Toplam yorum: 3.083.022
Bu ayki yorum: 2.702

E-Dergi

zafer saraç

1980 yılında Elazığ’da doğdu. İlk orta öğrenimimi aynı ilde tamamladı. Laboratuar, Biyoloji ve Tarih eğitimi aldı. Biyoloji bölümünü derece ile bitirdi. Tarih bölümünü bölüm ve fakülte birinci olarak tamamladı. 2019 yılında "Bazı Çin Seyahatnameleri Üzerine Bir Değerlendirme (MÖ 139- MS 984)" isimli tezi ile Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'de Yüksek Lisans öğrenimini tamamlayarak mezun oldu.2015 yılında arkadaşlarıyla beraber Elazığ'da Telmih Kültür Sanat Tarih ve Edebiyat dergisinin kuruluşunda görev aldı. www.kitapsuuru.com sitesinin genel yayın yönetmenliği, Telmih dergisinin editörlüğü görevini yürütmektedir. Yayımlanmış Seyahat Diyen Kitaplar isimli bir kitabı bulunmaktadır. Ayrıca çeşitli yayın organlarında yayımlanmış makaleleri bulunmaktadır.

zafer saraç Tarafından Yapılan Yorumlar

Türk Edebiyatında polisiye türün biraz ihmal edildiği zannına yer yer kapılmak mümkündür. Oysa Ahmet Ümit ve acar polisi Başkomiser Nevzat, edebiyatımızın polisiye cephesini günden güne güçlendirir. Türk polisiye edebiyatı denilince akla ilk Peyami Safa’nın Cingöz Recai’si gelir. Cingöz Recai’nin en az kendisi kadar zeki rakibi Polis Mehmet Rıza, Cingöz’ün şahsında kanunsuzluğa karşı mücadele eder. Ümit’in Başkomiser Nevzat’ı da her ne kadar cinayet davalarına baksa bile Mehmet Rıza’yı anımsatır. Adalet arayışı Nevzat ve Mehmet Rıza gibi kanun adamlarını memnun ettiği kadar, okurun da sayfaları hızlı çevirmesine neden olur. Bu yüzden polisiye edebiyatının modası hiçbir zaman geçmez. Neyse ki Ahmet Ümit okurun ihtiyacına dönük edebi üretkenliğe sahip…

Ümit’in bu eserinde 3 cinayet davası, 3 öykü ve 3 katil kim sorusunun cevabı var. Cevaplardan ziyade katil kim sorusunun ustaca kurgulanan öyküsü diğer soruları peşinden getirir. Cevaplanmamış sorulara aranan cevaplar parça parça ortaya çıkınca esas sorunun yanıtı sayfalar arasında siluetini belli edercesine ortaya çıkar. Zaten polisiyenin etkisi böyle anlaşılır. Şayet denklem basitse dava sıradanlaşır. Oysa ki bazı polisiye davalarda sonuca ulaşmak için başta zekâ olmak üzere tüm manevi ve maddi imkanlar aktif bir biçimde kullanılmalıdır. Başkomiser Nevzat bu konuda şanslıdır. Yardımcıları Ali ve Zeynep adeta bütün dava materyallerini mahirce, Nevzat’ın önüne koyarlar. Artık sonuca giden yolda taşları birleştirmek Başkomisere düşer.

Tabii yukarıda çizdiğimiz genel geçer tema her polisiyenin sıradan öyküsü gibidir. Fakat düğümü çözmesi gereken karakterin olaylara yaklaşım tarzı, özel hayatı, prensipleri, insan ilişkileri öyküye farklı bir çeşni olur. Ayrıca polisiye öykünün arka planı, sayfanın kenar süsleri gibi parlar. Misal esere adını veren “Aşkımız Eski Bir Roman” isimli öykü de böyledir. Dava bir cinayet davasıdır fakat altı eşelendikçe ortaya çıkanlar, okuru edebiyatın tutkuyla harmanlanan farklı kulvarlarına götürür. Zira her maktul kendi başına bir dünyadır. Cinayet masası dedektifleri, mevzu bahis dünyayı ziyaret ederek hem farklı şeyler öğrenir hem de ortaya çıkan didaktik temadan okur da nasiplenir.

