Toplam yorum: 3.253.599
Bu ayki yorum: 5.625

E-Dergi

Fulya Yılmaz

Merhaba! Ben Fulya Yılmaz, Felsefe Grubu Öğretmeniyim. 2010 yılından bu yana NLP ile başladığım eğitimcilik hayatıma, Eğitim Koçu ve Rehber Öğretmen olarak devam etmekteyim. Kitap okumak, okuduğum kitaplar üzerine sohbetlerde bulunmak çocukluğumdan bu yana en keyif aldığım şeydir. Sosyal çevrem ve öğrencilerim dahil olmak üzere kitapların içerikleri üzerine referans alınan ve bundan bahsetmekten mutluluk duyan biriyim. Kendimce oluşturduğum mütevazı kütüphanemdeki kitapları yorumlarken, yolunuza ışık tutmayı diliyorum. Sevgilerle.

Fulya Yılmaz Tarafından Yapılan Yorumlar

İskender Pala’nın kalemini çok severim. Yazdığı birçok kitabın karakteri, başlığı, konusu oldukça zekice ve ilgi çekicidir. Azdahak ise Şehname’de geçen bir masaldan beslenir. Astronomi, inanç, mitoloji, tarih, felsefe ve tasavvuf temaları kitabın akışına inanılmaz bir kaynak zenginliği sağlar ve Azdahak adı ile yayınlanır. İyilik, kötülük, güç, iktidar ve adalet gibi evrensel kavramları ve üzerinde durulması gereken insani karşıtlıkları dönemin de ruhunu taşıyacak şekilde aktarır. Kurgu olarak yayınlanan kitap, verilen toplumsal mesajlarla, kötülüğün toplumsal düzeyde nasıl büyüyüp, insanın kendi içindeki değerlerle yüzleşebileceğini gösterir.

Efsaneler gerçek mi?

1577 yılında, İstanbul’da Ramazan’ın ilk günü gökyüzünde çıkan bir kuyruklu yıldız, tüm halkı uğursuzluk ve başlarına kötü şeyler geleceğine dair kaygılara sürükler. Bu korkutucu derecede parlak gökyüzü olayı yaşanırken, kimileri bilime sarılırken, kimileri ise hurafelerle insanlara korku salacaktır. Ne yazık ki sapkın bir inanış uğruna işlenen cinayetler, zulümler ve bu akıl almaz kötülüklerin altında yatan sırlarla tüyler ürperten hikayenin içinde buluruz kendimizi. Ancak buna rağmen elinizden bırakmadan, soluksuz okutturan bir kitaptır.

“Biz dünyayı cennete çevirmek için onların cehennemine direniyoruz. Onlar cennete gitmek için bu dünyayı cehenneme çeviriyorlar.“

Halk bir kuyruklu yıldızın hurafelere nasıl alet edildiği, insanların galeyana getirilerek nasıl da zulümler yapıldığı ile cebelleşirken, bir de binlerce yıl önce tarihe gömüldüğü sanılan tarikatın kurtarıcısının, bir gün nurlar içinde bir gemi ile gökyüzünden inmesi için katliama başlayan bir tarikatla yüzleşecektir. Azdahak, doğu mitolojisinde başındaki yılanlarla kötülüğün ve doymak bilmez arzuların sembolüdür. Azdahak’lar ise büyük kurtarıcılarının ortaya çıkması için dünyanın kötülüğe bulanması gerektiğine inanan, acımasızlığın dozunu arttırarak bu süreci hızlandırmayı amaçlayan, sapkın inanışları ile hamile kadınları kaçıran, efendileri için kurbanlar arayan bir tarikattır. Göklerdeki bu ışığı yıllarca bekleyen bu topluluk, gökyüzündeki bu ışığın kurtarıcıyı getiren gemi olduğunu ileri sürerek gizli ayinler yapmaya başlar. Karabarut Hasan’ıyla, Sürmeli Mustafa ile emaneti Meşkure hanımıyla, Topuklu Şivanı ve daha nicesiyle soluksuz okunan muazzam bir roman olmuş.

