Toplam yorum: 3.090.136
Bu ayki yorum: 734

E-Dergi

KY-138843 Tarafından Yapılan Yorumlar

03.08.2009

Uruguaylı yazar Galeano ile tanıştığım ilk eseri. Tanışmama vesile olan Sayın Kadir Bilen’e teşekkür etmekte görevim. Metis şeçkileri içinde yer alan eser Galeano’nun farklı zamanlarda kaleme aldığı 26 yazıdan oluşuyor. 1967 yılında yazılanı da var, 2006 yılında yazılanı da… Genel olarak eleştirel bir üslubu olan Galeano, hemen hiçbirimizin evine TV ekranı ile konuk olmayan! Latin Amerika ülkelerinin dramını, bu ülkelerde yaşanılan insanlık dışı gelişmeleri paylaşıyor bizlerle. “Azınlığın israfı için çoğunluğun sefaleti gerekli. Azıcık kişi daha çok tüketmeyi sürdürsün diye çoğunluğun daha az tüketmesi gerekiyor. Ve kimse çizginin dışına çıkmasın diye sistem savaş silahlarını kat kat arttırıyor” şeklindeki haklı isyanını bundan 40 yıl önce dile getirmiş olmasına rağmen bugün de değişen bir şeyin olmaması kimin suçu? Toprak alanı yani yüzölçümü daha büyük olmasına rağmen dünya haritasında bile daha küçük gösterilen ülkelerin dramına “Hayır” diyen Galeano, yazılan kitapların bile bu masum ve mazlum halktan ziyade, sistemin içinde yer alan okuyucuya ulaşmasını bile eleştiriyor. Sistemin içinden biri değilseniz ve ideolojiniz ne olursa olsun haksızlığı dile getirene hak veriyorsanız, kitabı bitirdiğinizde sizde “Hayır” diyenlerden olacaksınız.
09.06.2009

Rıza Nur’un Hayat ve Hatıratım serisini okumayı uzun zamandır düşünüyordum. Zira Türk siyasetinde önemli bir yere sahip olan ve muhalif kişiliği ile tanınan Rıza Nur’un hayli tartışılan anı ve ifadelerinden birçok eser alıntı yapmış ve tartışma yaratmıştı Türkiye’de. Özellikle İsmet İnönü ve Mustafa Kemal’e olan muhalifliği bu tartışmada sanırım en önemli etken. Resmi tarih söylemlerinden farklı bir yakın tarih okumak isteyenler için okunması gereken bir seri diyebilirim. Serinin bu birinci kitabında Rıza Nur çocukluğundan ve ailesinden başlayarak Anadolu’da oluşan Kuvayi Milliye hareketine kadar getiriyor okuyucuyu. Birinci ciltte dikkat çeken unsur Rıza Nur’un kimseye güvenmeyen ve sevmeyen bir kişilikte olması. Bunu çok açık sık sık dile getiriyor eserinde. Muhalif kişiliği, genç yaşında hemen her şeye yaptığı itiraz, gençlik yıllarında tıbbiye mektebindeki kavgaları hayli ilginç. Rıza Nur eserinde kendisine ait yanlışları da samimiyetle ifade etmiş. Çapkınlıklarını, rezilliklerini bile kaleme almış. Belki bu sebeple Rıza Nur’un eleştirdiği kişilerle ilgili kavgalarını düşüncelerini okurken bu satırlar samimiyetsiz ve yalan olarak gelmiyor okuyucuya. Bana gelmedi en azından. Özellikle İttihatçı hareket içinde yer alan Rıza Nur 2.Abdülhamit’i gayet net ve tartışmasız istibdat padişahı olarak değerlendiriyor ve bugün 2.Abdülhamit’e methiyeler düzmek için yarışan günümüz yazarlarının çoğunu köşeye sıkıştıracak anılara sahip. Tabi İttihatçı hareketten ayrıldıktan sonra ülkeyi bir uçuruma yuvarlayan ve Abdülhamit’i mumla aratacak bir istibdat yönetimi uygulayan bu harekete de en sert muhalefeti yine kendisi yapıyor görünüyor. Tıp eğitimi süreci de hayli ilginç ve zengin bir birikime sahip. Rıza Nur bu eseri kaleme aldığında 17 yıllık evliliğini sürdüren bir yazar. Bunu şunu için yazıyorum. Refikası olan hanım tam bir zır deli. Tartışmasız bir deli. Hanımının yaptıklarını okurken ben bu kadını pencereden aşağı atmak istedim açıkçası. Benim bile okurken psikolojimin bozulduğu bir evlilik sonucu Rıza Nur’un psikolojisinin bozulmamış olması sanırım mümkün değil. Belki bu cehennem azabını içeren evliliği sebebiyle geçmişe dönük anılarını değerlendirip kaleme alırken daha acımasız olmuş olabilir Rıza Nur. Ben eseri işaret yayınlarından okudum. Objektif ve yorum yapmadan hiçbir satırı da kesmeden düzenlenmiş olması çok önemli bu eser için. Resmi tarih adıyla birçok eserin yok sayıldığı Türkiye’de bu eserde zamanla içi kırpılmış ve suya sabuna dokunmayan bir hatıra defterine dönüşebilir bazı yayınevlerince. O nedenle bir an önce okuyun derim.
22.05.2009

