Çok enteresan bir kitap olmuş. Çok da sürükleyici. Elime alınca bitirene kadar bırakamadım. Bunun yanında duygulu bir tarafı var. Ama yazar bu duyguları söylemek yerine hissettiriyor. Açıkça göstermek yerine işaret ediyor. Fakat, parmağa değil de işaret ettiği yere bakmasını bilmek lazım. O yüzden farklı bir kitap.
Bu, alışık olduğumuz romanlardan değil. Çok değişik bir teknik kullanılmış. Bu teknik konunun içeriğiyle de örtüşüyor. Roman, ‘roman’ ve ‘gerçek’ diye isimlendirilen iki ayrı koldan yürüyor. Ama yine de bu bir roman, ve bir roman olduğunu unutmamak lazım. Yazar neden böyle bir teknik kullandığını romanın içinde kendisi de açıklıyor, 103. sayfada Voltaire’in sözünü kullanarak diyor ki: ‘Tarih, doğruymuş gibi gösterilen gerçekleri resmeder. Diğer yandan, hikâye, kurmacaymış gibi gösterilen gerçekleri resmetmektedir.’ Zira bu konu romanın konusuyla da ilgili. Romanda şizofren kahraman Yasef’in zihnindeki gelgitler bu teknik içinde daha da bir anlam kazanıyor.
Romanda bir de ‘nihan kaya’ diye bir karakter var. Nihan Kaya aynı zamanda yazarın da adı. Ama romanın içine bakarsak ve cümleleri dikkatli okursak, nihan kaya’nın da diğerleri gibi bir roman kişisi, kurmaca bir karakter olduğunu anlıyoruz. Bu nihan kaya’nın gerçekteki, kitabın yazarı nihan kaya’yla hiç ilgisi yok yani. Ama yazar sanırım kasıtlı olarak, zihnimize bazı sorular sordurmak, bizi kışkırtmak için yapıyor bunu. Zira romanın içinde de buna dair bir şeyler söyletip duruyor nihan kaya karakterine. Mesela nihan kaya karakteri söyle diyor: ‘Arka arkaya söylediğim iki şey doğru ise, mesela önce adımı ve sonra yaşımı söylüyorsam ve doğru da söylüyorsam, bu söyleyeceğim üçüncü şeyin de doğru olacağına delalet eder mi? Doğruların arasına sıkıştırılmış yanlışlar ve yanlışların arasına sıkıştırılmış doğrular ne olacak?’ (s. 102) Bunu romandaki Nihan Kaya karakterinin ağzından, yani romanın içinde önce adını, sonra yaşını söylemiş, ve romanın başındaki özgeçmişe göre doğru da söylemiş biri olarak yazıyor yazar. Bizi neyin doğru, neyin yalan olduğu hakkında kışkırtmak istiyor, söylediklerine duyduğumuz güveni sarsmak istiyor. Ondan sonra da bizi delilerin dünyasına götürüyor, onların aslında deli olup olmadıklarını, ya da kimin deli kimin akıllı olduğu hakkında kafamızı karıştırmaya çalışıyor. Mesela yazar romanda yine diyor ki: ‘Sen masayı dört adet ayak sanıyorsun. Halbuki masa masadır ve sorun da çözüm de buradadır. Romancılar yalan söyler. Hatta bunu Giritli Epimenides de bilir.’ (s. 102) Yazar burada Giritli Epimenides’e ve onun felsefi paradoksuna gönderme yapıyor. Rivayete göre Giritli Epimenides ‘Tüm Giritliler yalancıdır’ demişti; ne var ki Epimenides kendisi de Giritli’ymiş. Yani, söylediği doğruysa kendi kendisini yalanlamış Epimenides. İşte Nihan Kaya da romanını bu tür göndermelerle doldurmuş. Onları bir kuyumcu gibi işlemiş. Ama dikkat etmezseniz bunları atlarsınız, bu sözleri de deli saçmasından ibaret sanırsınız. Halbuki değiller. Romanı çok dikkatli okumak, alt metnini, göndermelerini zihne kazımak lazım.
Ben buğu’nun günlük tarzında yazıldığına, yazarın gerçek hayatta temas ettiği delileri anlattığına katılmıyorum. Bu günlük ya da anlatı değil, romandır. Bu anlatılanlar hepsi de hikayedir. Nitekim romanın kurgusu içinde de anlaşılıyor bunların hepsinin hayal ürünü olduğu. Eğer romanı okursanız, sonunda bütün olaylar ve kişiler hep bir hayal içinde eriyip gidiyorlar. Eğer romanın içindekiler kafi gelmezse yazarla söyleşilere bakılabilir. Yazar orada da bunu destekleyecek şeyler söylüyor. Ama bunlar olmasa da buğu’nun tamamen bir kurmaca ürünü olduğu kendi tekniğinden, içeriğinden belli. Zaten romanın esprisi de burada. Böyle yazılmasaydı bir anlamı olmazdı.