Toplam yorum: 3.087.413
Bu ayki yorum: 7.100

E-Dergi

Mehmet Utku Yıldırım

1988’de doğdu. Marmara Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü mezunu. Öyküleri Trendeki Yabancı, Öykü Gazetesi, Sonlu Sonsuz Fanzin, Kafkaokur gibi dergilerde yer aldı, Dedalus Kitap tarafından Asker Daha Fazla Elliott Smith Dinlemek İstemiyor adıyla kitaplaştı. Okuduğu metinleri kitaplardananlamayanadam.com’da inceliyor.

Mehmet Utku Yıldırım Tarafından Yapılan Yorumlar

Bazı kitapların olayı baştan değişiktir arkadaşlar. A Clockwork Orange'a bakıyoruz, ikide bir "kardeşlerim" diyen bir genç, acayip bir dünya. Ne bileyim, mesela Le Comte de Monte-Cristo'ya bak, birkaç sayfadan sonra sıkıysa okuma. Bu tür kitaplar zaten işte edebiyatın en güzelleri. Falan. Olayları pat diye farklı bir yerinden yakalamaları zaten. Yani çok edebi konuşamayacağım, format izin vermiyor.
Bu noktada yaya yaya, rahat yazan adamları anımsayalım. Halikarnas Balıkçısı. Dümene ayaklarını dayarmış, öyle yazarmış. Ne kadar güzel. Tabii kafasında karakterleri, olayları kurmuştur. Belki de kurmamıştır, bilemiyorum. Mesela deli zengin içerikli saga düşünelim. Dune'u al mesela. Öylesi dolu bir içeriği oluşturan kafayı düşün, harcadığı zamanı düşün. Muazzam bir emek var ortada. Bir de şey, şimdi böyle durumlarda, diyelim ki sen Dune hayranısın, ben de bu mükemmel saga hakkında geveş geveş konuşarak bir şeyler anlatıyorum, karakterleri falan açıklıyorum. İçinden hadi git demiyorsan zaten sen bir şey okuma artık. Aynı şey bende Lovecraft için geçerli.
Liv Tyler'ı ararken nereye geldik ya. Evet, bazıları rahat yazar, bazıları sayfalarca not çıkarır. Olay örgüsü, karakterlerin biyografisi derken o çalışma notları kendi olur roman. Perec bu roman öncesi hazırlık dönemi açısından çok ilginç bir yazar.
Ortaya çıkan resimde merdivenler, daireler, insanlar, eşyalar var. Zaten romanın başında yapbozun felsefesi gibi bir şey var. Gestalt diyor Perec, bütüne bakacaksın arkadaşım diyor. Epigraf da konuyla alakalı: "Bak. Bütün gözlerinle bak."
Tüme varacağız, bunun için yapbozun parçalarından başlıyoruz. Her parçada bir merdiven, bir mahzen, bir oda ve sayısız insan var. Bütünün oluşacağı fikrinin oluşturduğu bakış açısıyla kitabı okumak bir yana, bu küçük parçalardaki ayrıntılar insanı deli eder. Merdivende neler var mesela, en ince ayrıntısına kadar listelemiş Perec. Diğer romanlarında da benzer hassasiyete rastlamak mümkün. Bir oda anlatılıyor diyelim, odadaki eşyalar öyle ince anlatılıyor ki kafayı yersin. Her oda, her eşya, her insan. Dairelerin eski sahipleri, binanın inşaatı ve hatta sokağın düzenlenmesi bile romanda var. Bunların hepsini yapbozun küçük bir parçası olarak düşün. Girintiler ve çıkıntılar da olacak parçalarda tabii. İşte bu noktada da karakterlerin başından geçen grotesk -baba kelime jokerimi kullanayım- olaylar, apartmanın oluşumunda bağlantı parçaları olarak yer alıyor. Yani arkadaşım, olay şu: Öykülerin içinde dünya var. Dünya, yapboz tamamlandığında bir apartman suretinde ortaya çıkıyor. Perec'in yaşamının büyük bir bölümünde Paris'te yaşadığı düşünülürse bu apartman da Paris'tir. Diye düşünüyorum ben.