Yine okur her cinayet davasında farklı bir ortama ziyaretçi olur. Aslında yazar için işin zorluğu burada ortaya çıkar. Başkomiser Nevzat halkın polisidir. Sadece belli bir zümrenin ihtiyacına binaen görev yapmaz. Bu nedenle farklı cinayet davaları farklı sosyal tabakaların ziyaret edilmesine neden olur. Böylelikle birbirinden çok farklı kültürel temalar ve tiplemelerin ustaca kullanılması zarureti ortaya çıkar. Misal, ilk öyküdeki elit tabaka mensuplarına rağmen ikinci öykü “Overlokçu Kız” da İstanbul’un kenar mahalleleri ziyaret edilir. Zaten sadece kurgunun iyi düzenlenmiş olması yetmez, bu tarz kenar öğelerinde iyi kullanılması öykünün kalibresini arttırır.

Yazarın mahareti sadece öykünün bezenmesinde de ortaya çıkmaz. İlk bakışta göze çarpan oturmuş üslup; diyalogların şekillenişinde de kendisini gösterir. Ümit’in diyaloglarına bakıldığında, binlerce sorguya girmiş bir polisin ustalığı normal bir şekilde zuhur eder. Suçlunun renk vermeyen dilinin ardındakileri çıkarması için sorulan kilit sualler, cinayetin düğümünün parça parça çözülmesinin önünü açar. Okurun yönlendirilmesi son satıra kadar olası değildir. Sadece öyküyle eşgüdümlü bir şekilde ortaya saçılan dava materyalleri vardır. Fakat eldeki materyalin ışıltısı, okurun katili bulmak için çaba sarf etmesine neden olacak tarzdadır. Her basit düşünce okurun kolaylıkla kendi kurgusunu oluşturmasına neden olmakla birlikte, kurguların yazarın sonucuyla örtüşmesi basitliği her zaman için söz konusu değildir.

Ümit’in öykülerinde dikkat çekici yönlerden birisi de, hikayelerin başlangıcında cinayet soruşturmalarında suça dair öne sürülen felsefi olabilen argümanlardır. Ümit’in serdettiği fikirlerinden davaların sadece suçlu tespitinden ibaret olmadığı ve polis için sıradan bir görev olgusunun çok dışında olduğu düşüncesine kapılmak mümkündür. Misal, eserdeki son öyküsünün başlangıcında şöyle der Başkomiser Nevzat: “Cinayet soruşturması sadece bir katili bulma faaliyeti değildir. Sayıları kişilerden, işlemleri olaylardan oluşan karmaşık bir matematik problemini çözmek de değildir. Doğrudan insanı anlama uğraşı, yaşamak için doğru yöntemi bulma çabasıdır. Bunca yıllık mesleğimde çözdüğüm ya da çözemediğim her vaka bana hayat hakkında çok kıymetli bilgiler kazandırmıştır. İnsan en iyi kendi deneyimleriyle öğrenir derler ya, doğrudur (s.151)”. Başkomiser Nevzat’ın bu söylevlerinden polisiye edebiyatın bazen haksızca düşünüldüğü kadar basit olmadığı anlamı da çıkarılabilir. Zira insanı anlamlandırabilmek için, tavırlarının altında yatan sebeplere yönelecek psikolojik ve sosyolojik analiz yöntemleri suçun arka planına ışık tutulması için zaruridir. Başkomiser Nevzat’ın kazandığı mesleki tecrübenin benzerini okurun eserle hemhal olmakla kazanmayacağı savunulamaz. Her kitabın öğretici olduğu gerçeği, bu nedenle polisiye eserler için de söylenebilir. Zira Dostoyevski’nin meşhur eseri Suç ve Ceza’da katıksız bir insan davranışını anlamlandırmanın zorluğu göze çarpar. İnsan anlaşıldığı zaman kolaylaşır. Yani kısaca polisiye eserlerde sadece adalet tecelli etmez ek olarak insan da anlaşılır.

