İlk romanı “Yıldız Cinayetleri”nde Armağan Tunaboylu, geleneksel kalıpların ciddiyetinden ve –artık çok eskilerde kalan kahraman mitinden- hem mizaha ağırlıklı bir yer vererek hem de ne yaptığının farkında olmayan bir anti-kahraman yaratarak sıyrılmış. Üstelik o, ne bir özel detektif ne de resmi bir görevli. Tersine, “kahramanımız”, yani Metin Çakır, kendi başını kurtarmak için katilin peşine düşen –ayıptır söylemesi- emekli bir pezevenk!.. Yakışıklı değil, güçlü kuvvetli hiç değil, cesaret derseniz yanından bile geçmemiş Metin’in. Hani gece vakti İstiklal Caddesinde ortaya çıkan, yanınıza gelip “bir emrin var mı abi?” deyişinden sunacağı hizmeti belli eden, tiksintiyle baktığınız karanlık ve kriminal tiplerden biri o. Serbest rekabetçi düzende bireysel teşebbüsün büyük tekeller karşısında yenik düşmesine benziyor onun emekliliği; bölgeye giren daha örgütlü –mafyöz- bir pezevenk, Kürdo, eline üç beş kuruş sıkıştırıp “kızlarını” alıvermiş elinden. Kahramanımızın işte o üç beş kuruşla İstanbul’un karanlık ve izbe sokaklarından birinde aldığı salaş evinde pembe gelecek hayalleri kurarken başlıyor hikaye. Hemen bir hatırlatma yapalım; bu sevimli pezevengin en kötü anlarda bile kendisini terk etmeyen bir hayal gücü, olup bitenleri anlamamakta gösterdiği özel bir mahareti var ki, hikayeyi tam bir durum komedisine dönüştürüyor.