BİZ BÖYLE GÜZELİZ TANITIM YAZISI
Hasan Ahmet GÖKÇE
Hani deyiş meşhurdur: “Okumak, çoğu kere hayata dokunmaktır.” Kimin olduğunu hatır¬la¬ya¬ma¬mış olsam da itiraf etmeliyim ki söyleyen pek de haksız değildir. Zira neresin¬den olursa ol¬sun hayata dokunabiliyor olmak, bir okur için hiç de azımsanmayacak bir tecrübedir. Ve da¬hi kitap kurtlarının bir ömür boyu bıkıp usanmadan deneyip durduğu, bu tecrübeler sil¬si¬le¬sin¬de seyret¬mekten başkası değildir. Lakin kimi zaman bu yolculuklar esnasında hayatın doku¬nul¬mazlık sınırlarında da dolaşır okur. Ama illa ki bu sınırların da kendine göre bir tadı, do¬ku¬su; rengi, kokusu vardır. Aslında, hemen her sınır için geçerlidir bu; yani ki her kitap için. Fark¬lılık okuyandadır. Yahut okurun kitap vadisinin derinliğinde.
Aslına bakılırsa, okumaların kıta sahanlığını belirleyen de, kıyı çizgilerinin üzerinden geçen de ‘yüzünde göz izi’ olan kitaplardır. Ve bu izin bırakılması pek kayda değer bir uğraştır. Ev¬ve¬lemirde yüzüne göz izi bırakılabilmiş kitaplar, okuyanın bir hayat boyu oluşturmaya ça¬lış¬tı¬ğı ‘zihnin yapılandırma’ macerasının ilk elden bulgularıdır. Kırk kat bohçanın içinde de olsa, okuru büsbütün ele veren, işte bu göz izleridir. Sıkı bir kitap kurdu, bir başkasının oku¬ma birikimini, Hansel’le Gratel misali, ardında bıraktığı göz izleriyle takip edebilir.
Sizi bilmem ama ben, yer yer dönüp kendi göz izlerimi takip ederken, mizahın, okuma yolcu¬lu¬ğumda hayli hatırı sayılır bir yeri olduğunu görür; hayatımın hemen her karesinde kendimi mi¬zah denilen neşeli faytonun yolcusu olarak bulurum. Belirli dönemlerde kendisini kaçırmış olsam da kıyısından köşesinden, ardından arkasından yakalamış, hep bir yelerinden bu çok renkli faytona asılmışımdır. İşte bu çıngırdaklı yolculuklar, çok uzun metrajlı olmasa da, ciddi okumaların astığı yüzüme neşe, dip not artığı makalelerin satır aralarına birer tebessüm, paslanan zihnime cila olmuştur birçok kez.
Aslına bakarsanız mizah, süratle ayaküstü etkinlikler coğrafyası haline gelen ihtiyar dünya¬mız¬da sığınılacak nadir tebessüm limanlarından biridir. Lakin gelin görün ki, reel dünyadaki bayağılaşma oranıyla at başı koşturan yayın dünyasındaki sıradanlaşma, mizahı da kollarına almakta hiç de uyuşuk davranmadı. Son dönem mizah yazınını şöyle bir göz önüne getirip ‘Gülmek’ parantezine alırsanız, letâfetin, hazır cevaplılığın, estetiğin ve dahi düşünce adına ne varsa hemen hepsinin yerinde yellerin estiğini üzülerek fark edersiniz. Salt bir güldürme kaygısının hâkim olduğu mizah anlayışı, maalesef, okuma hayatımızın en neşeli parantezini de yerle bir etti.
Neyse ki insan, hayat şiirinin hemen her mısrasını olduğu gibi ‘oku’ mısrasını da kimi zaman ‘Oh!’larla örgüleyebiliyor. Ve işte bu noktada, yukarıda çizdiğim karamsar atmosferi amudî olarak delip geçerek okuruna nefes alma imkânı tanıyan bir kalemlerden biri devreye giriyor: Ahmet Turan Alkan.
Muzip Bir Tebessüm…
Ahmet Turan Alkan tiryakilerinin, ismini okur okumaz yüzlerinde muzip bir gülümsemenin ya¬yıldığını görür gibiyim. Öyledir, Alkan, ismiyle dahi okurunun yüzünde kısa metrajlı bir mü¬te¬bessim çehre fotoğrafı oluşturabilme ayrıcalığını elde edebilmiş ahir zaman kalemşor¬ları¬nın piridir. Her ne kadar kendisi, bu yazıya vesile olan son kitabı ‘Biz Böyle Güzeliz’de “Kitaptaki yazılar, mizah edebiyatına ciddi bir katkıda bulunması düşünülmese bile, en azından yazarının ‘muziplik olsun’ kastıyla kaleme aldığı ve sair ciddi yazılara göre daha çok emek ve zaman gerektirdiğini fark edince enikonu şaşırdığı bir ortak özellik gösteriyor.” deme alçakgönüllülüğünü gösterse de Alkan okurları, yukarıdaki ‘şaşırma’dan kastın, okuru adamakıllı ‘şaşırtma’ olduğunu pekâlâ bilirler.
Tamamen ‘yazarından kaynaklanan sebeplerle’ altı ay kadar geç okuma bahtsızlığına uğradı¬ğı¬mız Biz Böyle Güzeliz, Alkan’ın gazetemizin pazar ekinde yayınlanan yazılarından müteşekkil. Daha ciddi konularda kalem oynatmak yerine, biz okurlarını ‘yemek tarifleriyle oyalayan’ Ahmet Turan Alkan’a, bu kitap için ne kadar teşekkür etsek azdır diye düşünüyorum. Zira çağdaş dünya ile kol kola ülkemizi ilerilere taşıma adına yazarlarımız oyuna, çobanlarımız koyuna gidince, mizahi yazılar da pılını pırtısını toplayarak kendi kabuğuna çekilmeyi yeğledi. Hal böyle olunca da kendi dünyalarında mizahi okumalara hatırı sayılır bir yer ayıran okurlar, Alkan’ın yazılarını şekerci dükkânı vitrinine yapışmış çocuklar gibi içini çeke çeke okudu.
Esasen sıkı takipçileri, Alkan’ın bu duruşuna pek de yabancı değillerdi esasen. Zira mizah vadisinde pek tecrübesiz olmadığının ve bu hususta değme yazarlara taş ocağı işlettirebileceğinin sinyal¬le¬ri¬ni ‘Kurşunkalem yazıları’nda vermişti.
Esasında kitaptaki yazılar, Alkan’ın yirmi küsur yıldır okurları adına kendi kendine sorduğu ‘Ne olacak bu memleketin hali?’ yollu soruların cevaplarından başkası değil. Lakin bir farkla: Son on beş yıldır, gereğinden fazla yazdığını düşünen ve ciddi endişeler dile getirmeyi adet edinen Alkan değil karşımızdaki bu kez. Ne takım elbise ve çatık kaşla çıkıyor karşımıza, ne de ciddiyeti kendinden menkul konularda şeyler kaleme alıyor.
Kısacası Ahmet Turan Alkan, kendi ifadesiyle, ‘Biz Böyle Güzeliz’de gündelik hayatın akışında hep dokunup geçtiğimiz sıradanlıkları, sıra dışı bir şekilde hikâye ediyor. Ve her yazının ardından okura, “Yahu tam dilimin ucundaydı, söyleyecektim; ağzımdan aldın.” dedirtiyor.