Toplam yorum: 3.080.540
Bu ayki yorum: 218

E-Dergi

hislipalyaco Tarafından Yapılan Yorumlar

02.06.2007

kitabın başındaki yazıyı dikkatli okursak, yazarın İspanya ile Venedik'in Osmanlılara karşı başlattıkları Haçlı seferinde deniz askeri olduğunu,İnebahtı Savaşı'nda sol kolunun aldığı yara sonucu sakat kaldığını öğrenmiş oluruz.yani bu kitabın başında yazarın korsanlara esir düştüğü gibi bir yazı yok.bunu belirttikten sonra tüm zamanların en çok okunan,en çok dile çevrilen romanı meşhur Mançalı Şövalye Don Kişot'a gelelim...
şövalye romanları okuya okuya deliliğin sınırına gelen(deli demiyorum çünkü akıllılık ve delilik arasında gidip geliyor hele söylemlerine de bakarsak) soylu bir beyin kendini şövalye ilan etmesiyle başlar herşey.Güçlü bir şövalye atından çok, hasta ve iskeleti çıkmış görünen atı Rosinenta'yla yolculuğa başlar.O artık Mança'lı Şövalye Don Kişottur.iyilere yardım,kötülere ceza artık onun asıl görevidir.bir şövalye olduğuna göre sevgilisi de olmalıdır.hayalinde oluşturduğu Tobosso'lu Dulsinea'ya aşık olur.ama bir şövalyenin ayrılmaz bir parçası olan seyisi eksiktir hala.köyüne döner ve fakir,saf kalpli çoban Sanço Panza'ya seyislik teklif eder.Sanço bu durumu önce kabul etmez ama işin ucunda bir adanın valisi olma nimeti vardır ve sonunda kabul eder.ve birlikte birbirinden komik ve düşündürücü maceralara başlarlar.Yeldeğirmenlerini dev sanan,hanları şato sanan bir adamla işin sonunda menfaat elde edecek olan seyisinin güzel maceraları...Sanço menfaatle yola koyulur ama tüm deliliklerine rağmen efendisini sever ona sadık bir seyis olur.Don Kişot'un delirmiş aklının felsefesi midir cahil Sanço'yu eğiten yoksa yaşadıkları maceralar mıdır,belki de ikisidir cahil ve saf köylü Sanço'yu o çok istediği valiliğe getiren.vali olmuştur ama sonunda bu sevdadan vazgeçerek valiliği bırakmıştır.Sanço nasıl vali olabilir eğitimsiz bir çoban ve sonra da seyisken?önce herşey oyundur ama efendisi ile o bunun farkında değildir.efendisinin deli ağzından akıllıca dökülen nasihatlarıyla valiliği kıvırır ama yine efendisinin çok doğru öğüdüyle ve yediği sopaların etkisiyle vazgeçer bu sevdadan."her bildiğin doğru olsun ama her doğruyu her yerde söylemek doğru değildir" böyle demişti Don Kişot.ve bu belki de bütün kitabın altın öğütlerinden biriydi.atasözleriyle konuşan Sanço'nun da aslında akılsız olmadığı pek açık.Don Kişot'a gelirsek pek çok macera sonunda Yalancı bir şövalyeye yenilir ve verdiği söz üzere şövalyeliği bırakıp köyüne döner.ölüm döşeğindedir işte o zaman herkesin istediği olur ve aklı başına gelir...bilgelik ve delilik arasındaki o incecik çizgi etrafında dönen kahramanın öyküsü sadece bir delinin ya da sadece bir akıllının öyküsü olsaydı belki bu kadar sevilmezdi.Sanço'nun vefası,sadakati ve Don Kişot'un bilgeliğiyle herkesin hayatında bir kere de olsa okuması gerektiğini düşündüğüm deli-bilge bir kitap.okuyun derim.
31.05.2007

Türk edebiyatının roman fabrikası denecek kadar çok eser vermiş olan Ahmet Mithat Efendi'nin Türk edebiyatında ilk polisiye roman olma özelliği olan "Cinayetlerin Sırrı" adıyla bu kitap,polisiye sevenleri memnun edebilecek bir kitap.yazar bu kitapla bir ilki gerçekleştirmiş,çok da başarılı olmuş.
konusuna gelince;Öreke Taşı'nda işlenen üç cinayeti aydınlatmak işi müstantik(dedektif) Osman Sabri'ye verilmiştir.Osman Sabri ve kılık değiştirme ustası olan yardımcısı hafiye Necmi olayı aydınlatmaya çalışırlar.üç cinayete görünürde intihara benzeyen bir olay daha katılır.işleri zordur çünkü şüphelilerden biri paşa tarafından korunmaktadır.Osman Sabri, paşaya rağmen olayı çözmeye kararlıdır.kitabın büyük bir kısmında mektuplarıyla kalpazan Mustafa da olayları açığa çıkarmaya ve itiraf etmeye çalışır...her yerde olduğu gibi bu kitapta da iyi ile kötünün savaşını görüyoruz.ve hiçbir kötülüğün cezasız kalmayacağını da.özellikle kalpazan Mustafa'nın akıbeti yasalardan,mahkemelerden ve hapisten kaçılsa bile İlahi adaletten kaçılamayacağını çok ilginç bir sonla gösteriyor.polisiye okumayı seven biri olarak kendi yazarlarımızdan birinin eserini okumak bana daha sevimli geldi.ayrıca yayınevi de kitabı çok güzel sunmuş.gerek kapak olsun gerek kitap ebatı ve sayfa düzeni çok güzel olmuş.bir de kitabın başında yazarı ve eseri detaylı şekilde anlatmış.kısacası okunması gereken bir kitap.
28.05.2007