Muhteşem bir kurgu…

Kitabın konusu çok katmanlı, merak duygusunun sürekli diri tutulduğu, şiirsel bir üslupta ve karakterleri ile güzelce zenginleştirilmiştir. Kaptan-ı derya, Şeyhü'l-İslam, sadrazamlar, defterdarlar yani Osmanlı’ya ve saraya dair her şeyi tüm incelikleri ile taşır. Ramazan ayının heyecanla beklenilişi, gelişi, hazırlıkları ve ilk iftarın açılışından, halkın mutluluğunu aktarışı, Ramazan gelmiş gibi romanın içinde hissettiriyor bizleri. Romanda yalnızca bir karakterin ya da bir halkın hikayesi anlatılmıyor, aynı zamanda insanlık tarihinin benciliği ve temel çatışmaları anlatılıyor. Felsefi derinliğiyle de İskender Pala’nın kalemine olan hayranlığımızı arttırıyor. Gönülden tavsiye ettiğim kitaplar arasındadır. Keyifli okumalar dilerim.
Çoğumuz içinde bir tutam tarih olan kitapları biliriz ve severiz. Okuduğumuz o bazı destansı ve dramatik romanları. Çünkü iyi bir anlatıcının kaleminde bizi alıp götürecek, hüzünlendirecek, kalbimizi alacaklardır. Ve bu kitapları severiz çünkü kırık kalplerimizi tekrar onaracaklarını biliriz. Özellikle konu aile, öfkeli ebeveynler olduğunda hikayenin neresinde olursa olsun insanlık için farklı ruhlarda, farklı şekillerde yöneltilen ama aynı üzüntüyü, eksikliği, kalp kırıklığını hissettiren bu dramlarda paylaştığımız inceliklerin anlatılıp, dikkat çekildiğini görmekten mutlu olacağımızı biliriz. Kitapta anlatılan Canfeda Konağı’nın ve onun hayali sakinlerinin özünde güzel, ilham verici, yürek parçalayıcı, düşündürücü ve bütününde büyüleyici hikayelerinin anlatıldığı, Gece Açan Çiçekler gibi. Konağa hapsolmuş, yalnızlığa terk edilmiş, Halide. Yıllarca konaktan uzakta hayatlar süren kardeşler Cihangir, Zeliha ve Nihal, annelerinin ölümünün ardından, konağın satışı için son kez bir araya geleceklerdir. Bir yandan uzun yıllar öncesinde kalan bir aşk, Derviş Ali ile Handan’ın hikâyesi. Yüz yılı aşan bir uzaklıkta, Osmanlı zindanlarında, ölümünü bekleyen, saf aşkının peşinde derbeder olan, Derviş Ali. İki ayrı dönem aynı sonda buluşuyor kitapta. Tarihi kurguyu seviyorsanız, bence siz de kitabı seveceksiniz. Ne unutulmaz alıntılar, ne de yoğun olaylar, dikkatimizi çeken sadece bunlar değil, aslında sadece gerçek bir hayat var. Gerçek bir duygu…

"Hayatın kaçınılmaz yolculukları vardır; siz yola çıkmayı reddetseniz de kandırmacalarla erteleseniz de o yol gelip kalbinizin ortasına yerleşir."

Kitabın epigrafinde yazdığı gibi “Bir gece ne kadar uzun olursa olsun, karanlığı sonuna kadar sürmez.” Kaygıları, gelenekleri ve can sıkıntılarıyla dolu yaşanmışlıklar ve fikirlerin pişmanlıkla gözyaşlarına dönüşümü insanları derinden yaralar. Bazı yazarların kalemini, kurgusunu ve hikayede anlatmak istedikleri duygu çeşitliliğini çok seviyorum. Tarık Tufan’ın okuduğum dördüncü kitabı ve her birinde kaleminin gücüne hayran kalıyorum. Kitabın ismi de içinde anlatılan hikaye kadar anlamlı ve özel. Gece açan çiçekler, açıldıkları vakitte sadece görsel şölen sunmakla kalmazlar, aynı zamanda derin sembolik anlamlar ve tüm şeffaflıklarıyla doğaya dönüşümlerini sunar, geceye kendilerini pirüpak bırakırlar. İsmi kapağı gibi güzel, kapağı içeriği gibi göz kamaştıran bir hikaye.

“Edebiyatın bir vazifesi de ruhlarımıza teselli vermek değil midir?”