Bir gün artık hiçbir şey yapmayan genç adamın hikâyesi, 52. bölüm öyküsü, Un homme qui dort/Uyuyan Adam adlı Perec romanındaki paşayı içeriyor. Samimice.
Not ala ala okunmasını tavsiye ederim, araya finaller girdiği ve diğer bir kitabı okumaya başladığım için bazı ayrıntıları unuttum, dönüp tekrar incelemem gerekti. Sağlam bir kafayla, araya bir şey sokmadan okuyunuz.
Peyami Safa'nın Doğu-Batı meselesinden bahsetmediği romanı -okuduklarım içinde - yok gibi. Burada daha çok bohem hayatlar var, tereddüt var. Adı üstünde zaten.
Bir tane adam var, bu tam ortam adamı. Sene I. Dünya Savaşı sonrası. Alkol, kadınlar vb. Yazar bir de roman yazıyor. Bunun yazdığı bir romanı Mualla diye bir kız okuyor. Sonra dost meclisinde tanışıyor adamla. Adam buna evlenme teklif ediyor. Kız düşünmek istiyor.
Bu noktadan sonrası ilginç. Bir kadın daha var, adını hatırlamıyorum. Pirandello'nun oyunlarını seviyor, birini de tercüme etmiş. Adama veriyor, "Senin adınla çıkacak bu," diyor. Kadının birçok karakter gizli içinde. Adama kendini farklı tanıtıyor. Bu kadar anlatayım, çok daha fazla ayrıntı var çünkü.
İki açıdan ilginç. Birincisi; dönemin bohemsi hayatı mevcut burada. Şairler, ressamlar, ortamlar... Para gani, anlayışı mevcut. İkincisi de işte bu tereddüt olayı. Böyle bir hayatı yaşarken sürüklenip gidiyorsun, kesin kararlar alamıyorsun ve tereddütler arasında yaşamını sürdürmeye çalışıyorsun.
Süper roman, bir günlük işi var.
Çocukken Contact'ı izleyip de etkilenmemiş bir çocuk olamaz. İlkokul 3'te uzun bir otobüs yolculuğunda izlemiştim, aklımı kaybediyordum.
Billions and Billions mesela, ne güzel kitaptı. Dinozorlar neden yok oldu, neden öyle bilimsel şeyler süper. İşte öyle bir kitaptı o da. Cosmos zaten...
İşte bu süper hisler içinde aldım kitabı. Açtım, okudum. Kapadım. Bu kadar, bu kitap hakkında başka bir düşüncem yok. Oldu mu ya.
Yani olmuş da, pek hoş değil. Burada UFO, medyumluk gibi günümüzün bütün gizemli olaylarını alın, cadı yakma olaylarını alın, birkaç örnek koyun ve hepsini karıştırıp en sonunda, "Bulgu yok kardeşim, hepsi yalan," deyin. The X-Files'a mesela diyor ki Carl Sagan, işte UFO'lar, yok işte acayip acayip olaylar... Ne biçim diziymiş o. E , dizi çekerken bilimsel heyet tutalım o zaman? Tahayyül diye bir şey var ya. E sen eğitmezsen insanını neden dizilere, şuna buna bulaşırsın? Kendisi de eğitim sorunundan bahsediyor, devletinin bilimsel projeleri sallamamasından bahsediyor. Yani çok güzel şeyler diyor, lakin toplumsal meseleler içeren bir kitap olmuş bu. Öyle uzay muzay arıyorsan pek yok.
Şaka yapıyorum tabii. Öyle medyumlara, şuna buna para bayılan insanları anlatıp bu insanlara akıllı olmalarını söylüyor. Haklı. Okuduğuma sevindim.
