1600'lü yılların İstanbul'unda sevdiği kadını arayan bir adam anlatılıyor romanda.
Yazar kitaplarında genel olarak kullandığı tarihi kişi, dönem ve olaylarla romanın kurgusunu birleştirme tarzını bu romanda da etkili bir şekilde kullanıyor.
Sultan Ahmet'in kendi adıyla anılacak olan camiyi yaptırdığı dönemde hem cami inşaatında dülgerlik yapan hem de şehzadelere tomak adlı oyunun eğitimini veren Bahşı lakaplı karakterin, köylerinden kaçıp evlendikten çok kısa bir süre sonra bir kaza sonucu kaybolan eşini arama çabası dönemin gerçek kişilerinin de hikayeye katılması ile anlatılıyor.
Romanda bulunan dört ana karakterin aşklarını üç farklı yolla göstermesi okuyucuya sunuluyor; yıllarca kavuşamasa da aşkından hiç vazgeçmeyen biri, yıllarca yan yana olmasına ve aşkına hiç karşılık bulmasa da aşkından vazgeçmeyen birileri, yıllarca sevilip el üstünde tutulduğu halde sevemeyen biri.
Yazar, romanda aşkla ilgili bazı ikilemleri de karakterlerin ruh hallerine yansıtarak anlatmaya çalışıyor; aşık olduğunuz kişiye kavuşmak için iyi-kötü her yol mübah mıdır, aşık olduğunuz kişinin mutluluğu için kendi mutluluğunuzdan vazgeçmeli misiniz, yalanlar üzerine kurulan bir ilişki mutluluk getirir mi gibi.
Yazarın benim okuduğum kitapları içinde kurgu ve sürükleyicilik açısından en üst sıralarda olmasa da sıkılmadan ilgiyle okunabilecek değerli bir roman olmuş.
"Sen varken dünyamda başka birine yer kalmaz. Yerin gözümün içi, gözümü yumduğumda gönlümün köşesidir." (s.34)
"Demek aşk görmekle başlıyor! Göz, ruha açılan bir pencere olmalıydı..." (s.108)