Sonuçta cinayet suçu da insana dair bir olgudur. Kabil’in Habil’i öldürmesi kadar sıradandır. İlk cinayet zamanla basitliğinden sıyrılmış ve çetrefilleşmiştir. İnsan ruhu da farklı duyguların yönlendirmesiyle farklı şekillerde suçlara temayül etmiştir. Ümit’in eserlerinde dikkate alınması gerekli olgu esasında budur. Yani katil, maktul ve işlenen cinayet vardır. Fakat insanı suça iten duygu sürekli değişir. Farklı duygulardan köken alan cinayet edimi farklı hikayelere dönüşür. İçine kurgusal zekâ katıldığında; öykü tadından yenmez bir hal alır. Zaten bir öyküden alınan farklı tatlar arttıkça, okurun ilgisi daha da artar. Edebiyat da bir yerde basiti karmaşığa çevirerek güzel anlatma sanatıdır. Ümit’in düğümü atarken de çözerken de okuru mutlu etmesini bildiği, rahatlıkla söylenebilir.
Dünya tarihine etki eden önemli olayların başında devrimlerin müstesna bir yeri vardır. Her devrim, fikri yükseklere taşıyan önderlerin sırtında inanılmaz irtifa kazanır. Bolşevik Devrimi de Lenin’in önderliğinde nihayete ulaşmış, dünya tarihinin seyrine etki eden, mühim bir olaydır. Fakat bu önemli olayda Lenin kadar etkili olan onun fikir yoldaşlarının da etkisi ve katkısı mevcuttur. Haklarında çok şey yazılmış devrim önderlerinin, halen biyografileri kitap raflarında yerini almaya devam etmektedir. Louise Bryant’ın “Moskova’dan Devrim Portreleri” isimli eseri de gözlemle çizilen biyografilerle Bolşevik Devrimi sonrasında Moskova’nın nabzını tutmakta…

Louise Bryant, yazar sıfatını gölgede bırakacak derecede önemli bir gazetecidir. Ülkesi Amerika Birleşik Devletleri’nin resmî ideolojisinin aksine, farklı görüşlere temayül etmiştir. Özellikle Bolşevik Devrimi sonrası Moskova izlenimleri, Amerika’nın önemli gazetelerinde yayımlanmıştır. Ülkeler arası global entegrasyonun günümüzdeki kadar güçlü olmadığı bir dönemde, gazete köşesi vasıtasıyla ülkeleri, halkları, liderleri ve en önemlisi ideolojik saikleri ülkesinde anlatmaya çalışmıştır. Kendi dünya görüşünün paralelinde Moskova’ya ve devrime olan ilgisini bu şekilde dışa vurarak hem tarihe not düşmüş hem de ülkesindeki yanlış yargıların önüne geçmeye gayret göstermiştir.

Eserde Louise Bryant, 18 devrim insanına dair izlenimlerini okura ulaştırmaya çaba sarf etmiştir. İlk aşamada devrimin büyük lideri Lenin ve çevresindekileri ele almış, sonrasında biraz daha geri planda kalan fakat devrim için önemli köşe noktalarını tutan isimler üzerinde durmuştur. Odaklanılan kişiyle beraber bahsedilen hedef insanın bağlı bulunduğu bürokratik, dini, toplumsal vb. çevre de mercek altına alınmıştır (Misal: Tikhon ve Rus Kilisesi, Mihail İvanoviç Kalinin ve Köylüler, Anatoli Vasilyeviç Lunaçarski ve Rus Kültürü).

Bryant’ın biyografi metodu ne akademik ne de edebi olup, mesleğinden dolayı haber aktarımının özelliklerini gösterir. Fakat bu noktada edebiyatçılara nazire yaparcasına gözlem gücünün etkin hususiyetleri satırlar arasında dikkat çeker. Anlatım sade, akıcı ve yalındır. Dikkat çekici noktalar üzerinde itinayla durulur. Ele alınan şahsın devrimle ilintisi kadar, onu sahip olunan pozisyona getiren siyasi geçmişi de kısaca özetlenir. Son olarak en can alıcı kısım olarak, yazarın direkt gözlemlerine geçilir. Louise Bryant, direkt temas halinde olduğu sohbetlerine dahil olduğu ve ortamlarına girdiği isimlerin hayatlarına dair her eserde rastlanmayacak gizli noktalara temas ederek elde ettiği bilgileri cömertçe servis eder. Misal Lenin’in aile hayatına dair izlenimler oldukça ilginçtir.

