Toplam yorum: 3.092.427
Bu ayki yorum: 3.028

E-Dergi

yesevihan Tarafından Yapılan Yorumlar

28.04.2004

Marlo Morgan'ın Bir Çift Yürek adlı nefis eserinden sonra yazdığı Aborjin kültürü eksenindeki ikinci kitabı. Kitabda Aborijin kültürünün yok edilişi kadar "Beyaz adam"ın otantik bir kültür karşısındaki vahşetini sorgulayan yönünü sanırım burada izlenim yazanların çoğu unutmuşlar. Doğumlarını takiben birbirlerinden ayrılan ayrı cinsden ikiz kardeşlerden birisi olan kız kardeş Avustralya'da hayat çizgisini sürdürürken ve bir noktadan itibaren köklerini araştırmağa devam ederken ABD'ye kadar sürüklenen erkek kardeş "kapitalist sistem"in dişlileri arasında ufalanıp gidiyor. Kitabın sonunda insanlar sanırım ABD'de bir hapishanede çürümeğe terkedilen erkek kardeşin "titreyip kendine dön"erek Aborijin ermişi filan olmasını beklemiş olmalı ve gerçek hayatta tabii ki bu olmuyor. Kitabın tek eleştirlecek yanı ele aldığı muazzam konuları çok yüzeyel geçiştirmesi olabi,lir.; bir de aborijin toplumuna dönen kız çocuğun katıldığı gruptaki üyelerin aldıkları "ABORİJİN" isimlerinin öyküsüne kitabın hacmine göre fazlaca yer vermesi olabilir. ANZAK orduları ile Gelibolu'ya kadar gelen "Avustralyalı" olmuş "batılı adam"ların iğrenç tavırlarını ve vahşi bilinçaltlarını ortaya sermesini aynı kökenden birisinden beklemek doğru mu bilmem amma "vahşi batılı"nın günah galerisinden önemli çizgileri sergilediği için yine de yazarını kutlarım. Okunmasında ve üzerinde düşünülmesinde yarar olan bir eser sonuçta...
28.04.2004

Bukağı, Sufi yazarımız Emine Işınsu'nun son eseri olan ve Niyazi Mısri'nin hayatı etrafında kurgulanan son romanı.

28.04.2004 tarihli YeniŞafak Gazetesinde yazar ile Hale Kaplan Öz'ün yaptığı röportaj eseri ve Işınsu'nun tasavvufi konulara ilgisini ortaya koyarken kitab hakkında tanıtım anlamında hemen herşeyi dile getiriyor:
...
'Acılı' roman: Bukağı
Emine Işınsu son romanı Bukağı'da tasavvuf erbabı Niyazi Mısri'nin hayatını anlatıyor. Sancılı bir yazım süreci geçiren yazar Bukağı'nın diğer romanları ile kıyaslandığında 'acılı olduğunu' söylüyor.
...
Emine Işınsu'nun Bukağı isimli romanı Ötüken Yayınları arasından çıktı. Çocukluğundan başlayarak, eğitimi, tefekkürü ve eserleri ile Niyazi Mısri'yi anlatan kitap, IV. Murad'ın hükümdarlığı dönemini de arka fonda veriyor. Son dönem kitaplarında tasavvufu merkezine alan Işınsuyla son romanını ve yeni eğilimini konuştuk.

Niyazi Mısri ile ilk karşılaşmanız nasıl oldu?

Bunu hatırlamak çok zor, gönlümde bir Niyazi Mısrî vardı ama, onun hakkında pek bir şey bilmiyordum. O halde beni Niyazi Mısrî İle ilk karşılaştıran, bana tasavvufî romanlarımda rehberlik eden, kıymetli bilim adamı Mustafa Tatçı'dır. Zaten yazmam için de ısrar eden o oldu, sonra Mısrî'ye dair kitaplarla, kendi kitabı İrfan Sofraları ile tanıştım, bol bol okudum.

Bu romanı ne kadar sürede ve nasıl yazdınız, nasıl bir araştırma dönemi geçirdiniz?

Bir yıldan fazla araştırma yaptım ve okudum, sonra dört ayda maddî ve mânevî ıstırap içinde yazdım. Maddîsi, bel rahtsızlığımdı, çok fazla acı çekiyordum. Mânevisine gelince; Mısrî ile özdeşleşmek çok zor oldu, çünkü mübarek zat pek öfkeli biriymiş, ben de pek az öfkeliyimdir, mizaçlarımız hiç uyuşmuyordu yani, "yazamayacağım" korkusu yaşıyordum. Bu arada sanki, Mısrî'nin gönlümdeki manevî varlığı, habire "Haydi yaz, durma" diye beni zorluyordu.İşte bu karmaşanın içinde, herhalde Allah yardım etti ki, dört ayda bitirdim.

