İnsanlar, çiçeklere benzer, renk renk, çeşit çeşit… Tıpkı bir gonca gibi doğar, gül gibi olanca güzelliğiyle, tazeliğiyle açılır ve bir gün solar, buruşur, toprağa karışır, gider. Kısacık ömür bitmiştir. Ancak bazı çiçekler vardır ki; kokusu, rayihası unutulmaz, burcu burcu tüter. İşte bu yüzden Türk Milleti, peygamberine gül remzini vermiştir. O’nun hala canlı, dipdiri hayatta olduğunu; kokusuyla dünyayı ıtırladığını belirtmek için çiçeklerin şâhı gül, peygamberler sultanına da sembol olmuştur. Peygamber vârisi nice ulular vardır ki, her asırda aynı kokuyu yeniden cihana salarlar; Mevlana gibi…
Medresede âlim, camide vaiz, evde iyi bir eş ve örnek bir baba, altmış bin beytin üzerindeki manzum eserleriyle büyük bir şair, mutasavvıf, mânâ eri, gönüller sultanı ve daha bir çok unvanla anabileceğimiz Mevlana…(s.xııı)
Molla Cami, “Ne diyeyim ben bu âlî-cenâbı vasfetmek için,/ Peygamber değildir, ama kitabı var” sözleriyle övmüştür. (s.xıv)
Ahmet Hamdi Tanpınar bir gün Yahya Kemal’e sorar: “Üstad, biz Viyana kapılarına kadar nasıl gittik?” Yahya Kemal şöyle cevap verir: “Pilav yiyerek ve Mesnevî okuyarak!”. (s.xv)
Mevlana'da ziyade Mesnevî'den seçme alıntılarla Mevlana anlatılmaya çalışmış. Zaten insanın kendisi değil eseri anlatılır. İnsanlar eserleri ile anılır. Kitapta Mevlana üzerine yapılan değerlendirme en fazla dikkati çeken ve sorulara cevap veren nitelikte olmuş. Okunması tavsiyesi ile Yazar Emine hocahanım'a teşekkür ederek sizleri bu alıntı ile başbaşa bırakıyorum:
DEĞERLENDİRME: Türk dünyasında ve doğu alemlerinde asırlar süren tesire sahip alim ve sanatkarlarımız, Ortaçağ’dan itibaren batı dünyasında söz sahibi olmuşlar; eserleri çeşitli dillere çevrilmiş, ders kitabı olarak üniversitelilere okutulmuş, ilim adamları ve sanatkarlara ilham kaynağı olmuşlardır. Mevlana’da bu müstesna şahsiyetlerden biridir.
Mevlana; mutasavvıf, mütefekkir, şair, aşk rehberi ve gönül eğitimcisi gibi vasıflarının yanında; tasavvufi şahsiyeti babası Bahaeddin Veled, Seyyid Burhaneddin ve Şems-i Tebrizi ile beslenmiş; Attar, Senayi, Muhyiddin-i Arabi gibi mutasavvıfların görüşleri Mevlana’nın tasavvufi yönü üzerinde teselli olmuştur.
Ancak Mevlana’nın asıl kaynağı Kur’an-ı Kerim ve hadislerdir. Onun ahlak ve eğitim sisteminin temelini Kur’an-ı Kerim’deki ilahi emir ve tavsiyeler oluşturur. Eserleri bu açıdan tetkik edilince özellikle Mesnevi’sinde hakim olan ruhun İslamiyet’in özü olduğu açıkça görülür. Mevlana’yı anlamayıp onun İslamiyet’ten farklı sözler söylediğini zannetmek Mevlana’yı yalnızca şair ve filozof olarak değerlendirmek; onu şiir, musiki ve sema cephelerinden ele almak hatalıdır. Eserlerindeki yaşadığı zamanın buhranlı günlerine çözüm veren deruni manayı ve mesajlarının özünü anlatmak şarttır. Bu mesaj asrından günümüze kadar geçerliliğini korumaktadır.
