, korunması için ayrı iş kolları türer, ele geçirilmesi için de iş kolları türer, en önemlisi kadınlar da tarımla birlikte üretimde rol almaya başlarlar. Köylü kadınlar aristokrat kadınların gördüğü kadar sert muamele görmüyorlardı örneğin, ağır bedensel işleri başardıkları için üretim bağlamında daha değerliydiler ama kadınlar genel olarak toplumsal cinsiyet ilişkileri bağlamında dezavantajlıydı.

İyi avcılardan oluşan meritokrasiyi engellemek için eşitlikçi fikirlerin hızla ortaya çıktığına dair görüşler olsa da eşitliğin tahakküm karşısında direnemediğini anlıyoruz, bazı klanlar üstünlük iddiasıyla diğer klanlardan ayrılarak "iyiliğe iyilik" düsturunu benimsedi, haracını zamanında ödeyenler öldürülmüyordu. Şehirleşmeyle birlikte imtiyazlı olanların konumu meşruiyetini güçlendirdi, mülkiyet normalleşti, yazıyla birlikte okuma yazma bilenler gücü daha iyi kavradılar. Tabii teknik gelişmeler de aynı imtiyazlılara hizmet etti, yontulan taşlardan tunca geçiş askerî üstünlüğe yol açtı, tunçtan sonra demirin işlenmesi imparatorlukların ortaya çıkmasında en önemli olaylardan biri oldu. İlginçtir, "karanlık çağ" denen dönemden birkaç yüzyıl sonra tanrısal monarşiler çoğaldı, daha önce görülmemiş bir zorbalık peyda oldu ve kadın düşmanlığı eşzamanlı olarak arttı, kısa sürede büyük bir "ilerleme". Kast sistemi, onur ve utanç kavramlarının etkilediği toplumsal yaşam bu dönemde ortaya çıktı, sömürünün sistemleşmesi de yine bu dönemin ürünü. Sonradan çokça biçim değiştirecek olsa da süreğen ihlalin temellerini bugünden görmek mümkün, Thompson köleliğin ilk yazılı metinlerin ortaya çıkmasından çok önce var olduğunu belirtiyor, Roma İmparatorluğu'ndaki köleliğe değindikten sonra serfliğe geçişi ve değişen dünyanın emeğe yaklaşımını değerlendiriyor, günümüzdeki ücretli işçiliğin kazanımları için ne büyük mücadeleler verildiğini anlatıyor. Son bölümde geleceğimize dair sunduğu mütevazı değerlendirmede Elizabeth Ermarth'tan ödünç aldığı tanımla "aşırı nüfuslu, suyu yetersiz, ölümcül bir şekilde ısınan bir gezegen" için yapılabileceklere değiniyor. Küresel ısınmanın durdurulması için yapılması gerekenler belli, kaynakların tek bir toplumsal kutupta toplanmasını engellemek ve kadınlarla erkeklerin eşitliğini sağlamak için yapılması gerekenler de belli, önemli olan bunlar yapılabilecek mi? Kapitalizm en iyi senaryo olduğuna dair verdiği güveni istatistiklere göre yediremiyor artık, dünyada her gün daha fazla insan değişim istiyor. Hakkın alınacak bir şey olduğu tam olarak anlaşıldığı zaman değişimi, devrimi göreceğiz sanırım, Thompson seyrin pek de olumlu olmadığını söylese de umudunu koruyor.
Bu yoruma katılıyor musunuz?
Evet (2)
Hayır (3)
Bu Yorumu Yanıtla
Onaylı Yorum Bu yorum, Onaylı Yorumcu tarafından yazılmıştır.
Berk Ulubeli
16.02.2022
Willie Thompson - İnsanlık Tarihinin Dönüştürücü Güçleri
Naçizane fikirlerimi sunmadan önce birkaç hatırlatma yapmayı (her zamanki gibi) faydalı buluyorum. Öncelikle kitabın içeriği hakkında yorum yapabilmenin çok ciddi bir “yeterlilik” gerektirdiği kanaatindeyim. Ayrıca kitap konu itibarıyla çok geniş olduğundan ve her bir bölümü ayrı ayrı incelemek okunabilirliği ciddi oranda düşüreceğinden yalnızca genel bir yorum yapmayı tercih ediyorum. Bunların haricinde mevzu bahis olan kitabın zaman, mekân ve uzmanlık skalası son derece geniş, içeriği ise doğası gereği kısa zaman aralıklarında revize edilmeye (s. 49) muhtaç; dolayısıyla az sonra okuyacağınız yorumları meraklı bir okurun (çoğunlukla) hatalı olabilecek bir denemesi olarak değerlendirmenizi rica ederim.

Willie Thompson 1939 yılında Edinburgh şehrinde doğmuş, Aberdeen Üniversitesinden 1962 yılında mezun olmuş ve kısa süre sonra Komünist Parti’ye katılmıştır. 1966-9 yılları arasında Strathclyde Üniversitesinde doktorasını tamamlamış ve daha sonrasında Teknoloji Okullarında dersler vermiştir. 2001 yılına gelindiğinde ise “çağdaş tarih profesörü” olarak emekli olmuş fakat misafir profesör statüsüyle ders vermeye devam etmiştir.

