Toplam yorum: 3.081.820
Bu ayki yorum: 1.500

E-Dergi

muasaka Tarafından Yapılan Yorumlar

16.04.2008

Günlük dilde sıkça kullandığımız deyimlerin ortaya çıkış hikayelerini tatlı bir dille anlatmış yazar. Okurken ara sıra şaşıracak, ara sıra gülümseyeceksiniz. Buyrun bu konuda yazılmış en iyi eseri okumaya...
16.04.2008

Türk Edebiyatı’nın hiç kuşkusuz en önemli eserlerinden biridir “Yaban”. Ele aldığı konu bakımından, konuyu işleyiş bakımından yazıldığı dönemde de çokça tartışılmış, günümüzde de hala tartışılmaya devam etmekte, gelecekte de kanımca tartışılmaya devam edilecektir. Tartışılan en önemli konu aydın-köylü çatışmasıdır. Bunun yanında savaş yıllarında Anadolu’nun savaşa bakış açısını anlatan kısımlarda tartışılmaktadır. Bunlara farklı cevaplar verilebilir; ama bu cevaplar, bu eserin büyüklüğünü gidermez. Herkesin kendi aklı var. Okuyun siz de yazarın ne demek istediğini yorumlayın ve savaş yılları Anadolusuna kendiniz şahit olun. Her Türk gencinin okuması gereken bir eser.
16.04.2008

Türk edebiyatının ilk psikolojik romanıdır “Eylül”. Servet-i Fünun döneminde yazılmış en hoşuma giden romandır “Eylül”. Tabiî ki “Aşk-ı Memnu, Mai ve Siyah” güzel; ama “Eylül” başka. Eylül hüzün ayıdır. Biz de romanın kahramanları gibi hüzünleniyoruz sıkça. Romanda geçen aşk, diğer okuduğum eserlerden çok farklı geldi bana. O gözlerin birbirine tutkuyla bakması, dilin birbirine söyleyemediklerini gözün ifade ediş tarzı. Roman bu bakımdan çok cezp ediciydi. Belki ilk elinize aldığınızda kitap sizi sıkabilir; ama kendinizi anlatılanlara kaptırdığınızda, bir de kendinize romanda bir rol biçtiğinizde elinizden bırakamayacağınız bir eserdir “Eylül”. Herkesin okumasını tavsiye ederim.
15.04.2008

Ahmet Ümit’in ilk okuduğum kitabı “Kavim”di. “Beyoğlu Rapsodisi”ni okudum ve ardından hemen “Patasana”ya başladım. Galiba ben sıralamada yanlışlık yaptım. Çünkü “Kavim” belki de bu yazarın en son okunması gereken kitabıydı. “Kavim”i okuduktan sonra çok büyük beklentiyle başladığım bu kitabı, bitirdiğimde beklentimi karşılamakta yetersiz kaldığını gördüm. “Kavim” mükemmeldi.
“Beyoğlu Rapsodisi”nin arka kapağına baktığımızda “Üç arkadaşın hikâyesi bu…” diye başlayan kitabı tanıtıcı kısa bir yazı var. Evet, genel olarak baktığımızda kitaba, kitap üç arkadaşın hikâyesi: Nihat, Kenan ve Selim’in… Bana göre üç arkadaşın hikâyesi değil bu kitap: Daha çok Selim’in hikâyesi… Yazar demiyor mu en sonunda “Ben bu romanı Kenan’ı neden öldürdüğümü bulabilmek için yazdım.” Buradan da anlıyoruz ki romanda asıl hikâye Selim’in.
Bu hikâyenin yanında Beyoğlu’nun o bildik hikâyesi –bilmeyenler içinde tanıtıcı bir hikâye- de var tabiî ki: İnsanı sarıp sarmalayan, bezdiren, sevindiren, üzen, coşturan, ağlatan, güldüren Beyoğlu’nun hikâyesi. Yazar ustalıkla anlatmış Beyoğlu’nu. Caddelerini, sokaklarını, pasajlarını, cafelerini, camilerini kısaca her şeyini. Bunları anlatırken, bilgi vermeyi de ihmal etmemiş bu yerler hakkında. Bu daha bir güzellik katmış anlatılanlara.
Bunların yanında daha birçok şeyi de öğreniyoruz romandan: Katya ile birlikte Rus insanını ve kültürünü, simyacılığı, toplumumuzda oluşan bazı toplulukları…
Bu hikâyelerin yanında roman önceden sezinlediğim gibi dönüşüyor polisiye bir hikâyeye. Bu sefer polisler olmuyor polis. Kitabın uçarı kahramanı –Kenan- oluyor polis. Tabiî ki çocukluktan başlayan birlikteliğin getirdiği sonuçla Nihat ve Selim de bu role bürünüyorlar. Romana güzel bir heyecan katıyor tabiî ki bu durum. Siz de sürükleniyorsunuz kahramanlarla pasajlara, cezaevlerine, Fransa’ya… Okurken hiç düşünmüyoruz Selim’in katil olabileceğini. Kenan, zekâsını konuşturarak -Selim’in romanın başından beri dediği gibi- Selim’in katil olduğunu anlıyor. Eminim ki benim gibi herkes şaşırıyor Selim’in katil olduğuna. Ama parçalar birleşince anlıyoruz Selim’in katil olduğunu. Ve Selim de zaten bu polislik oyununa arkadaşlarını uzaklaştırmak için giriyor aslında. Sonuçta Selim cezaevine giriyor, romanın uçarı kahramanı da mezara.
Bunların hepsini topladığımızda iyi bir roman çıkmış ortaya. Akıcı bir üslupla yazılmış bu romanı hemen zorlanmadan bitirebiliyorsunuz. Ama beklentiyi yüksek tutmamakta fayda var. Yoksa benim gibi beklentiniz karşılanmayabilir… Artık “Patasana”ya bakacağız…
12.04.2008

Açıkça söylemek gerekirse kitaptan umduğumu bulamadım. Umduğum kitaptan, bu konu hakkında derli toplu bilgiler bulmaktı. Tabi ki kitabın içinde bu konuyla alakalı bilgiler vardı. Kitabın öne çıkan özelliği, kitapta çeşitli kitaplardan derlenmiş bilgiler, bazı resim ve amblemlerin olması kitabı zenginleştirmiş. Ama yine de ben, "Ferrari" hızıyla başladığım kitabı "Murat" hızıyla bitirdim. Kitapta aynı düşüncelerin sıkça tekrarlanması da kitap için olumsuz bir durum teşkil etmiş. Dikkatimi çeken iki husus daha var: Birincisi yazarın hayatını okuduğumuzda yazarın bir radyo programı yaptığını, talk showlara katıldığını öğreniyoruz. Bunları yazan bir insanın sıkça nasıl bu programlara katılabildiği kafamda soru işaretleri uyandırmadı değil! İkincisi ise yazarın sürekli Hristiyanlık öğretisini okuyuculara aktarması.
Sonuç olarak hiçbir kitabın değersiz olmadığını düşünen birisi olarak; dünyada neler olup bitiyor, "İlluminati" hakkında az da olsa bilgim olsun diyorsanız bu kitabı okuyabilirsiniz.