Önceki kitaplarla kıyasarsak Bukağı'nın sizin yazın serüveniniz içindeki yeri neresidir?

Yukarıda anlattıklarımı göz önüne alarak, öbür romalarımın yazılış serüvenleri ile kıyaslarsak "acılı bir roman" oldu diyebiliriz!..

Çocukluğundan başlayarak okul hayatı, insanlarla münasebeti, karakteri, tefekkürü ve eserleri ile Niyazi Mısri'yi anlatıyor kitap. Yaşamöyküsü içine dağıtılmış yan unsurlar ve beyitler de anlatımı daha akıcı ve etkin kılıyor. Eklenen bu unsurların ne kadarı gerçek, ne kadarı kurgu?

Bütün romanlarımda olduğu gibi, Bukağı'da da gerçekle, kurgu at başı gitti. Meselâ Mısrî'nin "Kasım" diye bir arkadaşı olduğunu sanmıyorum, keza bir "derviş ağası"nın bulunduğunu da. Şiirlerini yazışıyla ilgili olaylar baştan başa kurgu. Şiiri yazıp, ona uygun bir haleti ruhiye kurdum. Böyle şeyler... Babasının bir Nakşi şeyhi olduğu, bütün gezileri, rüyaları, Vani Efendi ile çatışmaları, sürgünleri vs gibi şeyler de gerçektir. Sohbetlerinin bir kısmını da, İrfan Sofraları isimli kitabındaki makalelerinden derledim.

'Tasavvuf sevdalısı oldum'

Romanın arkaplanında tarihsel bir sürec de mevcut. Kişi diyalogları ve mektuplaşmalar yoluyla IV. Murad dönemi olaylarını okuyoruz. Kitaptaki tarih yazımının işlevi nedir sizce?

Mısrî'nin içinde yaşadığı zamanı, gerçek olaylarıyla belirtmek istedim. Böylece onun tarihimiz içindeki maddî yerini de tespit etmeye çalıştım.

Türkiye'de özellikle son elli yılda, dönüşümleri ve mevcut durumu ele aldığınız kitaplardan sonra, son dönem kitaplarınızda tasavvufu merkeze alan çalışmalar ortaya koydunuz. Sizi buna sevkeden neydi?

Çocukluğumdan beri, annemden dolayı olsa gerek, tasavvufa meraklıyımdır. Bu merak beni, Yunus Emre'yi yazmaya yönlerdirdi ve Yunus'dan sonra tasavvufa karşı daha bir sevdalı oldum... Böylece bir kaç erenimizi daha yazmayı istiyorum, kısmet olursa tabiî.

02.03.2004

Bugünün İran'ını "anlamak" için eşi bulunmaz bir kaynak. Romandan ziyade bir belgesel olan eserde İran'daki dini hiyerarşiyi oluşturan "molla"ların yetiştirilme süreci, İran'ın son yüzyılındaki tüm toplum olayları, dini geleneklerin temelleri, oldukça canlı bir anlatımla dile getirilmiş. Eseri yazan Roy Mottahedeh'nin Harvard Üniversitesi'nden gelen bilim adamı edası bazen eseri ansiklopedi havasına soksa da yakın tarihe meraklı okurlar için bu bir eksiklik sayılmaz. Eseri Türkçe'ye çeviren Ruşen Sezer'in dili bazen insanı çileden çıkartacak ölçüde "uydurukça" dolu olsa da kitabda taıfda bulunulan ayetlerin kaynaklarını ve Kur'andaki yerlerini tesbit konusunda gösterdiği gayret övgüye değer. Kitabın Irak'daki gelişmeler nedeniyle ülkemizde de gündeme gelen "Şia dünyası" hakkındaki verileri başka hiç bir yerde bulunamaz nitelikde. İran-Irak-Körfez savaşlarının nednelerini,sonuçlarını ve son ABD saldırısının "şii" bakış açısıyla nasıl değerlendirildiğini anlamak için okunmalı.
02.03.2004

Alexander Najjar (Neccar) Kafkas Sürgünleri adlı bu belgesel romanında Kafkasya'dan sürülerek Ortadoğu'ya savrulan "çerkes" ailerinden birisi "Şeyh Mansur ailesi" etrafında acıklı bir öyküyü dile getiriyor. Kitabın Kafkasya'da Rus istilasına karşı mücadeleyi anlatan satırları olağan üstü sürükleyici. Kafkasya'dan zorunlu göçün anlatıldığı sahneleri okurken hiçbir Kafkas kökenlinin etkilenmeyeceğini sanmıyorum. Kitabın Suriye ve Ürdün'de yerleşen Kafkaslıların hayatını ve o yıllarda zorunlu olarak karışmak zorunda kaldıkları emperyalist İngiliz-Fransız çıkarlarına hizmet eden taraflarından birisinde yer alarak bazen öz kardeşlerine karşı savaşmalarını anlatan satırları ise tarihin garip ve acı bir cilvesi olmalı. Bu "anlamsız yıllar"ı anlatırken yazar da oldukça sıkılmış olmalı. Bunu kitabı okurken hissediyorsunuz. Kitabı bir belgesel roman olarak tüm okurlara tavsiye ederken özellikle ailesinin herhangi bir üyesi Kafkas göçmeni olan her okur için okunması zorunlu bir eser olduğunu vurgulamalıyım.
02.03.2004