Yazar, Gece Açan Çiçekler’de kadını, aileyi, kardeşi, aşkı, anneliğin yükünü ve kuşaksal travmanın kendisini yıllar içinde nasıl çeşitli şekillerde gösterebileceğini kaleme almış. Çok etkileyici ve özlü bir anlatım. Öyle ki hikayedeki birçok satır üzerine bir süre düşündürecek fazla anlam var. Kitap bittiğinde de bu anlamlı satırların uzun süre akılda kalacağını düşünüyorum. Bazı satırlarda Tarık Tufan’ın yazım tarzının bilgeliği de beni büyüledi. Özellikle Halide’nin anlatımındaki bazı cümleler yüreğime işledi, boğazımı düğümledi. Ayrıca Sultan 2. Abdülhamid döneminin saray baş ressamı Fausto Zonaro ile Derviş Ali’nin dostluğunu gerçek bir dönemle kurgulanması, Zonaro’nun tablosunu araştırma merakına kapılmam ve gördüğüm resme, döneme dair okuduğum bilgilerin referans olması, bu etkileyici kurgunun gerçek bir tarihle karşılık bulmasını sevdim. Tarık Tufan’ı okuduğum kitapları kadarıyla anladım ki bir hikayeyi nasıl unutulmaz kılacağını biliyor ve konusunun her yönünü kullanıyor. Her iki hikaye de dramatik ama zıt şekillerde, geçmiş ve şimdiki zaman sürekli olarak birbirini tamamlıyor. Yazar tarihsel bir kurgu kaleme almış olsa da üslubunun samimiyeti ve betimlediği yüksek diksiyon sayesinde, tarihi kişilerin gerçekliği konusunda şüpheye mahal vermiyor.
Kahramanımız genetik bir hastalık sebebiyle altı aylık bir süre içinde görme yetisini kaybedecek olan 9 yaşındaki, Mafalda. Romanın yazarı da anlatıcısı gibi Stargardt adı verilen ve sonunda körlüğe yol açan nadir bir dejeneratif göz hastalığından müzdariptir. Yazarın kendi hastalığından ve deneyimlerinden esinlenerek kaleme aldığı Mafalda’nın hikayesi, okul bahçesinde bulunan kiraz ağacına kadar, yetmiş adım atmasıyla başlar. Mafalda’nın en sevdiği şey okuldaki kiraz ağacına tırmanmaktır. Gelecek altı ay içinde görememeye başladığında ağaca tırmanamayacağını düşünür ve tamamen o kiraz ağacında yaşamaya karar verir. Bunun bir nedeni de kısa zaman önce kaybettiği büyükannesinin ruhunun o ağaçta yaşadığına inanmasıdır. Bu fikri ona, babasının Mafalda’ya her akşam okuduğu bir kitabın kahramanı verir. Çünkü o da bir ağaçta yaşamaktadır. Mafalda zaman zaman kiraz ağacı ile arasındaki mesafeyi adım olarak ölçüp, ne zaman karanlıkta kalacağını hesaplamaktadır. Yazar da hastalığı, görme yetisini bulanıklaştırmaya başladığında ailesinin evini böyle bulur.

Mafalda yaşadığı dramaya rağmen, kaderiyle yüzleşerek gerekli gücü ve cesareti kendinde bulmayı başaran bir kahraman. Rahatsızlığının seyrine karşın hem zekasını gittikçe daralan imkanlarına göre kullanabilmesi hem de durumunu kabul etme konusundaki metaneti takdire şayan. Ailesi, kedisi, okul hizmetlisi Estella ve arkadaşı Filippo’nun da desteği ile karşılaştığı zorluklarla mücadele etmeye çalışsa da Mafalda’nın en büyük motivasyonu, hayatındaki en büyük desteği sağlam bir karakter gücüne sahip olmasıydı. Açıkçası sadece onu olduğu gibi daha doğrusu olacağı gibi kabul edecek gerçek bir arkadaş bulamaması beni incitti. Mafalda’nın okulda en çok sevdiği kişilerden birisi hizmetli Estella’dır. İçinden geçenleri, hissettiklerini hep onunla paylaşırken Estella, onun korkularının cesaret ve farkındalığının şekillenmesinde çok büyük rol oynar.