Verilen biyografilerde dikkat çekici noktalardan birisi de, devrim liderlerinin arkasındaki kadın karakterlerin üzerinde fazlasıyla durulmasıdır. Louise Bryant, ülkesinde feminist olarak tanınan kadın hakları savunucusudur. Bu yüzden, devrim portrelerinde kadına ve resmedilen şahsın kadın hakları konusundaki fikirlerine özellikle yer verilmiştir. Ayrıca Rusya’daki Kadın Hareketi’ne bir bölüm ayrılmış ve önemli Rus Kadın Devrimci Aleksandra Kollontay detaylı bir şekilde tanıtılmış, Devrim sonrası Moskova’nın kadın konusundaki tutumu irdelenmiştir.

Eserin çizilen karakterlerin tanıtımı ve tahlili vasıtasıyla tarihe not düştüğü şüphesizdir. Fakat sadece biyografik bir analiz ve izlenim sunumu söz konusu değildir. Dönemin siyasi havası da satırlar arasında kendisine yer bulur. Louise Bryant, siyasi gündeme oturan birçok güncel konuyu da hedef şahsiyetlerle görüşür. Yazarın muhabirliği esnasında Moskova’da röportajlar yapmış olması, onun sohbetlerine ait ayrıntıların ortaya çıkmasını sağlar. Bu anlatılarda döneme ilişkin birçok bilgi zuhur eder. Özellikle, dönemin Rusya’sına ilgi duyanların gözden kaçıramayacakları bu önemli bilgiler, kitabın tarihi misyonunu su yüzüne çıkarır.

Eserin Türk tarihini ilgilendiren önemli bir yönü de dikkatten kaçmamalıdır. Osmanlı’nın son dönemlerinin önemli figürü Enver Paşa için ayrı bir bölüm düzenlenmiştir. Enver Paşa ile uzun süre (yaklaşık 6 ay) Moskova’da aynı yerde konaklayan yazar, hiçbir yerde yayımlanmamış birçok ayrıntıyı okuruna verir. Özellikle Paşa’nın dünya görüşü, mizacı, fiziksel görünümü, siyasi gündeme dair tespitleri akılda kalıcıdır. Eser, sırf Enver Paşa hakkında yazılan bu kıymetli gözlemler için bile tercih sebebi olabilir. Zira Paşa hakkında yapılan tespitler, onu olumsuzlamayı görev addedenleri mahcup bırakacak haddededir. Zira Louise Bryant fazlasıyla dışarıdan objektif bir köşede durarak, Paşa’yı değerlendirir.

Eserin çevirisinin gayet iyi yapıldığını belirtmek gerekir. Bazı çeviri eserlerde öne çıkan anlatım bozukluklarına, iç tırmalayıcı nüanslara, iyi okurun ağız tadını bozan bazı etmenlere eserde rastlanmaz. Ayrıca çevirmen -ön söz kısmı başta olmak üzere- okura fazlasıyla yardımcıdır. Louise Bryant’ın dönemi için yabancı olunan, gündeme dair önemli isim ve olaylar dipnotlar vasıtasıyla açıklanır. Eser, her ne kadar akademik bir hüviyete sahip olmasa da akademik metinler için önemli bir referans kaynağı olmaya adaydır. Eserin, 1923 yılında basılması ve bizi ilgilendirmesi düşünüldüğünde yüzyıl sonra da olsa, böyle bir eseri okumak okur için önemli bir avantajdır.

