İmparatorluğun Değişen Görünümü
Yazar Harootunian, eserin başında Ross ve Wallerstein’dan yaptığı iki alıntıyla söze başlıyor. Modernleşme teorisini bu alıntılarla ilişkili şekilde, “bu paradigmanın tarihini, eski Doğu’nun ve yeni Güney’in, sömürgesizleşme sürecinden henüz çıkmış bağlantısız uluslarının kalkındırılması için nihayet bir gündem oluşturmak amacıyla, Soğuk Savaş’ın ilk yıllarında biçimlendirdiği şekliyle” ve daha çok ABD üzerinden yorumlara ağırlık vererek ele alıyor. Kitabın, ilk olarak 2004 yılında basıldığını ve yazıldığı dönem şartlarının da okumada gözetilmesinin faydalı olacağını not düşmek gerekir.
“Geleneksel toplumları modern, rasyonel uluslara dönüştürmek için icat edilen kalkınmacılığa, (ideolojik temsilinde hayırsever, diğerkâm ve liberal bir arzuyla uzatılmış bir yardım eli her zaman ön plana çıkmış olsa da) esas öncülük eden şey, yeni kurulan ulusları ve genellikle eski sömürgeleri, toplumlarını Amerikan ürünlerine açık olacak şekilde düzenlemeye sevk etme çabasıydı...” (s. 10)
Eserde, soğuk savaş dönemine ve sonrasında tek kutuplu kalan dünya düzenine sıkça atıf yapılıyor. Bu zaman dilimleri hakkında yazılar yazmış çok sayıda otoriteye, akademisyene yer veriliyor. Yukarıdaki iki isim haricinde, Haass, Hardt, Negri, Harvey, Parsons, Rostow, Bellah, Cannadine, Colley ve Eisenstadt bunlara örnek olarak gösterilebilir. Konu üzerinde daha önce çalışanlar için oldukça tanıdık gelecek bu isimlerin çalışmaları hakkında, çeviriyi yapan Erkal Ünal’ın dipnotlarla eseri zenginleştirdiğini belirtmeden geçemeyiz.
İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşturulan birinci, ikinci ve üçüncü dünya sınıflandırmaları, diğer bir başlık olarak karşımıza çıkıyor: “Bu bölünme, tabiatın emrettiği bir kategoriymiş gibi sosyal bilim uygulamalarına daha önceden dâhil edilmişti ve dünyadaki belli alanları modernliğe yakın olup olmamasına bağlı olarak birbirinden ayıran mercek olarak iş görmeye devam etmişti... Üçüncü Dünya kategorisi, hem olumsuzluk iması hem de ilkel, medeniyetsiz ve vahşi gibi daha uzak sınıflamaların izini taşıyan geri kalmışlık, azgelişmişlik ve hatta Batı-dışı gibi kategorilerin yeni adından başka bir şey değildi... ABD’de sosyal bilim, modernleşme teorisi ve bölge çalışmaları programları arasında kurulan bu garip üçgen, gelişmekte olan toplumlar hakkında onca araştırma yapılmasında ve bu araştırmaların politikaların oluşumu ve uygulanmasında oynadığı rol üzerinde hayli etkili olmuştur.” (s. 66-68)
Japonya, yazarın üzerinde sıkça durduğu ve “Amerika’nın Dr. Moreau Adası” olarak nitelendirdiği bir ülke: “Japonya’nın rolünün önemi, başarılı, devrimci olmayan bir tür modernleşmeyi gerçekleştirmiş ‘Batılı olmayan’ bir ulus olmasından ileri geliyordu... işgal yetkilileri, Japonya’yı toplumun en derin davranışsal ve kurumsal örüntülerinin değişmesine yol açacak ‘deneyler’ yapmak için düzenlenmiş devasa bir toplumsal ve siyasi laboratuvar olarak tahayyül etti... bu deneyler... Dr. Moreau’nun laboratuvarında yapıp ettiklerini hatırlatıyordu çoğu zaman. Ama bu seferkiler H. G. Wells’in romanında hiç düşünülmemiş bir ölçekte yapılıyordu. Amerikalı yetkililer, Japonların... kendi çıkarları için sorumlu ve aklı başında kararlar alabilecek, demokratik (ve küçük burjuva) bir yurttaşlar topluluğuna dönüştürülebileceğine kani olmuşlardı... Japonların bir gün tam anlamıyla demokratik özneler olacağı umuduyla kil gibi yontulacak gönülsüz nesnelere indirgenmesi, askerî işgalcilerin belirlediği denetim altındaki koşullarda, eşi benzeri görülmemiş (biyoloji boyutları da olan) toplumsal bir deney sayesinde gerçekleşmişti.” (s. 75-76)
Tarih dersi adını verdiği sonuç kısmında yazar, Apter’in kullandığı 3. Modernleşme kavramı hakkında “bağlantısızları (o büyük bilinmeyenleri) kocaman bir Amerikan alışveriş zincirinin bölgesel satış yerlerine çevirmeye yönelik devasa girişimi fitilleyen Soğuk Savaş stratejisinin en son görünümünü temsil ediyor” şeklinde yorum yapıyor. “...şu koşullarda, ABD, bugün demokrasi ve özgürlük çağrılarına bürünen modernleştirici kalkınmayı teşvik edebilmek için emperyal bir savaşa ve askerî işgale açıkça girişebilecek konumda.”
İşlenen konuların, akademik, tartışmacı ve eleştirel bir bakış açısıyla ilerlediğini vurgulayalım. Bu sebeple 111 sayfa gibi küçük bir hacme sahip olsa da kitabın, tefekkür ederek sakin bir şekilde okunmasında fayda olacaktır. Daha önceden emperyalizm, modernleşme, soğuk savaş dönemi bağlamında çalışmalar yapmış okurlar için daha nitelikli bir okuma olacağını söyleyebiliriz.