Toplam yorum: 3.078.222
Bu ayki yorum: 5.100

E-Dergi

Burcu Keskin

Merhaba! Ben Burcu Keskin. Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi ve DİKAB(ÇAP) bölümlerinden mezun olup MEB’e bağlı bir okulda öğretmenlik yapmaktayım. Türk Dili ve Edebiyatı bölümü öğrencisi olup okumaya devam etmekteyim. Seyahat etmeyi seven, fotoğrafçılıkla ilgilenen, kitaplarla buluşmaya devam eden biri olarak yorumlarımı sizlere aktarmak istiyorum.

Burcu Keskinn Tarafından Yapılan Yorumlar

Dünyanın bütün çocukları harika oyuncak bebeklere, arabalara sahip olmayabilirler ama yine de oyun oynamaktan vazgeçmezler. Eşsiz bir hayal gücüne sahiptirler. Öyleyse malzemeden çok yaratıcılık ve oyun ruhu gerekli. Harekete geçirici bir hamle gerekli. Arık, bu hamleyi yine bir öğretmenle yapıyor. ‘Benim Zürafam Uçabilir’ kitabındaki Moni’nin hikayesi burada da devam ediyor. Yazar, çocukları bir oyun çantası ile harekete geçiriyor. Yine bir sınıf ortamı. Öğretmenin öğrenciyi harekete geçirici ve meraklandırıcı yönü işleniyor.

Öğretmen bir gün sınıfa elinde mavi bir çantayla giriyor. Ve bir oyun başlatıyor. Çantadan çıkan şeyler oyunun konusu olacak. Ama çantadan ne çıkabilir? İşte buna çocuklar karar verecek. Bu sefer Mert Arık, oyun kurmayı, kurallarını belirlemeyi ve gerektiğinde değiştirebilmeyi öğretiyor.

Ekip çalışması çocukların gelişimi açısından önemlidir. Çocukların akranlarının yanında geçirdiği vaktin kıymeti var. Belki yetişkinler onların enerjisine yetişemeyebilir. Ama akranları öyle değil. Birlikte sınıfta, sokakta, evde her şeyi oyunlaştırabildikleri arkadaşları çok etkilidir. Bu sebeple çocukların birlikte oyun üretme becerilerini geliştiren böyle kitaplar sadece minikler için değil ebeveynler ve öğretmenler için de kullanışlı oluyor.

Yorumumu bitirmeden hikâye içerisinde araya serpiştirilmiş oyun örnekleri olduğunu belirtmeliyim. Sizler de evlerinizde çocuklarınızla bu oyunları oynayabilirsiniz. Ayrıca kitap, 2. ve 3. sınıf seviyesi için uygundur.

Son olarak Moni, sizlere tüm dünya çocuklarının katılabileceği Hayal Olimpiyatları Davetiyesi gönderiyor. Katılmayı unutmayın.

Herkese keyifli okumalar.
Paul Zanker, sanat eserleri ve onların oluşumuna yol açan somut tarihi şartlara odaklanıyor. Kendisinin de belirttiği gibi, kitabın odak noktası imparatorluğun merkezidir. Okurlar için belirtmekte fayda var, çünkü eserin asıl amacı, Roma hayatının her alanını derin olarak ele almak değil. Romalıların MÖ 3. yüzyıldan itibaren Yunan kültüründen etkilenmelerini ve kendilerine has kültürü geliştirmelerini anlatmaktır.

Yedi bölümden oluşan kitap, Romalıların ilk Yunan eserlerini nerede gördükleri ile başlıyor. Kendine özgü Roma tasvir ve imge dünyasının nasıl ortaya çıktığını görüyoruz.

Yunan sanatından alınan eserlerin en sadık kopyalarının yapılması ve buradan Roma sanatının özgün eserlere doğru ilerleyişi portreler, duvar resimleri, mezarlar ve mimari yapıların görselleriyle bizlere aktarılıyor.

Kitabımızda sadece yüksek sanattan değil halk sanatından da bahsediliyor. Yaşayanların hafızasında kalmak için dikilen anıt mezar heykellerinin halk için farklı, bir komutan ve imparator için farklı olduğunu paylaşılan resimlerden fark edebiliyoruz. Aslında Roma’nın kerpiç ve tuğladan bir şehirden nasıl mermer bir şehre dönüştüğüne geniş bir açıdan bakıyoruz. Burada Romalı politikacıların ve komutanların heykellerle onurlandırıldığı dönemler önemli. Çünkü merkezi yerleşim yerlerini bu heykellerin etkilemiş olduğunu görüyoruz.

Son olarak, Roma Sanatı bizlere görseller üzerinden anlatılmaya çalışılıyor ancak görseller renkli basım değil. Sanat tarihi kitaplarında renkli görseller kullanıldığında okurlar için çok daha keyifli bir okuma oluyor.

Herkese keyifli okumalar.
28.10.2023

Yazımı altmış yıl süren eserin ilk bölümü 1808, ikinci bölümü 1831 yılında basılır. Zaten yazarın ölümü de 1832, yani bir yıl sonrasındadır. Bu sebeple, yazarın gençlik, olgunluk ve yaşlılık dönemlerinin izlerini taşır.