Yazarın da eserinde bahsettiği gibi, “Büyük olaylar, büyük insanlar yaratır. Büyük olayların ortasında kendi varlığını sürdürecek kadar güçlü olmak bile büyük olmak demektir.” Tarihe olaylar açısından bakanlar için; sadece olayın gerçekleşmesine dair bilinen ayrıntılar vurgulanır, isimler ise sadece sinema ve tiyatroda başrol oyuncularının sunumu gibidir. Oysa her isim bir dünyadır. İsimlerin altı eşelendikçe ortaya çıkanlar; insanları inanılmaz şaşırtır. Şaşırtıcı bu nüanslar, yeri gelir dünya tarihine etki eden büyük olayların tetikleyicisi olur. Kaos teorisindeki kelebek etkisi benzeri bu durum; dünya tarihinde önemli kişiliklere ilişkin detayların derinliklerine inildikçe görünür hale gelir. Misal Lenin’in kardeşinin Çar’ın idamına maruz kalması; onun içindeki devrim ateşini tetiklemiştir. Sonuçta Lenin’in lokomotifi olduğu fikir aksiyonu Çarlığı yıkacak güce erişmiştir.
Ekonomi insan hayatının en önemli köşe taşlarından birisidir. Klasik çağlar boyunca ticaret odaklı ortaya çıkan ekonomik durum ise; modern çağlarda genel görünümünü değiştirir. Farklı kavramlar ya da felsefi argümanlarla izah edilmeye çalışılan yeni ve modern iktisadi panoramanın iyi anlaşılması ise çağımızın problemlerinin idrak edilmesinde anahtar hükmündedir. Bu yüzden günümüz odaklı ekonomi okumalarının ufuk açıcı olduğu rahatlıkla söylenebilir. Tabii her kavramda olduğu gibi ekonominin de tarih penceresindeki görünümü önem arz eder. Günümüzdeki ekonomik yapının eski çağlardaki takas odaklı mübadelelerin revaçta olduğu dönemki kadar basit bir yapılanması olduğunu söylemek güçtür. Bu yüzden günümüz ekonomisinin, modern temellerini bulmak, inşa sürecini anlamlandırmak; sorun mesabesinde göze batan küresel problemlerin kökenine dair önemli ipuçları verir. Christian Kleinschmidt bahsedilen durumun önemini fark etmiş olacak ki “Modern Ekonominin Tarihi” isimli eseriyle ekonomi ve tarihin kesişim alanında okura ziyadesiyle güzel bir anlatı sunar.

Kleinschmidt’in eseri genel olarak değerlendirildiğinde kavramlar üzerine özel olarak değinildiği dikkat çeker. Özellikle ekonomi tarihine kafa yoran önemli bilim adamlarının duruma ilişkin yaptıkları kavramsal isimlendirmeler sıkça kullanılır. Klasik manada akademik bir disiplinle verilmesi gereken bu atıflar adeta genel okuyucu kitlesi için yumuşatılarak sunulur. Bu tarzın iki önemli etkisi okurun hanesine artı değer olarak yazılır: ilk olarak okur ekonomi tarihinin genel geçer kavramlarına aşina olur, ikinci olarak anlatılan dönemin ekonomik havası iki-üç kelimeyle akla kazınır. Misal Pomeranz’ın “Büyük Kırılma” olarak isimlendirdiği sanayileşme lokomotifinin kumandasına geçen Avrupa’nın dünya ticaretine yön verdiği dönemi anlatan kavram çokça zikredilir.

Geçmişteki ekonomik olaylar da diğer tarihi olaylar gibi birden fazla vakanın tetiklemesiyle zuhur eder. Bu tarihi yasaya istinaden olayın yorumu tarihçinin bakış açısıyla, temel olarak odaklandığı durumun mahiyetiyle şekillenir. Böylelikle farklı olayların merkezinden yola çıkan bakış açılarının farklı yorumlara ulaştığı çetrefilli bir görünüm ortaya çıkar. Tarihçi kendi yorumunu okura sunarken, diğer tarihçilerle ters düşer ya da onların değirmenine su taşır. Bu tarz durumlarda okura geniş bir bakış açısı kazandırmak elzemdir. Kleinschmidt, bahsedilen durumu aşmak için yorumlara müdahil olmadan görüşleri okura sunar. Böylelikle yazar ekonomi tarihçilerinin görüşlerini kıyaslama olanağına kavuşur.

Yine tarihi olayların bazı sebepleri bazı ihtisas sahibi tarihçiler tarafından uzmanlık alanına indirgenir, yani mevzu bahis araştırmacı ekonomi tarihçisiyse bütün olayların temelini ekonomiye dayandırır. Kleinschmidt’te, bahsedilen tekdüze tavır pek görülmez. Kleinschmidt, değerlendirmelerinde yer yer ekonomi gözlüğünü çıkararak, tarihi kırılma anlarının ekonomi üzerindeki etkilerine değinir. Bu amaçla ekonominin dolaylı olarak ilintili olduğu bazı anlatılar kitapta kendisine yer bulur. Misal siyaset, kültür, teknoloji, hukuk gibi kavramların ekonomiyle ilgili temas noktaları etkin tarihi anlatılarla okura sunulur.

