Avrupa’nın ortasında yer alan ve sürekli savaş yaşayan Almanya’yı “Ulusların Kadını” olarak niteleyen Princeton profesörü Harold James, Almanları ise” Nibelungen’un kaderi olan ölümün peşinde koşan” bir toplum (Fransız/İngilizler zafer peşindedir) olarak adlandırıyor.
Tepkilerin tarihi olarak değerlendirilen Almanya, 1806’ya kadar “300 kent devlet/prenslik ve 1500 şövalye/rahip/prens-rahip toprağı” ile kültürel anlamda benzersiz olarak değerlendiriliyor; Napolyon istilasına tepki ile savaşarak “Ulus-Almanya” sürecinin, savaşlardaki mağlubiyetlerine tepki ile de “Ekonomik Mucize-Almanya” halinin geliştiği anlatılıyor.
Avrupa’daki yönetim gelişmelerini geriden izleyen, kültürel burjuvazisini siyasal burjuvaziye dönüştürecek olan burjuva devrimini gerçekleştiremeyen ve yönetici seçkinlerini devamlı kılamayan Almanların, “mevcutlar içinden akla dayalı en iyiyi seçip örnek almak” şeklindeki geleneği ile “Aklın Kullanılması ile Yaratılan Tek Dünya Devleti” ni oluşturduklarını öne sürülüyor.
“Konsensus, federalizm, derin/yüce şeyler için ticari olandan vazgeçebilme ve yüksek kamu ahlakı” geleneklerini hep yaşatmış olan Almanların, Humboldt’un “bağımsızlık, akıl ve karakter” eksenli eğitim devrimi ile 1835’de 6km olan demiryollarını 1870’de 19000km’ye; 1950’de 500.000 olan otomobil sayısını 1980’de nasıl 23.000.000’a çıkardığı anlatılıyor.
Ferda Nihat Köksoy