Toplam yorum: 3.081.820
Bu ayki yorum: 1.500

E-Dergi

Ali YILDIRIM Tarafından Yapılan Yorumlar

06.11.2011

İnsanı allak bullak eden bir roman bu. Daha önce okuduğum hiçbir Dostoyevski romanında bu kadar sert bir egemen sınıf (zenginler, asiller) eleştirisi görmemiştim. Prens ve çevresi ne kadar aşağılık, Alyoşa bile rezilin biri bence. Bu roman Rusya’da Ekim Devrimine giden yolun sağlam taşlarından biri olmalı.

Romandaki ana karakterlerden biri (İvan Petroviç) ve romanın anlatıcısı doğrudan Dostoyevski’nin kendisi. Bu şahane kişiyi kendi romanlarından birinde kahraman olarak görmek bir edebiyatsever için ne kadar sevindirici. Aslında her Dostoyevski romanındaki iyilik ve yardımsever, aşırı fedakar bir kahraman bulunur (Karamazov Kardeşler’de Aleksey, Budala’da Prens Mişkin). Ben bu kahramanın hep Dostoyevski’nin kendisi olduğunu düşünürdüm. Bu romanda direk olarak karşımıza çıktı.

Roman çok etkileyici bir şekilde başlıyor ve bütün roman süresince merak unsuru hiç eksik olmadan devam ediyor. Bu nedenle çok hızlı okunabiliyor. Romanın en etkileyici kısmı Prens’le İvan Petroviç’in gece yedikleri yemekteki konuşmalarıydı. Bir şeytanla meleğin konuşması gibi birşeydi.

Ezilenler çevirileri içinde Nihal Yalaza Taluy'un bu güzel çevirisini tavsiye ederim.
01.10.2011

YKY’den çıkan 8 kitaplık serinin dördüncü kitabı ve Cilt 2/2 olarak adlandırılmış.

İlk hikaye olan Tunç Kentinin Olağanüstü Öyküsü edebi anlamda çok etkileyici idi. Harika tasvirler sayesinde hikaye bir film seyrediyormuş gibi okunabiliyor. Terkedilmiş şehirlerde karşılaşılan Yunanca kitabelerin çevrisinin yapılması ve kaydedilmesi o dönemde kültüre verilen değerin bir göstergesi. Hikaye Emeviler devrinde (661 - 750) Abdülmelik bin Mervan (Medine 646 - Şam 705) zamanında geçiyordu.

Yeraltı sultanı Yemliha’nın hikayeleri de oldukça güzeldi. Yemliha hikaye anlatmayı ve dinlemeyi seven kişiliği ile çok hoşuma gitti. Şahmeran gibi onunda hikayenin sonunda öleceğinden korktum ama öyle olmadı.

Ruhun Çiçekli Tarhları ve Zarafet Bahçesi kitabında yer alan kısa hikayeler daha çok fıkra gibiydi. Çoğunluğu Halife Harun Reşid (786-809) zamanında geçiyor. Ancak hepsinde olmasa bile bazı hikayelerdeki ahlakdışılık ve eşcinsel imalar çok fazlaydı ve hatta rahatsız edici boyuttaydı. Ne yazık ki Binbir Gece Masalları’nın şansızlığı da burada. Bu nedenle nerede ise bir edebiyat şaheseri olan masallar okullarda görmezden geliniyor ve kimse tarafından fazlaca tavsiye edilmiyor.

Goncagül ve Dünya Tatlısı’nın hikayesi daha çok şiir ağırlıklıydı. Abanoz At, Fındıkçı Delile, Cıva Ali ve Balıkçı Cevder’in hikayeleri çok sürükleyici bir üslupta yazılmışlardı ve kurguları insanı şaşırtacak şekilde etkileyiciydi. Yani Hollywood senaristlerini kıskandıracak griftlikte ve hayalgücünün sınırlarını zorlayan kurgulara sahipti bu hikayeler.

Balıkçı Cevder’in hikayesindeki yüzük, Yüzüklerin Efendisindeki yüzüğe benziyordu. Tunç Kentinde uyuyan prenses de Uyuyan Güzel masalındaki prensesi çağrıştırdı.
01.10.2011

Son derece akıcı bir üslupta yazılmış, çok hızlı okunabilen bir roman. Tam bir kurgu rahatlığı var ve bu rahatlık romanı eski Türk filmleri tadında bir roman haline getirmiş. Gören herkesin aşık olduğu bir kadın, süpriz miraslar, yangınlar, kurtarıcı bir prenses, ani hastalıklar ve iyileşmeler.

Tahsin Bey’in sözlerini okurken aklıma hemen Vahi Öz geldi. Cemile ise Türkan Şoray, Filiz Akın ya da Fatma Girik’ten biri olabilirdi. Daha sonra öğrendim 1960’da filme çekilmiş. Tahsin Bey’i Vahi Öz (tutturmuşum) Cemile ise Çolpan İlhan oynamış.

Romanda gizliden gizliye Cumhuriyet’in ilk yıllarında yaşanan modernleşme (moderenleşme) hareketlerine eleştiri var. Balolar, serbest yaşam, uzakta hoş görünen ama yalan dolan üzerine kurulu sosyete yaşantısı. Bu göze çok batmayan ama kıvamında romana yedirilmiş eleştirisel bakış romanı çok değerli kılıyor.
01.10.2011

Serinin diğer iki kitabı gibi bu kitap da, zarif tasarımı ve özenli baskısı ile dikkati çekiyor. Daha çok tek parti ve Demokrat Parti zamanında İstanbul’un geçirdiği dönüşümleri anlatmış. Adnan Menderes zamanında Vatan ve Millet Caddeleri açılırken çok sayıda tarihi eserin yok olduğu, büyük boyutlu Osmanlı eserlerinin üzerine titrenirken küçük eserlerin (mescitler, hamamlar, mezarlıklar) hep yol çalışmalarına ve yeni yapılan binalara kuban verildiği özellikle vurgulanmış.

Bunca değişim ve dönüşüme rağmen İstanbul hala harikulade bir şehir. Hernekadar yazar İstanbul’da yaşayan insanların İstanbul’u benimseme ve anlama konusunda çok gerilerde olduğundan yakınsa da artık tarihsel dokunun korunmasındaki bilinç düzeyi 30, 40, 50’li yıllara göre çok daha yükselmiş durumda. 2011’deki Haydarpaşa yangınında insanların hüngür hüngür ağlamaları bunun bir göstergesi.
01.10.2011

Mükemmel bir romandı. Kusursuz bir edebiyat örneği. Bir yazar insan psikolojisini iyi bir şekilde anlatabilir. Çünkü kendisi de bir insandır. Ancak vahşi bir hayvanın psikolojisini bu kadar iyi anlatmak her yiğidin harcı değil. Jack London beşeri hayatı ne kadar iyi gözlemlemişse doğal hayatı da o kadar iyi gözlemlemiş. Ayrıca bu eser geçtiği dönemi (1800’lerin son yılları) çok güzel anlatan iyi bir dönem romanı. Romanı okurken beni en fazla rahatsız eden Jack London’ın aşırı materyalist söylemleri oldu. Onu dışınde dediğim gibi mükemmel bir romandı.