Dan Brown imzalı bu kitap, kurgusu ve yazım kalitesi ötesinde dayandığı belgesel zemin ile dikkati çekiyor. Hrıstiyanlığın temel öğretisi olan "tanrılaştırılmış" İsa öğretisini yerle bir eden yazar, kilse hiyerarşisinin temellerini de sarsıyor. Çok iddialı gelebilecek bu cümlelerimin kitabı okuduğunuzda az bile kaldığını kabul edeceksiniz. Hz. İsa'nın havarilerinden Maria Magdelana'nın aslında Hz. İsa'nın eşi olduğunu ve Hz. İsa'nın soyunun bu kadından dünyaya gelen çocuklar vasıtasıyla "kilise"nin İsa soyunu imha cinayetlerine rağmen bugüne kadar ulaştığını okumak benim için son derece çarpıcı oldu. Bu durum, "ilah" haline getirilen İsa Mesih'in tam da İslam öğretisinde olduğu gibi etten-kemikten bir "insan" olduğunu kanıtlıyor. Şimdiye kadar İslami çevrelerde "babasız" olarak bakire "Meryem"den dünyaya gelmesi ile tartışılan Hz. İsa'nın tevhid anlayışını sürdüren evladları olduğunu öğrenmek tüm Hrıstiyan ideolojisini kökünden yıkıyor. Katolik kilisesinin bu kitabın araştırma döneminde yazarın Vatikan arşivlerinde çalışmasına izin vermesi ise şaşılacak bir şey. Kitapta anlatılan radikal-nefse eziyeti esas alan Opus Dei organizasyonu da İslami zühd ve takvayı esas alan tasavvufi yolları anımsatıyor. Kitabda anlatılan tüm mekanların ayrıntılı fotoğraflarını içeren albumun de yer aldığı yazarın websitesini incelediğinizde eserin Batı Hrıstiyan dünyasında nasıl bir etki oluşturduğunu görmeniz mümkün olacaktır. ( bakınız http://www.danbrown.com ) Leonardo Da Vinci, İsaac Newton, Botticelli gibi cins sanat ve bilim adamlarının "teslis" gibi akıldışı bir öğretiye inanmadıklarını ve tevhidi İslam anlayışına yaklaştıklarını okumaktanm büyük bir keyif aldım.
Kitabdan öğrenilecek o kadar çok şey var ki: Da Vinci'nin Son akşam yemeği tablosundaki sır, son Fransa Cumhurbaşkanlarından sosyalist Mitterand'ın "kutsal kase" tarikatı bağlısı olduğu, Louvre müzesinin önünde inşa edilen cam piramidin hikmeti, PHI (fi) -1.618- sayısındaki ilahi gizem... (Phi sayısının Leonardo Da Vinci'nin eserlerinde "insan"daki ilahi ölçülerin şifresi olan Phi sayısına sadakatini okurken "insan"ın yaratılışındaki muazzam sanatı anlamamak olur mu hiç?) Bu eseri okuduktan sonra Hz. İsa ve Hrıstiyanlık hakkındaki hemen tüm fikirleriniz değişecek. Bir de son yıllarda ülkemizin maneviyatına saldıran Hrıstiyan misyonerler karşısında bir müslüman olarak kendinizi çok güçlü hissedeceksiniz. Opus dei'nin kadın-erkek cinsinin audiovisual olarak ayrıştırıldığı New-York'daki görkemli merkezinin fotoğrafına bakarken "harem" uygulaması yüzünden yıllardır Osmanlı sultanlarına demediklerini bırakmayan özüne yabansılaşmış aydınalrımız acıyla hatırlamaktan kendimi alamadım. Bu kitabı okumak çok kolay şu sıralar tüm korsan tezgahlarında 3-5 milyona satılıyor. Fırsatı kaçırmayın, hem zihin egzersizi yapın, hem de muhteşem bir edebi esere tanık olun... en önemlisi de hayatının her safhası kayıt altına alınmış, tüm hayatı, tüm sözleri bize kadar iletilmiş ve yaşadığı mekanlar ortada olan Hz. Muhammed gibi bir örnek Rasul'ün ümmetine mensub olmanın zevkine varın. Bu zevke paha biçilir mi?