Toplam yorum: 3.083.120
Bu ayki yorum: 2.800

E-Dergi

yesevihan Tarafından Yapılan Yorumlar

15.09.2003

Arminius Vambery adlı yahudi kökenli Macar gezgini ve İngiliz devletinin Osmanlı nezdinde görev verdiği casusun İstanbul'dan yola çıkarak Tahran, Buhara, Semerkant, Herat şeklinde bir seyirle Orta Asya'ya yaptığı gezinin notlarına dayanan bir kitab. Kitaba "Sahte Derviş" adı verilmesinin sebebi ise, Vambery'nin Türkistan seyahatini yaparken tanınmamak için Bosnalı bir derviş kılığına girmesi. Bu rolünü iyi oynayabilmek için Vambery 4 yıl süre ile İstanbul'da kalıyor ve bir müslümanın bilmesi gereken hemen herşeyi ve bu arada İstanbul Türkçesini iyice öğreniyor. Bir seyahat için katlandığı bu zahmet nedeniyle Vambery'i takdir etmemek mümkün değil. Konusu itibarıyla çok ilginç olan kitabda Semerkand'dan itibaren gidilen yerlerin çok yüzeyden anlatılmış olması bir eksiklik. Vambery, en ayrıntılı olarak Tahran-Hive-Buhara arasındaki ve bugünkü Türkmenistan-Özbekistan'da Türkmenler arasında geçen kısmı anlatıyor. Buhara'da kalenderhane adı verilen esrar tekkelerindeki durumu anlatan satırları çok ibret verici buldum. Vambery'nin Buhara, Semerkand gibi 15. yüzyılın bilim zirvesi medreselerini barındıran kentlerdeki ahalinin içine düştüğü cehalet bataklığını birebir müşahede ile dile getirdiği satırları tekrar tekrar okumak gerek. Kitabın verdiği en ilginç bilgilerden birisi ise Mezar-ı Şerif şehrinde bulunan Hz. Ali kabrini ve dolayısıyle üzerine yapılan türbesini ortaya çıkaran rüyanın Sultan Alparslan'ın torunu Sultan Sencer'e izafe etmesidir.
Kitabın stratejik açıdan dikkate değer bir yönü Vambery'nin daha 1860'larda Türkistan'a Rusların göz koyduğunu sezmesi ve ancak Rus işgalinin Türkistan'da uzun ömürlü olamayacağını anlattığı yorumları. Hepsi gerçekleşen bu yorumlarını okuyunca insan Vambery'nin gerçekten de analitik düşünebilen bir zekaya sahib olduğunu anlıyor. Türk dünyası konusuyla ilgili ve seyahatname okumayı seven herkese öneririm.
15.09.2003

T.Lobsang Rampa'nın kitapları arasında bambaşka bir yeri olan bu ilk kitabında, bir budist din adamı olmak üzere çocukluktan itibaren ağır riyazetlerle yetiştirilmesi ve sonrasında yaşadığı manevi deneyimler anlatılıyor. Budist eğitim yöntemleri hakkında ilk elden bilgi veren Rampa, ayrıca Budizm'in merkezi Tibet'i ve kutsal başkenti Potala'yı çok canlı olarak tasvir ediyor.
Ağır riyazetler sonucu iki kaşın arasında beliren ve görür hale gelen ve kitaba adını veren "Üçüncü Göz" ise modern biliminin asla kabul edemeyeceği bir durumu dile getiriyor. Kitabdaki anlatıma göre "üçüncü göz"ü fonksiyonel hale geldikten sonra Rampa, mesela insanların yalan söyleyip söylemediklerini, bir insanın muhatabı hakkında "kötü" düşünüp düşünmediğini görür hale geliyor; hatta Rampa'nın bu yeteneği Potala'yı ziyaret eden bir elçinin samimiyetini test etmek üzere kullanılıyor. İslam tasavvufunda aynı bölgede yer alan ve "nefs-i natıka" adı ile adlandırılan 6.latife'nin benzer işlevleri olması bana ilginç bir nokta olarak göründü. (Kitabda anlatılan deneyimler arasında sadece, gizemli vadiye yapılan ziyaret bana inanılır gelmedi; uzaydaki optik gözlerle yeryüzünün santim santim incelenebildiği günümüzde böylesi gizli bir yeryüzü parçasının kalabilmesi mümkün değil.) Ruhun varlığını, beden ile ilişkisini ve insanın nefsini eğitmek suretiyle manevi planda yükselebileceğini anlayamayan madde bağımlısı beyinler için şok etkisi yapacak olan bu kitabı öneririm.
15.09.2003