‘Karanlık, seni yakalayan ve sessizce yiyen canavarların olduğu, kapısı ve penceresi olmayan bir odadır.’ Kaçımız çocukken uykuya dalmadan önce, uyuklarken ya da uyku arasında ışıkların kapalı olduğunu fark ettiğimizde karanlığın etkisiyle etraftaki eşyaların, çocukluğun verdiği geniş hayal gücümüzle kendimizi fantastik bir korku şöleni içine düşürmemişizdir ki? En masum yanımız, tecrübe ettiğimiz en saf halimiz, çocuklar, her zaman en hassas konumuz. Bu açıdan da yazar bu tür bir hastalığın bilinmesi ve bu vaziyeti yaşayan insanlar için sağduyulu olmaya dikkat çekebilmesi için çok iyi bir noktadan, dokuz yaşındaki Mafalda üzerinden yakaladı bizleri. Her şey yaşayacağı engel etrafında dönüyor olsa da parlayan zekası ve eksilen yeteneklerinin yerini alan özelliklerini keşfederek dolu dolu bir hayat yaşama kararlığını sürdürebilmesi ona yardımcı oldu. Bir yandan bizleri üzen ama bir yandan da hayatta en mühim şeylerin neler olduğunu fark ettiren iyimser bir hikaye idi.

Hastalık yavaş yavaş çöken kara bir bulut gibi gelse de cesaret, umut ve kararlılık aşılayan, motive edici bir serüveni, karanlıkta bile ışığı nasıl bulabileceğimize dair hayat dersi veren bir kitap. Önceliklerimizi biraz gözden geçirmemize, belki de şu anda bizim için önemli olan şeyleri gözden geçirmemize gerekçe sağlayan bir kaynak, sadeliği ve güçlü mesajlarıyla büyüleyici bir hikaye. Çocuk ve genç yetişkin edebiyatında bu tür konularda farkındalık yaratmanın önemli olduğunu düşünüyorum. Küçük Prens, İçimdeki Müzik, Momo gibi kitapları sevdiyseniz eminim Kiraz Ağacı ile Aramızdaki Mesafe de kalbinize dokunacaktır. Kapak tasarımı ve hikayenin derlenip sunuluş şeklini de ayrıca beğendim. Bu haliyle görsel anlamda da profesyonelce hazırlanmış akıcı bir hikaye olmuş. İnsanın hem kalbini burkup hem de içini ısıtan bir hikaye okumak isterseniz, tavsiye ederim.
Şebnem, büyüdüğü zaman ne olmak istediğine karar vermeye çalışan, bir köyde ailesiyle beraber yaşayan sekiz yaşında bir kız çocuğudur. Büyüyünce ne olacağı konusunda belirlediği hedef ise dedesi gibi bir bakkal olmak. Bu sebeple okul bitince dedesinin yanında çırak olarak çalışmaya başlar. Ticari zekası çok yüksek olduğu için de yeri gelir müşterilere indirim veya zam yapar, çocuklara daha çok içecek satmak için karışımlar yapıp, daha çok çekirdek satmak için külahlara önceden çekirdek doldurur, Afrikalı çocuklara yardım göndereceği için hayır toplamaya başlayıp, bir sürü konuda girişim yapar. Tek bir amacı var bakkalı daha çok büyütüp, ikinci katı çıkmak. Kahramanımız çocuk okuyucuların özdeşleşebileceği, yetişkinlerin de çocukluk hatıralarını kıpırdatan bir çocuk.

Küçüklere büyüklerin dünyasının ve yetişkin-çocuk ilişkilerine dair inceliklerin Şebnem’in kafasında oluşan sorularla yenilikçi düşünmenin, ticaretin ipuçlarını veriyor. Çocuklara seçim hakkı sunmak, karar verme becerilerini geliştirirken onların kendi planlamalarını eksiğiyle gediğiyle yapabilmelerine, hedeflerini belirlemelerine ve davranışlarının sonucunda karşılaşacakları durumları kendilerinin değerlendirebileceklerine ayna tutuyor.

Açgözlü, hırslı, yalan söyleyen, çokbilmiş, haris bir çocuk gibi görünse de her çocuk gibi birazcık benmerkezci ve neden-sonuç algoritması için tecrübe edinmeye ihtiyaç duyduğu, doğal bir süreç içinde o yüzden de sürekli olarak yetişkinlere serzenişlerde bulunuyor. Çocuklara, özelliklerine uygun ve potansiyellerini geliştirebilecekleri ortamların sağlanması, sorumluluk ve karar verebilme becerisinin de gelişmesini destekler. Çocuk yetiştirme sürecinde, çocuklarımızla iyi iletişim kurmamız oldukça önemlidir. Bunu yapmanın temel noktası, bizlerle her konuştuklarında onlara tüm dikkatimizi vermektir. Duygularını yönetme becerisine sahip olan çocuklar kendi duygularını daha iyi anladıkları için öz saygı ve öz güven seviyeleri artar. Bu bağlamda Şebnem’in kaleme aldığı “Çocukların Gözünden Yetişkinlerin İletişimde Dikkat Etmesi Gereken Hassas Konular” adlı 10 maddelik liste küçüklerin gözünden onları anlamamız için dikkate değer mesajlar verir.