1999 seçimleri ile iktidar ortağı olan MHP ve ülkücü hareket, 3,5 yılda, halktan aldığı yetkiyi, söylemlerine denk şekilde icraata taşıyamadı. 3 Kasım 2002 seçimlerinde barajın altında kalıp bir anlamda krize giren hareketin bir özeleştirisi bu kitap. Hareketten kopanlar, hala içinde olanlar, gönül bağı olup aktif siyaseti bırakanlar, dışarıdan bakanlar duygu ve düşüncelerini açıklamış Ruşen Çakır’a… Kitap; parti ve hareket mensuplarının “Biz nerede yanlış yaptık” sorusunu kendilerine samimiyetle sormaları bakımından oldukça değerli. Aynı zamanda 376 adet tabandan gelen mektuplarda kısaca derlenmiş. Bu anlamda oldukça objektif bir eser ortaya çıkmış ve kitabın isminin cevabını arama samimiyeti de hissedilir derecede kotarılmış. Benim için kitapta röportajı olan kişiler içinde sorunu en iyi özetleyen insan Alper Aksoy diyebilirim. Alper Aksoy temel sorunun lümpenleşme olduğunu şu ifadelerle açıklıyor ve kanımca teşhise nokta koyuyor:

“Bugünkü durum son 20 yıldaki sürecin bir sonucudur. Bu süreç 4 Kasımda da başlamadı. Ana hatlarıyla durum şudur: Son 20 yılda ‘ülkücü yetiştirme’ eylemi terk edilerek bindirme kıtaları için ‘partici tavlama’ gayretleri ön plana çıkmıştır. Ülkü ocakları mankurtlaştırılmış, doğru, yanlış demeden siyaset cambazlarının her şeyini alkışlayan silik şahsiyetli lümpen yığınlara dönüştürülmüştür. Sistemin nimetleriyle tanışanlar ülkücü tavrı terk ederek şahsi hesaplarını öne çıkarmışlardır. Vitrinin bu baş köşelerine ‘ülküsüz ülkücüler’ yerleştirilmiş. Fikirlerin yerine sloganlar, kitapların yerine kasetler, Erol Güngör’ün yerine Sefai tipi ozanlar, Dündar Taşer’in yerine Şefkat Çetinler, Yusuf İmamoğlu imajına Çatlılar, Çakıcılar bağdaş kurdular. Ülkücü hareketin en büyük sancısı işte bu lümpenleşme sürecidir…”

Türk siyasetinde önemli bir yere sahip olan bu hareketin 2009 yılına geldiğimiz şu günlerde bu kitapta yer alan özeleştirilerin gereğini hala yerine getirememesi çok acı.
22.05.2009

Yaşar Kemal’in 1960 ile 1974 yıllarında kaleme aldığı köşe yazılarının bir bölümünün derlendiği bir eser. Yaşar Kemal, hayatına 17 yaşında tanıştığı Sosyalizm düşüncesinin yön verdiğini ve sanatının, yazarlığının bu düşünce ile paralel gittiğini ifade eder. Kitap içerisinde derlenen yazıların belirli kısmında Sosyalizm fikrinin ön plana çıktığını ve bu düşüncenin iktidara gelebilmesi için halktan kopmadan neler yapılması gerektiğini anlatan bir Yaşar Kemal var. Ancak her yazıda salt Sosyalizm propagandası yer almıyor. İnsan olan herkesin Yaşar Kemal’e hak vereceği toprak reformu, Amerika eksenli yanlış politikalar, Türkiye’nin saçma sapan yasaklar dönemine ait eleştirilerinde yerden göğe kadar haklı Yaşar Kemal. Kitabın bir bölümü de bir anlamda kendisi ile aynı düşünce platformunda yer alan çeşitli yazar ve sanatçıların övüldüğü, bir anlamda vefa borcuna benzeyen yazılardan oluşuyor. Yaşar Kemal’i okumadan Yaşar Kemal’e karşı olanlar ile Yaşar Kemal’i okumadan Yaşar Kemal’e tapanlar okumalı derim. Yaşar Kemal ile siyasi görüşümüz aynı paralelde değil. Düşüncelerine katılmadığım birçok yazısı da var kitapta. Ancak yine de okumaktan büyük keyif aldım. Çünkü kitapları salt bana öğretilen fikri dünyamla değil, okudukça zenginleşeceğimin bilinci ile okudum bugüne kadar. Bugünden sonra da böyle olacak. Yaşar Kemali okuyan birçok insanın sağ görüşlü bir yazarın eserine burun kıvırdığını bilsem de ben bir kitapseverim. Bu yapıda olamam. Bu nedenle de her çiçekten bal bazen de tuz almaya bakarım…
04.05.2009

1953 yılında İsveç bandıralı Naboland adlı yük gemisi ile çarpışan Dumlupınar denizaltımızın hazin öyküsünü belgeler ve fotoğraflar eşliğinde anlatan Bülent Çaplı’ya ve çalışmada emeği geçen herkese teşekkür etmek gerek. Evet, hazin bir tarih… 81 askerimizin şehit olmasına yol açan hüzünlü bir tarih sayfası. Torpido dairesinde mahsur kalan 22 askerimizin kurtarılmaya çalışılması esnasında deniz akıntısının, teknolojik yetersizliklerin dalgıçların ölümü göze alarak giriştiği dalma mücadelesine olumsuz etkilerini okudukça, ölüme yavaş yavaş terk edilen askerlerimize bir ağıtta siz yakacaksınız. Kaza sonrası dava süreci ile sona eren kitapta bir şey dikkatinizi çekecek. Kazadan 5 yıl sonra bir tatbikat adı altında denizaltıyı çıkarmak için girişilen mücadele de işin sonuna gelinmişken “tatbikat bitti” denilerek çalışmalara son verilmesi ve aradan geçen 56 yıldır hala Dumlupınar’ın denizin derinliklerinde bulunması… Bu da ayrı bir hüzün.
Son Gezdikleriniz
Birikim Aylık Sosyalist Kültür Dergisi Sayı:349-350 Mayıs-Haziran 2018