Yazarın "Yarım yüzyıl önce -komünistler dahil- ülkemizde ne Sultan Galiyev bilinirdi ne de onun 'Mazlumlar Enternasyonali' teşebbüsü!" sözleri bugün için de geçerli değil mi? Sovyetler kurulurken bunun Çarlık Rusyası'nın emperyalizminden kurtuluşuna vesile olacağına inanan Orta Asya'nın aydınları, komünist te olsa Rus'un "aynı Rus" olduğunu kısa sürede gördüler. Özellikle Stalin döneminde Orta Asya'nın tüm önde gelen şahsiyetleri, aydınları yanısıra yerel komünist kadrolarına da uygulana katliam ve sürgünler uzun yıllar ülkemizde hiç bilinmedi. Bu vahşi genosidin boyutu ancak zaman zaman komünist yönetimin " günah çıkartma" kampanyalarının yansıması ile dar bir çevrede o da kısmen bilinebildi. 1928-1937 yılları arasında uygulanan Stalin terörü ile Orta Asya, Kırım ve Kafkasya'nın 40 milyonluk Türk nüfusunun 30 milyona düşmesi bile yıllarca Türkiye kamuoyuna yansımadı. Milyonların ata topraklarından koparılıp trenlerle binlerce kilometre uzaktaki yerlere sürgün edildiği 1943-1944 yıllarındaki Kırım-Kafkasya Türk halklarının sürgün faciası hiç bir zaman Türkiye kamuoyuna mal edilemedi. 2 Kasım 1943 de Kafkas Karaçay Türkleri'nin sürgünü ile başlayan bu facianın 18 Mayıs 1994 'de yüzbinlerce Kırım Tatarı'nın sürgünü ile milyonları yurtlarından ettiği bilgisinin sadece o topraklarla ilişkili bir kesim ve milliyetçi çevrelerde bilindiği bir gerçektir. Ülkemizdeki sol çevrelerin "Stalinist" tavrı bu gerçeklerin dile getirilmesini bile "tabu" haline getirdi. Nihayet Gorbaçev'in Glasnost politikası ile gizli sovyet arşivine dayalı somut çalışmaların mümkün hale gelmesi, o zamana kadar "bir sovyet efsanesi" olan Türk halklarına yönelik katliamların ortaya çıkarılmasını ve delillendirilmesini mümkün kıldı. Bu Türk genosidinin niteliğini anlamak için sürgünü yaşamış bir kadın olan Karaçay Türklerinden Halimat Bayramuk'un Ötüken yayınları arasında çıkan "1943" adlı romanını okumak bile yeterli olacaktır. Onlarca "yahudi soykırımı" filmi seyreden ortalama Türk aydınının bu yıllara ait bir tek film karesi bile seyretmemiş olması nasıl bir sansür ile karşılaştığımızın en güzel kanıtıdır. Sol bir aydın olan Attila İlhan'ın bu eserde bir araya getirilen makaleleri, sol çevrelerdeki Türkiye dışındaki Türklere ilgisizlik tavrında önemli bir kırılma noktası teşkil etmektedir.
15.09.2003

Son yıllarda gündeme gelen Orta Asya Türk devletleri ile ilişkilere temel yapılmak istenen M. Kemal Atatürk'ün Türkiye dışındaki Türk toplulukları ile ilgili düşüncelerinin bir arada sunulduğu tek kitab.
Kitabın akademik değil populer dille kaleme alınmış olması önemini azaltmıyor. Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş yıllarındaki "dinamik-etkin-ufukları kucaklayan" ruhun 1940'lı yıllardan bu yana sokulduğu iğdiş edilmiş hali görüp üzülmemek elde değil.
15.09.2003

İslam tasavvuf tarihinin zirve ismi Şeyh'ül ekber Muhyiddin ibn Arabi'nin Türkçe'de bulunabilecek en ayrıntılı hayat hikayesidir. Eser Muhyiddin ibn Arabi'nin hayatını kronolojik bir sıra ile ele almaktadır. Endülüs'de başlayıp Mısır, Hicaz, Anadolu ve nihayet Şam'a kadar uzanan dianamik bir hayat öyküsü ile beraber Arabi'nin fikri ve tasavvufi gelişimi de izlenebilmektedir. Burada Muhyiddin ibn Arabi'nin eserlerinden yapılan alıntılar fikri gelişiminin seyrine ışık tutmaktadır. Kitabın sonundaki kronolojik hayat çizelgesi benim için çok bilgilendirici oldu. Son olarak eserin Türkçe'ye aktarılmasında, özellikle tasavvufi ıstılahların yerli yerince kullanılmasındaki başarısıyla çeviriyi yapan Attila Ataman'ı da kutlamak gerek.