Toplam yorum: 3.080.122
Bu ayki yorum: 0

E-Dergi

ruzgarım Tarafından Yapılan Yorumlar

30.07.2010

MALİK BİN NEBİ

“Mütefekkir de, herhangi bir insan gibi, büyük ölçüde, ait olduğu toplumun, içinden geldiği tarihi sürecin ve maruz kaldığı insanî şartların etkisi altındadır.” diyerek, kitabının önsözüne giriş yapmış Okumuş. Cezayir’in yiğit ve cevval evlatlarından biri olan Malik Bin Nebi’yi her yönüyle okuyucuya sunmanın gayretine düşmüş yazarımız. Yoğun olarak Bin Nebi’nin eserlerinden alıntılarla eserini süslemiştir Okumuş.

Cezayir’in tarihi hakkında kısa bir bilgi verdikten sonra Cezayirli Müslüman Alimler Cemiyeti’ne değinilmiş eserde. Sonra tarih tarih Malik Bin Nebi’nin hayat hikayesi ele alınmış. Ve sonra düşüncelerini, tabiri caizse, altını çize çize okuyucuya aktarılmış. Düşünceleri bölümünde, Malik Bin Nebi’nin yayınlanmış eserlerinden bol miktarda alıntı yapılarak daha net bilgiler verilmeye çalışılmış.

Sevgili Fatih Okumuş’u bu kıymetli çalışmasından dolayı tebrik etmek gerek. Denge Yayınlarının İslam Önderleri Serisi’nin önemli kitaplarından birisi olan bu eser, genç okuyucularını bekler.
11.11.2009

bu kitapla ilgili o kadar çok yorum yapıldı ki çogunluğu yapıcı şeylerdi ve merak edip aldım.
açıkcası ben beklediğimi bulamadım. yazarımız hz fatıma 'yı değil de kendisinde hz. fatımanın bıraktıklarını kaleme almış .
edebi bir eser olmus .
en kısa zamanda çöl denizi hz haticeyi de okumak istiyorum bakalım o nasıl?
11.11.2009

tevhidle ilgili ilk okudugum kitaplar arasındaydı.
tevhidin ne oldugunu hayatmızdaki önemini anlatan tavhid bizim yaşantımızın tamamında ne kadar var sorusunun cevap buldugu güzel bir eser.
yazarın yalın anlatıyla çok daha güzel anlaşılıyor
tevhidi yaşamak duasıyla
21.10.2009

SONA SON KALA


— Kitap büyük bir gerçeği gündem edinerek okuyucularıyla buluşmuş; Kıyamet. Kıyamet saatinin çok ama çok yaklaştığı, ayetlerden yola çıkılarak üstüne basıla basıla haykırılıyor. Bugünün bebelerinin, yarının dedeleri olamayacağını düşünüyor yazar. Bindörtyüz yıl evvel Rasulullah(s.a.v.)’ta çok yakın olduğunu söylüyordu.

— Özellikle Filistindeki Müslümanların en son çare olarak başvurdukları istişhad eylemleri kınanıyor ve o insanların kâfirleri Allahla değil de kendileriyle korkuttukları söyleniyor. Acaba o Müslümanların düçar oldukları halde olduk mu hiç? Onların psikolojilerini yaşayabildik mi? Ben şahsen, onların Allaha sonsuz güven duyduklarını ve kendilerini feda etmelerini yine Allaha gitme olarak gördüklerini düşünüyorum.

— Yazar, Kuran’a hak sorular sorulursa, hak cevaplar alınır diyor ve bunu temellendiren birçok soru öneriyor okuyucuya. Kanaatim odur ki, yazar, evvela Kitabullah’ta aradığı cevapları bulmuş ve soruları daha sonra oluşturmuş. Cevabı çıkmışsa, soruları sormak ve oluşturmak zaten kolaydır.

— Yazar, bütün fikriyatını ayetlerle örüyor, hadislere hiç başvurmuyor. Kitapta yoğun bir fikir fırtınası var. (Şahsım adına söylemem gerekirse, beni epey yordu. Bu demek değildir ki, yazarı ilk kez okuyorum; hayır okumadığım eseri nadirdir. Ama bu son eser, fikri, zihni ve zikri planda beni, tabiri caizse, allak bullak etti.) Düşünceleri ayetlerle örmek ve tüm meselelere Kuran penceresinden bakmak elbetteki çok güzel; buna diyecek söz yok. Lakin yine uygunsa tabirimiz, Rasulullah(s.a.v.)’a hiç söz hakkı verilmemiş. Rivayetlere itibar etmeyen yazar, kanımca Rasulümüzün sözlerinin kapısını çalmalıydı. Yani bu kadar önemi haiz, hayati bir mevzu dile getirilecek, üzerinde düşünülüp tefekkür edilecek; ama Allahın Rasulüne hiç sorulmayacak, “ne dersiniz bu konuda” diye? Biricik önderimiz ve öğretimiz olan Rasulullah(s.a.v.) bu konuyla ilgili hiç mi bir şey söylememiş ümmetine? Bu konuyu es mi geçmiş? Hiç mi konuşmamış? Ondan bindörtyüz küsür yıl sonra gelen muhterem Mehmed Alagaş düşünmüş, taşınmış, tefekkür etmiş, dert edinmiş, 20 yıla yakındır Kuran çalışmaları yapmış… vs… da, Allahın Rasulü yapmamış mı bunları?

— Deniyor ki: “Ayetleri hiçbir zaman tam anlamıyla, Hakkın muradınca anlayamayız. Her verdiğimiz mananın ardında ve ötesinde muhakkak bir anlam daha vardır. Tek bir anlamla yetinmemek ve ‘anladığımızın anlatılmak istenilen’ olmadığını düşünmeliyiz. Defaatle okumalı okumalı okumalı ve anlam üzerinde kafa yormamız gerekir.” Anladığım kadarıyla yazarın meramı bu meyanda. Diyorum ki, şu halde kitabımızı hakkıyla anlamamız ve idrak etmemiz mümkün değil. Zira hiçbir anladığımız Kuranın kendisi olmayacak ve biz dur-duraksız anlamlar çıkarma peşinde olacağız. Hasılı kelam, Kuran’ı anlamaya çalışmaktan dolayı, onu yaşamaya fırsatımız olamayacak! Hayatta gördüğümüz ve şahid olduğumuz rutin(genelde hep aynı, değişmeyen) işlerde-hallerde bile bir olaya aynı gözle, aynı duygu yoğunluğuyla bakamıyoruz. O zaman diyebilir miyiz, bu gördüğümüz ya da anladığımız şeyler, bizim fark edişimizin ötesinde hülasalar taşır?

19.10.2009

kitaptaki şu dua okunmaya değer oldugunun kanıtı olabilir diye düşünüyorum

"Hiçbir zaman kendime güvenmedim ey Rabbim! Sen, dilediğini aziz kılar, yüceltir, dilediğini zelil kılar alçal-tırsın. Sen güç yetirirsin, ben yetiremem"

." Ey Rabbim eğer dininden dönersem biliyorum ki hem dünyam hem de ahiretim gider. Yardım et Rabbim! İbrahim (as)'ı ateşe karşı korudun, Yunus (as)'ı balığın karnında korudun. İman eden Kehf ashabını korudun. Habibin MUHAMMED Mustafa (sav)'i yalın kılıç bekleyen müşriklerin arasından geçerken korudun. Bana da yardım et Rabbim!"