Modern ekonomi denildiğinde modernlik temelinde ortaya atılan fikirlerin merkez üssünün Avrupa olduğu tahmin edilir. Zenginleşme, sanayileşme, demokratikleşme ve aydınlanma derken, dünyanın lideri konumuna yükselen Avrupa, fikir mesabesinde de tahtını başka bir güce kaptırmaz. Bu nedenle ekonomi tarihine dair öne sürülen tezlerin genelde Batılı bilim adamlarınca üretildiği gözden kaçmaz. Bu bakış açısı Doğu’yu dışlayan ve küçümseyen bazı yorumların ortaya çıkmasına neden olur. Misal Batının ekonomik gücüyle dünyaya hükmettiği durum dillendirilirken, bu tablonun olumsuz köklerine değinilmez. Yani sömürgecilik ve emperyalizmle deyim yerindeyse kıtaların iliğinin kurutulması tarih anlatısında olması gerektiği şekilde kendine yer bulmaz. Fakat Kleinschmidt, Batı’nın o şaibeli zenginliğinin köklerine dair gerçekleri söylemekten çekinmez. Ayrıca geçmişte Doğu’nun etkin ekonomik gücünü yiğide hakkını verir şekilde ortaya koyar.

Her ekonomi eseri gibi Kleinschmidt’in eserinde de istatistikler ve matematiksel yüzdeler göze çarpar. Ama yazar kesinlikle okuru rakam verilerine boğmaz. Öne sürülen teze dayanak oluşturmak için bu tarz bilgiler satırlar arasında nüksederken, grafikler yer yer göze çarpar. Tabii öne sürülen tez sunumunun yoğun olduğu söylenemez. Bunun aksine söylenenler, tespitler, veriler, analizler sonrası mevcut teorilerle durum tespiti yapılır. Yazarın son sözlerinden sonra konunun mantık düzlemine geldiği rahatlıkla söylenebilir. Tabii konunun fazlasıyla açıklamaya ihtiyacı olduğundan, yazara fazla iş düşeceği malum; fakat tutarlı yorumlarıyla çok çetrefilli bir mevzu olan ekonominin de tarih cephesinden aşikâr kılındığını söylemek yanlış olmaz.

Yazarın akademisyen olması, uzun süredir ekonomi tarihiyle uğraşması; konusuna ne derece iyi yoğunlaştığının kanıtı. Hele ekonomi-tarih ilişkisini vurgulayan tarihi olay sunumlarının mevzu bahis konuları konuşmayı sevenlerin kalemini güçlendireceğine, şüphe yoktur. Yine yazarın donanımını göstermesi açısından, Osmanlı İmparatorluğu ve Türk ekonomi tarihine ilişkin tespitlerine bakmak yeterli olur. Zira Kleinschmidt’in Türk tarihine ait değerlendirmeleri, lafı gediğine koyar tarzdadır. Ayrıca yazarın Osmanlı ekonomi tarihine ait tespitleri onun ülkeler bazında derinlemesine zengin bilgi ve kaynak kullanımını da kanıtlamaktadır. Eserin sonundaki zengin kaynakça ve literatür kullanımı genel geçer eserlerle beraber kıyıda köşede kalmış eser ve makaleleri de kapsamaktadır.

Her şeyden öte ekonomi gibi bol teferruat içeren bir disiplini özet mahiyetine indirgemek bayağı güçtür. Hele bilgi yoğunluğunun yorumla katmerli hale sokulabileceği tarihle birleşen bir ekonomi bilimi düşünülecek olursa işin zorluğu daha iyi anlaşılır. Kleinschmidt, yaptığı çalışmayla güç bir işin üstesinden kolaylıkla gelerek, okurunun dimağına nüfuz etmeyi başarır. Ayrıca Kleinschmidt’in ikinci çalışma alanı toplumsal tarih olup; yapmış olduğu yorumlar, insanı ilgilendiren bir bilim dalı olan tarihin sosyolojik yönüne yaptığı vurgularla ortaya çıkar. Ekonomi namına seçkinlerce oynatılan kalemlerin, alınan kararların, yapılan uygulamaların önce insanı ve toplumu etkileyeceği bilindiğinden; Kleinschmidt’in disiplinler arası yaklaşımı okur tarafından kolaylıkla benimseneceği şaşırtıcı değildir.