Faust, orta sınıftandır. Goethe gibi bir çok alanda uzmandır. Felsefe, siyaset, hukuk, tıp, teoloji eğitimi almıştır. Ancak, tüm bunların yetersiz olduğunu düşünüp simyaya başvurmuştur. Mefisto ise rönesans dönemi Hıristiyan mitolojisinin lider şeytanlarındandır.

Kitap sadece iyi ile kötünün savaşını ele almaz. Bilim karşısında büyünün, Faust karşısında Mefisto’nun yer aldığını görürüz.

Kitabın dipnot kısımları benim için bilgilendirici oldu ancak yeterli değildi. Yazıldığı dönemin etkilerini barındıran bir eser olduğu için o dönemi daha iyi anlamak adına makaleler okudum. Araştırarak okuma yapacaksanız etkili bir okuma olacaktır.
04.05.2023

"Kimi ruhlar evvelden aşinadır birbirine."
Aşk, dostluk, savaş ve simyanın gücünü gördüğümüz kitapta günümüzden rüyalarla örülmüş olan geçmişe gidiyoruz. Nüfusunun yarıdan fazlası Türk olan Revan Hanlığı'nın yıkılmasıyla Rusların ve Ermenilerin müslümanlara baskısını görüyoruz. Tabi burada bir de aşk hikayemiz var. Butimar'a olan aşk, simyaya olan düşkünlük. Psikiyatrın da rüyalarında gördüğü Butimar. Ve rüyalarına müdahale etmek isteyen bir psikiyatr.
Kitapta en sevdiğim şeylerden biri Yusuf'un son sahnesiyle psikiyatrın son sahnesi arasındaki bağlantılar oldu. Hayal ve gerçeğin sınırları karışıyor. Postmodern romanın esintisi olan kişilerin okurla konuşması da ayrıca güzeldi.Bir dönemin eğitim sistemi, hoca ögrenci ilişkisi ve arkadaşlık kitaba ince ince işlenmiş. Yine nicelerinin simya yolunda heba olması Yusuf ile yansıtılmış. Şu söz sanırım bu konuda özetleyici:
"Aramanın bulmaktan kutsal olduğunu bilenler dünyanın hazinelerine değil, sırlarına meylederler."
Butimar’ı okuduktan sonra mutlaka yazarın başka bir eserini daha okumalıyım, dedim. Ve ikinci kitabım ‘Sular Üstünde Gökler Altında’ oldu.

Yolumuz 15. yüzyılda İstanbul’dan İspanya’ya, oradan Güney Amerika’ya çıkar. Kahramanımız, denizleri görmüş İsa Efendi’nin oğlu Yunus Kalender. Aşkına ulaşamayan bu müslüman kâşifin yolu ise hepimizin tanıdığı Kristof Kolomb’a çıkar. Aslında hikaye tanıdıktır. Kolomb yapmak istediği keşifleri devrin liderlerine anlatır. Ancak, Osmanlı hükümdarları dahil hiçbir yöneticiyi hayalleriyle etkileyemez. Ta ki Katolik hükümdarları Kastilyalı İsabella ve Aragonlu Ferdinand’ı üç gemi vermeye ikna edinceye kadar. Aldığı gemilerle Hindistan’a ulaşmanın hayalini kuran Kolomb, 12 Ekim 1492’de Amerika’yı keşfeder ve kızılca kıyamet kopar.

Derine inecek olursak yazar, 15. yüzyılın atmosferini verebilmek için gemi tayfasını ve korsanları özenle işlemiş. Gemicilik, haritacılık anlatılıp devrin önemli isimleri eserleri ile birlikte verilmiştir. Şehirlere, sokaklara, şarkılara ve şiirlere de yer ayırmayı unutmamış.

Kitabı bitirdikten sonra Kristof Kolomb’u biraz daha araştırdım. Tarihe baktığımda yazarın, her bölüm başında belirttiği tarihler gerçekte de Kolomb’un hayatındaki önemli tarihlerdir. Yazarın, kitapta kullandığı keşif gemilerinin isimleri Pinta, Nina ve Santa Maria ise yine Kolomb’un kullandığı gemilerin isimleri olduğunu belirtelim.

Benim için en etkileyici kısım kitabın sonlarına doğru oldu. Keşfin sonuçlarının dini, siyasi ve toplumsal yönleriyle işlenmiş olduğunu görüyoruz. Ne yazık ki, en acıklı mesele sömürgecilik. Bu sebeple Kolomb’un hizmeti İspanya Krallığına mı, ilime mi yoksa Katolik âlemine miydi sorgulamadan edemiyoruz. Bakir toprakları Katolik yapmakta kararlı Kanlı Domingo’nun saçtığı dehşet ise din adamlarının faaliyetleri konusunda hepimizi düşündürecek cinstendi. Doğu batı ikilemine gelecek olursak, bu durumu İsa Efendi ve Kolomb’da analiz edebiliriz. Kalender’in Hıristiyanlar arasında zorlanması bu iki farklılıktan doğuyor.

Okuduğum kitapların bana başka kitapların kapısını aralamasını severim. Araştırma yaparken Kolomb’un notlarının ve mektuplarının yer aldığı eseri ‘Seyir Defterleri’ kitabını öğrendim. Masalların içinde kaybolmaya ihtiyacım var diyorsanız; bu iki kitap sizlere de güzel kapılar açabilir.

Herkese iyi okumalar.