Mevlana hakkında günümüze kadar devam eden bir diğer hatalı görüşte, onun; “Gel! Ne olursan ol, yine gel!” çağrısıyla bütün dinleri eşit görmesine dayanır. Gerçekte Mevlana bütün dinlere saygı göstermiştir. Ama bütün dinleri eşit gördüğü için değil, dinlerin hakikatini temelde hepsinin bir olan Allah’a davet olduğunu gördüğü için nazarında bu eşitlik mevcuttur. Nitekim cenazesinde hristiyan ve yahudiler: “Biz dinimizi ondan öğrendik” diyerek Müslümanlarla birlikte yürümüşlerdir. Neticede Mevlana dinlerüstü bir inancın tarafından değil İslamiyet’in özüne vakıf bir müslümandır.
Yine Mevlana, belli bir tarikatın kurucusu veya üyesi olmamıştır. Mevlevilik onun ölümünden sonra oğlu sultan Veled tarafından kurulmuştur. Bu itibarla Mevlana, Yunus Emre gibi her zümreden, her tarikattan bütün Türklerin feyz aldığı ortak bir kaynak olmuştur.
Mevlana’nın edebi yönüne gelince Mesnevi ve Divan-ı Kebir’in toplam atmış beş bin beyit üzerinde olduğu görülür. Türk-İslam dünyasında bu kadar şiire sahip şaire ender rastlanır. Mevlana’nın şiire bu kadar önem vermesinin sebebi, şiiri en tesirli irşad vasıtası olarak görmesinden kaynaklanır. Kur’an-ı Kerim Hz. Peygamber’in ebedi mucizesi olması gibi Mesnevi’de irşadıyla ab-ı hayat gibi ruhlara dirilik veren, hidayete sevkeden rehber bir eserdir. Nitekim bugüne kadar hiçbir kitap için ‘Kur’an’ın özüdür’ denilmemiştir. Bu istisnai değer yalnızca Mesnevi’ye atfedilir.
Mevlana Mesnevi’de; ilahi sevgi ve hoşgörü, alçakgönüllülük, güzel ahlak, çalışkanlık, adalet gibi insani, ahlaki ve manevi değerleri insanlara temel prensipler olarak tavsiye eder. Mükemmel insan, huzurlu toplum dünya ve ahiret mutluluğunun yollarını gösterir. İnsanın kendisini ıslah edebilmesi için pratik kurallar verirken hikaye üslubunun tesirlerinden faydalanır. Anlatıldığı hikayelerde çift olan unsurları vererek muhakeme ve mukayese yoluyla vermek istediklerini telkin eder. Mevlana’nın faydaya yönelik didaktik hikayelerinin her birinin sonunda birden çok hüküm veya hisse çıkarmak mümkündür.
Mevlana eserlerinde mükemmel insan reçetesini verirken her fırsatta insana verdiği değeri de ön plana çıkarır. İnsan Cenab-ı Hakk’ın yeryüzündeki halifesi ilahi tecellilerin vücut bulduğu bir varlıktır. Hakk’ın nefesiyle can bulmuş, ilim ve akılla diğer varlıklardan üstün kılmıştır. Mevlana’nın bu düşünceleri aksettiren mükemmel insan görüşü kaynağını Kur’an-ı Kerim ve hadislerden almıştır. Bu itibarla Mevlana insana gerçek anlamda değer veren, insana sevgiyle yaklaşan bir mütefekkirdir.
Mevlana’nın bir diğer yönü de Kelam ilmine olan vukufudur. İlmi, kelamı ve felsefenin tartışmalı konularına anlaşılır bir üslupla net çözümler getirmiştir. Ehl-i sünnet inancına uygun mutedil yolu tavsiye etmiş, hatalı görüşleri tenkit etmiştir.
Neticede görülüyor ki Mevlana, fikirleri ve eseleriyle farklı ilim dallarına konu olmuş, hakkında pek çok eserin yazıldığı sayısız araştırmaların yapıldığı şöhret ve tesirinin zaman ve mekanla sınırlanmayacağı mümtaz bir şahsiyettir. (s.111-113)