Savcı Sacit Kayasu’nun iddianamesi ile ilgili gelişmeleri basından takip etmeye çalışmıştım ancak, bu konuda tüm yaşananları anlatan kitabı okumak tüm hücrelerimi derinden sarstı. Bu kitabı okuyunca bir hukuk devletinden ne kadar uzak olduğumuzu, siyasi teşkilatlardan adalet teşkilatına ve basına kadar herkesimin nasıl sıkıca darbeciler ile işbirliği içinde olduğunu belgeleri ile görmek beni çok endişelendirdi. Yargı bağımsızlığı denen konunun sadece bir fanteziden ibaret olduğunu görmek gerçekten çok acı verici. Bir savcının iddianamesini işleme koymamak için ne olmadık cambazlıklar yapıldığını ibretle izleyeceksiniz. Sayın Kayasu görevini ve bir savcı olarak doğru bildiğini yaptı ancak hem iddianamesi işleme konmadı hem de avukatlık bile yapamayacak şekilde meslekten ihraç edildi. Nedir bu hınç, bu öfke, anlamak mümkün değil.
Sayın Kayasu kitabının sonunda bir çağrı ve uyarıda bulunuyor. Yaptığı girişim ile zamanaşımının 12 Eylül 2010 yılına uzadığı, bu mücadele bayrağını yeni cesur hukukçuların alması gerektiğini belirtiyor.
Bu itabı okumadan ülkemizde olan bitenden haberimiz olduğunu söyleyemeyiz. Darbecilerden hesap sorulmadıkça yeni darbelerin önünü kesemeyiz. Darbelerle anılan bir ülke olmak az gelişmişlik, sefalet, fakirlik ve yoksulluk demektir. Çünkü darbelerin olduğu yerde demokrasi olmaz. Demokrasinin olmadığı yerde de kimse yaşamak, çalışmak, üretmek istemez. Savcı Kayasu, böyle bir ülkemiz olmasın istedi, kendinde sorumluluk hissetti ve sorumluluğunun gereğini yaptı. Başına gelenleri ise buyrun bu kitaptan okuyun.