hayattan hayat dilenen,anlamını göstermesini bekleyen Ömer'in çektiği psikolojik işkenceleri ve yaptığı felsefi yorumları...Tipik bir Necip Mahfuz anlatımı;psikoloji ve felsefe ve tabi siyaset içiçe...Ömer hayatı iyice anlamsız bulmaya başlar,hiçbir şeyden zevk alamaz hale gelir.doktor arkadaşı ona kilo vermesini tavsiye eder.kilo vermiştir ama iç sıkıntıları da gitgide artmaktadır.artık eşi bile ona yabancı gelmektedir. önceleri bu halden kurtulmak için başka gönül ilişkilerine girer.ailesini terkeder.ama aradığı şeyi bu iişkilerde de bulamaz insanlardan uzağa gider,inzivaya çekilir...Yazarın okuduğum iki kitabında da bir anlam arayışı var,her ne kadar ortada bir olay olsa da,bu olaylar sanki yazarın felsefi düşüncelerini aktarabilmesi için birer aracı gibi.yani olaylar feslefeden beslenmiyor da felsefe olaylardan besleniyor gibi.ayrıca bir adamın kurulu düzenini bozup, günübirlik ilişkilere girmesinde nasıl bir anlam arayışı olur,bunu da anlamış değilim.bence bu arayışı gönül ilişkilerinde değil de başka bir mecrada yapsaydı kitap,daha özgün ve ilginç olurdu, daha lezzet alınarak okunabilirdi.
28.05.2007

Mısırlı yazar Necip Mahfuz'un okuduğum ilk kitabı.Devrim öncesi bakanlıkta önemli bir memur iken devrim sonrası hem işini hem itibarını kaybetmiş bir adamdır İsa.hayatına yön vermek için yeni bir işe değil uzun bir tatile ihtiyaç duyar.tabi bu arada da işi ve itibarı kaybolduğu için sevdiği kızla evlenemez.geçici bir süreliğine başka bir şehre yerleşir.burada Rira'yla tanışır.kısa bir arkadaşlıktan sonra Kahire'ye geri döner İsa.bu arada annesini kaybeder.kendinden büyük ve oldukça zengin olan Kadriye ile evlenir.ama hala dolduramadığı bir boşluktadır.yıllar sonra tatil için İskenderiye'ye gittiğindeyse Rira ve kızıyla karşılaşır acaba bu kız onun kızı mıdır?...hikayesi bu...bolca siyaset felsefesi ağırlıklı,insan psikolojisi ve tabiki hayatı anlamlandırma uğraşı bu kitapta bolca var.bir devrim sadece siyaseti değil onun yaşamını da altüst etmiştir.idealist bir memur iken devrim sonrası artık hem işinin,hem amacının ne olması gerektiğini bilemez.boşluğa düşer.hayatını anlamlandırmak uğruna kendiyle savaşa girer.siyaset felsefesi ve geniş anlamda felsefe ilginizi çekiyorsa okuyun derim,zira Necip Mahfuz aldığı felsefe öğreniminin hakkını fazlasıyla vermiş.bırakın konuyu,paragrafı her satıra sinmiş felsefi söylemler.bu, kitaba bazen değişik bir güzellik verse de bazen okuyanı sıkıyor.ama yine de Nobel ödüllü bu yazarın eserleriyle tanışmalıyız diyorum.
25.05.2007

gözlerini ilk kez birbirlerinde açan aşık ve evli bir çifttir Zehra ve Suphi.Zehra küçüklüğünden beri kıskanç ve hırçın tabiatlı bir kızdır.kayınvalidesinin onlara hizmet etmesi için eve güzeller güzeli Sırrıcemal'i cariye olarak getirmesiyle kıskançlığı ve öfkesi fazlasıyla artar.Suphi ile Sırrıcemal arasında birşeyler olduğundan kuşkulanır.başlarda böyle bir şey olmasa bile Zehra'nın aşırı kıskançlıkları Suphi'nin Sırrıcemal'i keşfetmesine ve ona yönelmesine neden olur.Suphi cariyesine aşık olur ve Zehra'dan ayrılır.Zehra artık hem Sırrıcemal'den hem Suphi'den öc almak icin yaşar.Zehra'nın oyunlarından nasibini alan Sırrıcemal'i kötü bir son bekler.Zehra'nın en büyük oyunuysa Ürani adındaki Rum kadındır.Ürani'yi, Suphi'yi kendisine aşık etmesi için tutar ve Suphi Ürani'ye aşık olur.bu aşk Suphi'nin bütün varını yoğunu elinden alır ve parasız kalınca kapı önüne konur.artık serseri ve fakir bir hayat onu beklemektedir...Tabi kitap bu kadarla bitmiyor,karakterlerin hepsini kötü sonlar bekliyor.aslında kitap Zehra'nın kıskançlığı ve kıskançlığının getirdiği felaketler üzerine kurulmuş olsa da Suphi'nin çapkınlığı ve ayrangönüllü olması da en az Zehra'nın kıskançlıkları kadar felaketlerini hazırlıyor.Zehra,Sırrıcemal, Ürani ve Suphi...herbiri birbirinden hatalı karakterler ama en çok hataya düşen de benim fikrimce Suphi olmuş...güzel bir Türk klasiği...