Çocukların ve erişkinlerin dünyayı değerlendirişi hiçbir zaman uyuşmaz. Çünkü çocuklar dünyayı zihinlerinde kodlarken basitleştirirler. Erişkinler ise yaş hanelerine eklenen her yılla hayata bakış açılarını daha karmaşık bir duruma getirirler. Bu yüzden çocuklara addedilen hasletlerin birçoğu erişkinlerin karakterine eklemlenirse daha rafine insan profillerinin elde edilmesi mümkün olur. Bu yüzden erişkinlerin birçoğu çocuk olmaya öykünür. Zira hayatı çekilmez yapan kaygılar, çocuklar için sadece basit birer nüanstan ibarettir. Tabii sadece çocuk olmayı hayal etmek her erişkin için bazen yetmeyebilir. Hayalin bir çocuğun gözünden canlandırılarak, erişkinin bünyesindeki pasif hayallerin diriltilmesi gerekli olabilir. İşte tam bu noktada fantastik çocuk edebiyatının büyük yazarı Michael Ende ortaya çıkar.

Michael Ende’nin deyim yerindeyse film gibi bir hayatı vardır. 1929 yılında Almanya’da başlayan yaşamı entelektüel bir aile içerisinde geçmiştir. Babası gerçeküstü öğeleri benimseyen bir ressam Edgar Ende’dir. Onun çocukluğunun ve geleceğinin şekillenmesinden babasından miras aldığı yönlerin yazarlığına yansıması, bu nedenle pek şaşırtıcı olmaz. İkinci Dünya Savaşı’nın o kâbus gibi günlerinde çocuktur. Belki de ilerleyen zamanlarda bu denli güçlü fantastik yazınlarının ortaya çıkarmasında çocukluğunun o kara günlerinin psikolojik etkileri amildir.

Tabii Michael Ende’nin kalemini besleyen faktörler kadar kaleminin yılları ve sınırları aşan etkisi de önemlidir. Bu yazımızda ele alacağımız “Momo” isimli eseri de uluslararası çoksatanlar listesine girmiş, dünyada çok önemli bir sükse yapmıştır. Momo’nun bu başarısını belki de kaybettiği çocukluğunu arayan erişkinler sağlamıştır. Fakat bir gerçek var ki; fantastik üslubu benimsemeyenlerin dahi kitabı sempatik bulacaklarına şüphe yok. Çünkü edebiyatı fantastik yapan yazar kadar karakteri Momo ve onun hikayesi…

Momo’nun hayal perdesinden çıkıp fantastik zirveye ulaşan hikayesinde küçük bir çocuğun kendine has dünyası, her sayfada tecessüm eder. Her çocuk gibi Momo da o ciddi hayatın pek içinde olmak istemez. Ama hayatın ciddiyeti erişkinlerin onun dünyasına temasıyla kendisini gösterir. Momo dünyasını erişkinlerin istilasından korumak için onlardan dost edinir. Hayalleri olan bir çocuğun düşlerini sekteye uğratmayacak kadar masalsı ve hayatın içinden çıkan karakterler ilk aşamada Momo’ya sırdaş olurlar. Tabii erişkinler özgür hayalleri olan çocukları pek tasvip etmediklerinden; Momo’yu, o dostluğa ve sırdaşlığa ihtiyaç duyduğu, devasa dünyada belirli bir süre sonra tek başına bırakırlar.

Artık yalnızlığın dünyası fantastik unsurlar tarafından istila edilmeye müsait bir ortam olmuştur. Ende, bu aşamada artık öyküsünün kilit noktalarına gerçeküstü öğeleri yerleştirmeye başlar. İşin garibi Momo’ya ısınan okur çevreden gelen o inanılmaz etmenleri hiç yadırgamaz. Öncelikle soyut kavramların açılması gereklidir. Bir çocuk için belki de saat kadranındaki akrep ve yelkovan arasındaki kovalamaca kadar basit olan “zaman” kavramı; Ende’nin dilinde efsanevi bir düzleme oturur.

