Bu uzun söyleşiyi okumadan önce de İlber Ortaylı’yı çok sever, çok sayardım. Ancak şimdi sevgim saygım hayranlık boyutuna geldi. Artık, onun yalnızca bir tarihçi değil bir filozof olduğunu da düşünüyorum. Yeri geldiğinde öyle analizler yapmış ki ağzım açık okumak zorunda kaldım. Nilgün Uysal’ı da tebrik etmek lazım. Böyle bir ummanla 600 sayfalık bir söyleşiyi iyi kotarmış. Sorular iyi seçilmiş ve kitap iyi kurgulanmış.
Uzun bir söyleşi olmasına rağmen yine de tam olarak bir İlber Ortaylı portresi ortaya koyuyor mu? Bu sorunun cevabını tam bilemedim. Sonuçta soruları soran Nilgün Uysal ve onun yönlendirmesi ve onun algıları etkili olmuştur.
Söyleşiyi okurken ne kadar standart dışı bir insan hatta tam bir hercai dedim İlber Hoca için. Ancak bu yaşam tarzından ortaya çıkan sonuç mükemmel: Göz kamaştırıcı bir kariyer, harika bir dost çevresi, belli başlı bütün dillere hakimlik ve inanılmaz bir üretkenlik. Bütün bunların yanında tüm Türkiye tarafından tanınan ve sevilen biri olmak.
İnşallah başta tarihciler olmak üzere bütün akademisyenler bu kitabı okur. Ben bile, mühendis olmama rağmen, daha fazla kitap okumalıyım, daha çok çalışmalıyım, daha çok yazmalıyım diye gaza geldim.
“Bizim millet” diye çok yakınıyor İlber Hoca. Bizim millet çok yeteneklidir, çok girişkendir ve çalışkandır diyor ama derinlik yoktur diyor. Ben de şikayetçiyim bu yüzeysellikten. Çevremdeki insanlar hep üniversite mezunları olmasına rağmen ne edebiyattan konuşabilirsin ne tarihten. Maç ve araba muhabbeti, iphone, ipad muhabbeti. Hepsi o.