Şebnem’in yaşının getirdiği çelişkileri ve çözüm yollarını tasvir etmesini beğendim. Duygusal olarak sağlıklı ve dengeli bir zeminde duran çocuklar, akademik başarı, sosyal uyum, öz güven ve öz saygı gibi birçok alanda daha olumlu sonuçlar elde ediyorlar. Güzel dersler ve unutulmaz anlarla dolu, okunması kolay ve eğlenceli, fazlasıyla hassas, yaratıcı bir kitap. Çizimleri çok sevimli buluyorum, hayal gücünü beslemeye ve okumayı zenginleştirmeye yardımcı oluyor. Yazarın okuduğum üçüncü kitabı ve aslında kargoda gelmekte olan kitabımı, kütüphanede görüp incelemek isterken gün içinde elimden bırakamayıp bitirmiş bulundum, “memnuniyetle”. Okurken ve bittiğinde bunları düşündürüp, hissettiren Şermin Yaşar’a teşekkür ediyor, yetişkin-çocuk ayırmaksızın keyifle okumanızı tavsiye ediyorum.


Sıcacık bir mahalle ortamı öyle ki küçükken tanıdığımız bakkalı, kasabı, manavı olan o mahalle içinde, 26 bölümden oluşan samimi bir hikâye. Bir kasabada tek bir çocuk haricindeki tüm insanların abartma hastalığına yakalanması üzerine kurulan hikayede, insanların çoğunu etkisi altına alan tüketim çılgınlığı ve öz dilimizin bozulması gibi konuları mizahi bir dille eleştiriyor, yazar. Aslında bizlerde bir sabah uyandığımızda değilse de hızlı akan teknolojik ve sosyal medya süreci içinde abartılı diyetler, sevgi gösterileri, her şeyi merasimlerle kutlamaların yanında, paylaşımlarla ilan etme merakı gibi birçok konuya seyirci olmaktayız. Her bölümünde bu sorunları farklı, komik olayların cereyan etmesi ile tebessüm ettirerek ele alınmış. Karakterlerin günlük hayatta rastladığımız çoğu insana benzemesi ve ortak takıntılarını resmediyor olması ayrı güzel. Eski mahallelerde insanlar sadece komşu değil, birer aile gibiydi. Özellikle bu özlenmiş duyguyu tekrar hissettirmesini çok sevdim.

Aslında bu kitap hem kültürel, hem de toplumsal yapıları zedelememeye niyet eden, geleneksel düşünce kalıplarını yıkmadan dönüşmeye, ilerlemeye ışık tutan, özgün ve iyileştirici bir bakış açısı sunuyor. Büyüklere saygı, küçüklere sevgi ve öz benliklerine saygı, başarı gösterisi arzusu ile gösterilen kıyas veya beklenti, iletişimin önemi, aile ve sosyal ilişkilerde bencillik, okulların yarış değil her çocuğun öğrenme düzeyine göre eğitim verilmesi beklentisiyle var olduğunun anlaşılması, bireyin ihtiyaçlarını alışı ya da fazlasını ihtiyaç görmemesi iradesinin sarsılması gibi önemli olan birçok mesajı tek tek hikayeleştirip, samimiyetle sundu.

Günümüzün çocukları, yarının yetişkinleri! Onlar için sağlıklı teknoloji alışkanlıkları geliştirme konusunda çocukları desteklemek, ilgilenmediğinde doğacak olan sorunları için güzel bir ayna tuttu. Çocuk kategorisinde olmasına rağmen her yaştan insanın bayılarak okuyacağı nitelikte. Şermin Yaşar’dan okuduğum ilk kitap ‘Söyleme Bilmesinler’ idi. Hikayesini yine çok samimi ve fazlasıyla bizden bulmuştum. Abartma Tozu ile de kalemine güven duyduğum yazarlardan oldu. Bir yandan güldürürken bir yandan da düşündüren birbirinden özel bölümlerden oluşan bu samimi kitabı okumanızı tavsiye ederim. Keyifli okumalar.