Zaman, çocuk için harcanmasında en ufak problem olmayan, müsrifliğin acı sonuçlar doğurmayacağı efsunlu bir kavram… İlk aşamada çocuk için çizilen zaman kavramı, satırlar ilerledikçe erişkinler içinde anlam ifade etmeye başlar. Aslında fantastik üslup zaman kavramı için harika bir kılıftır. Herhalde bütün sanat erbabı zamana kalıp biçmeye çalışırken zorlanır. Ama zaman kavramı erişkinlerin algıladığı düzlemden çıkarılıp, bir çocuk sevecenliği ile inşa edilmeye çalışılırsa; gören her göz için daha manidar olur.

Ende, soyut boyuta şekil verirken, çocuk hayal gücünün girift noktalarını kullanmaktan imtina etmez. İki farklı bakış açısıyla zamana şekil verir. O, erişkinlerin ve çocukların zaman algılarını yazdıklarıyla karşılaştırır. Böylelikle erişkin ve çocuk zaman kavramından payına düşeni alır. Sonrasında fantastik öğelerin ortaya çıkmasıyla zaman hem erişkin hem de çocuk için durur. Zamanın gerçek fonksiyonunu yadsıyan yazar için öyküsünün hedef kitlesi hiç olmadığı kadar geniş bir çapa ulaşır. Zaten Ende bir açıklamasında “benim kitaplarım 8 ve 80 yaş arasındaki tüm çocuklar içindir” demiştir. Sözün kısası Ende’nin öykülerinde herkes payına düşenleri aldıktan sonra ortak paydada birleşir.

Ayrıca Ende’nin okurun hayal dünyasının aktif olarak maceraya iştirak etmesi için fazlasıyla yardımcı olduğunu belirtmek gerekir. Ende kendi çizimleriyle konuya netlik kazandırmaya çalışır. Betimleme ve tasvirleriyle bezediği karakterleri, masal dünyasının içinde gerçek parıltılar sunarlar. Hayal ve ötesindeki karakterler ise zaman gibi soyut bir kavramın gerçekliği kadar satırlarda kendilerine yer bulurlar. Yani köken alınan kavramın soyutluğu hayalden ortaya çıkan soyut fantastik karakterlerin sırıtmasına mâni olur. Bu nedenle sigara dumanı gibi uçup giden zaman hırsızları ve zamanın patronu Hora Usta gibi karakterler; o bazen fazlasıyla muhayyel olan “zaman” kavramı kadar gerçektirler.

Aslında kitabın bir yerinde dediği gibi “bütün yaşam bir hikayedir ve biz de onun içindeyiz”. Tabii hayatın gerçekliği kadar onun karşısına koyduğumuz hayallerimiz de söz konusu… Hayalleri olmayan bir hayatın bir yanı eksik kalır. Çocukluk bizim hayatımızın yalnızca bir parçası değildir. Çocukluk hayatımıza ve kimliğimize sırlanmış bir gerçekliktir. Ve kendi gerçekliğimizi fark edebilmemiz için elimize bilinç altımıza ulaşabileceğimiz bir oltanın tutturulması şarttır. Bu olta Ende’nin romanı gibi eserlerdir. Ende tarzı yazarları ve çocuk edebiyatının bu tür eserlerini okuyarak, bilinçaltımıza olta atarız. Ve her satırla kendi çocukluğumuzu gerçek manada ise kendi kimliğimizi fark ederek yavaş yavaş su yüzüne çekeriz. Su yüzüne çıkanlar gerçek veya gerçeküstü olabilir. Çünkü hepimizin çocuk olduğu gibi hepimizin de hayal kurduğu da bir gerçektir. Hayallerimizin gerçeküstü olmasının da bir önemi yoktur. Yeter ki bizden ve bizim olsunlar.
02.06.2021

Merhabalar ever doğru tahmin ettiniz bu tarz kitaplar okumayı severim. Size öneri mahiyetinde kitabımı önerebilirim. Zira içinde 20 küsür seyahatnamenin incelenmesi değerlendirmesi var. Umarım yeni kitaplara ulaşmanıza vesile olur. Kitabım Seyahat Diyen Kitaplar-Zafer Saraç
Son Gezdikleriniz
Bir Kırlangıcın Daha Var