Kitabı okuduğum ve eleştiriyi yazdığım bu günler, herşeyimizle sarsıldığımız marmara depremin en canlı yaşandığı günler. Böyle bir zamanda, insan doğrudan felaketten etkilenmese de insanların acı görüntüleri bile başka herşeyi unutturup, bireyselliğimizin anlamsızlığını düşündürüyor. İşte bu duyguların evrensel sözcüsü Albert Camus, anlamsızlığın ve insani bir başkaldırının hikayesini anlatıyor Veba’da.
"Kendilerini özgür sanıyorlardı, oysa felaketler oldukça kimse asla özgür olmayacak" diyor kitabın bir yerinde. Böylece özgürlük oyunumuzu yüzümüze vurarak başlıyor kitaba. Daha sonra vebayı alabildiğine serinkanlı, sömürülmeye uygun tüm duygulardan uzak bir anlatımla veriyor. Hiçbir olağanüstü durum yok felaketin kendisi dışında. Üstelik gerek halkın, gerekse kentin sorumlularının neredeyse ütopik portrelerini çiziyor. Bu özellikleriyle yazar gerçek bir felaketi felaket yapan tüm yaşamları, acıları, suçlananları ve olayın tüm güncelliğini olabildiğince bir tarafa bırakıyor. Böylece Camus, sistemi, düzeni, ideolojiyi arka plana alıp, okuyucuyu felsefi bir boyuta çekiyor. Bu dünyada, yaşamın anlamsızlığı ve boşluğu var. Aslında bu hiçlik zaten varolan bir durum. Veba sadece insanların bunu farketmelerini sağlıyor. Vebanın tetiklemesiyle insan geçici kurtuluşunu aramaya koyuluyor. İnsanda sebebi çok açık olmayan iyi bir yön mutlaka vardır, zaten tek umut da budur.
Çünkü doğal olan mikroptur. Gerisi sağlık, dürüstlük, saflık; bunlar iradenin, hiç susmaması gereken bir iradenin sonucudur.
Tek tek bireylerin bu olumlu yönleri, toplumsal bir dayanışmaya ruh verdiğinde insanoğlu yazgısına meydan okuduğunu hissediyor. Oysa bu insani rahatlama, yazgının umrunda bile değil. Son derece zarif bir anlatım, harikulade betimlemeler, şiirsel ve felsefi bir destan...