Kitap kabaca 17 bölümden oluşmakla birlikte son derece tematik ve kronolojik bir yapı arz ediyor. Elbette bu tematik yapı yer yer tekrarlamaları zorunlu kılmakta fakat okuyucu için bu durum konuyu daha iyi anlamasına yardımcı olmaktadır. Yukarıda da bahsedilmiş olduğu üzere, kitap; doğası gereği (genişliğinden ötürü) birçok olguyu ya da olayı es geçmek zorunda kalmıştır. Ancak şüphesiz ki bunu bir eksiklik olarak görmemek gerekir. Zira, kitabın başlangıcında temel problematiği işaret eden kavramlar açıklanmış (s. 19-26) daha sonrasında ise insanlığın evrendeki yerinden, evrimsel biyolojiye ve oradan da büyük (devrimsel) yenilikler yoluyla günümüze kadar getirilen bir insanlık tarihi anlatısı ile karşı karşıya olduğumuzu ifade edebilirim. Yazar, temel bileşeni “iş” olan “iktisadi faaliyeti” diğer her şeyin temeline koyar (s. 23). Bu nokta önemlidir çünkü kitabın genel içeriği bu teorik alt yapı ekseninde işlenmiştir. Bu tercihin yazarın Komünist Parti geçmişi ile alakalı olduğu kanaatindeyim çünkü hemen her bölümde benzer ifadeler görmek mümkündür. Elbette Komünizmin fikir babalarından olan K. Marx ile F. Engels’in (belki diğerlerinin de) ortaya koymuş olduğu “artı değer” kavramı, tarihe bakışı ciddi anlamda etkilemiştir. Kuşkusuz ki “artı değer” kavramı geçmişi anlamada son derece önemli bir yer tutar. Özellikle insanlığın ilk dönemlerinde; büyük siyasi, askeri ve ekonomik organizasyonların temelinde “ihtiyaç fazlası buğday” yattığını söylemek çok da yanlış olmayabilir. Tüm bunların haricinde kitap paleolitik, mezolitik ve neolitik dönem insanları hakkında okuyucuyu ciddi anlamda düşünmeye itiyor. Bununla da yetinmeyip “göçebelik” ve “tarım devrimi” hakkında (s. 60-3) önemli sorgulamalar yapıyor ki bu bölümlerden çok istifade ettiğimi belirtmem gerek. Yazar “gerekli şartlar sağlandıktan sonra gelişim kaçınılmaz” fikrini (s. 64) ileri sürerek, zaman zaman çokça kutsadığımız ve şaşkına döndüğümüz bazı gelişmelerin aslında sanıldığı kadar da sürpriz olmadığını ifade ediyor. Bu ifadede (ve genel olarak kitabın diğer bölümlerinde karşımıza çıkan) “gelişmişlik” meselesi tartışmaya açık olsa da kitabın hedef kitlesi ve anlatmak istediği ile çelişmediği, eğer bu mesele illaki soruşturulacaksa yapılan ya da yapılacak olan her çalışma doğası gereği benzeri metodolojik problemler ile karşılaşmak zorunda kalacaktır.

Kitabı genel olarak değerlendirecek olursam; her bölümde ayrı ayrı “şaşkına” döndüğümü, bazı konuları “bir de böyle düşüneyim” dediğimi ve çokça not aldığımı ifade etmeliyim. Elbette bu şaşkınlık şahsi bilgi yetersizliğimden kaynaklanmış olabilir ki bu kendi açımdan son derece makul görünüyor. Harari’nin kitaplarını okuyan arkadaşların bu kitabı da seveceğini düşünmekle beraber kitabın bir miktar daha dikkatli okunması kanaatindeyim. Dili son derece anlaşılabilir ve akıcı buldum. Kitabın baskısı ise son derece iyi. Runik Kitap birkaç senedir çok büyük işler ortaya çıkardı ve bence bu kitap da onlardan biridir. Benzeri konuları merkeze alan kitapların güncelliği meselesi son derece önemlidir. Elimizdeki kitabın ilk kez yayınlanış tarihi 2015 olarak görülüyor, yayın dünyamızı düşünürsek, görece güncel bir kitap olduğunu belirtebiliriz. Son olarak kitapyurdu’na teşekkürlerimi sunarım.

Herkese sağlıklı, bol kitaplı günler!
Bu yoruma katılıyor musunuz?
Evet (5)
Hayır (3)
Bu Yorumu Yanıtla
BilgiAğacı
02.01.2022
Satın Alma Onaylı Bu ürün yorum sahibi tarafından satın alınmıştır.
Etkileyici bir kitap. Geniş bir bakış açısı sunuyor.
Bu yoruma katılıyor musunuz?
Evet (0)
Hayır (0)
Bu Yorumu Yanıtla