Çok meşhur bir insanmış, ben bilmiyordum. Böyle ciddi ciddi mitoloji kitabı da okumamıştım. Güzel.
Biraz anlatayım. Joseph Campbell, Monomit diye bir şey söylüyor. Yani dünyadaki bütün mitlerin falan kökeni bir. Tabii bu birlik, zamanın ve toplumların bakış açısıyla ayrılıyor, farklı özellikler kazanıyor. Böylece işte Kral Arthur oluyor, Buda oluyor. Lakin ki öyle değildir; psikanaliz üstünden geriye döndüğümüzde bir arketip var.
İşte kitap bunu anlatıyor. Böyle çoğu kahramanın geçtiği yollar var, kitapta bölümlere ayrılmış bu yollar. Mesela bir örnek: Kahraman ve Tanrı. Böyle bir bölüm var. Eve Dönüş mesela. Plan şu: Dünyanın neresinden olursa olsun kahramanları alalım. Bir kızılderili inanışındaki kahraman, işte Afrika'daki kabilelerden mitolojik insanlar falan. Bunları bu belirlenmiş bölümlerde inceleyelim. Benzerliklerini ortaya koyalım. Bu benzerlikleri ve kahramanların başından geçen olayları falan hepsini psikanalizle inceleyelim ve arketipe dönelim. Süper.
Tarihin ve dinlerin incelenmesi de kaçınılmaz. Troya'dan kaçan Aeneas'ın Roma'ya gitmesi tarihi bir olay, evet. Öyle diyelim en azından. E Zeus'un, "Roma'ya git, Kartaca'da oyalanma," demesi ne oluyor? Buyur buradan yak. Dinlerin kahramanları da bir dünya. O zaman onların da ele alınması gerekiyor gayet.
Yani kitap süper, okuyalı da bayağı oldu. Okunmalı.
Bir hocamızın önerisiyle okudum.
* Bölüm epigrafları. Romanların bölümlenmesi kurgu gereği, evet. Bu konuda kaygısı olan yazarların ellerini sadece bölümlemeyle kaldıkları, başka hiçbir şekilde okuyucuya karışmadıkları için öperim, çok süper insanlardır bunlar. Fakat... Her bölümde ayrı bir epigraf? Direkt "şöyle okuyunuz" demekten bir farkı yok ki? Bırak ben nasıl hissedeceksem öyle okuyayım. Çünkü bir bütün olarak roman derim ben de. Dune'a bak mesela; adam öyle epigraflar yazmış ki oha diyorsun, hiç o iticilik oluşmuyor. Muazzam örnektir Dune epigrafları, ayrı bir kitapta toplasan sırıtmaz. Kafka'nın Aforizmalar'ına beş basar.
* Doldurma fikirler. Güzel düşünceler var, evet. Romana tam olarak yedirildiklerini söylemek zor. Çıkıntı gibi kalıyorlar biraz. Ortamda koyu sohbet var, bir anda kadınlar hakkında çok derin, çok felsefik geyikler dönüyor. Canlandıramıyor insan, gerçeklik duygusu uyanmıyor.
Daha da yazmayayım derken aklıma Meriç geldi. Şu romandaki çoğu insan Meriç'e uyuz olur ama bence en başarılı, en doğal karakter Meriç'ti. Ailesi savruk, sahip olma duygusu bastırılmış, annesinin travmalarıyla büyüyor, Ada gibi el bebek gül bebek, abla gibi bir insan var yanında. Her şeyi içinde yaşıyor, elde etmek istediğini elde ediyor en sonunda. Böyle bir roman. Çok, inanılmaz çok boş vakti olan okusun. Yoksa önceliğiniz olan kitaplara yönelin. İyi günler.
Biraz haksızlık ettiğimi düşündüm. Postmodernist öğeler, medyalararasılık ve metinlerarasılık açısından değerli bir eser. Çokseslilik, aynalı bölüm, isim sembolizasyonu da başarılı. Kitabı hâlâ beğenmemekle birlikte bunların hoş olduğunu düşünüyorum. Evet.