Toplam yorum: 3.080.540
Bu ayki yorum: 218

E-Dergi

KY-138843 Tarafından Yapılan Yorumlar

21.12.2010

Küçük Şeyler programı ile hemen hepimiz TV ekranlarında babacan bir profesörün insan ilişkilerini, çocuk eğitimini, hayattaki rollerimizi kırmadan dökmeden eğlendirerek bize göstermesi ile tanıştık. Değme komedi dizilerine taş çıkartacak parodilerin yetenekli genç oyuncular ile program boyunca sahnelenmesi hafta sonu ekran başında bizlere hoş ve verimli vakit geçirmemizi sağladı. Kitap, belki görsel bir sunum yapamadığı için programda izlediklerimizle kıyasladığımızda daha sıradan kalıyor. Ancak Dökmen hoca yaşamımızda kendimize yaptığımız haksızlıklar ile başkalarına yaptığımız haksızlıkları öyle güzel ve dengeli hatırlatıyor ki ortaya okunası bir eser çıkıyor.
21.12.2010

Fransız edebiyatının usta kalemi Zola, işçi sınıfının sıkıntılarını, çaresizliğini yalın bir dille anlatır Meyhane adlı eserinde. Yazıldığı dönemde Fransa’da büyük bir tartışma yaratmasının sebebi de bu yalınlık olmalı. Dünya klasiklerinden bir eser okuyup bitirdiğimde: “Evet, işte bu da bir klasik” demişimdir çoğu kez. Meyhane’yi bitirdiğimde de aynı düşünceler geçti zihnimden. Bugün yazılan romanlar neden klasik Dünya edebiyatı tadını veremiyor bilmiyorum. Bugünde aynı işçilerin Dünya üzerinde onlarca, yüzlerce sorunu var. Ama Zola’nın evlerimize konuk ettiği; Kupo, Jervez, Lantiye, Virgini, Nana, Löriye ve diğerlerini göremiyoruz bugünün romanlarında. Ya da yazılanlar bir Jervez gibi okuyanın psikolojisini bozacak kadar iz bırakmıyor zihinlerde. Dünya klasiklerini okumak için hiçbir zaman geç kalmış sayılmazsınız. Meyhane’yi okuyun. Umutla tükenişin kol gezdiği sayfalarda Jervez ile birlikte dayak atın, caka satın, iyilik yapın, ona yapılan merhametsizliğe üzülün. Mösyö Guje’ye sığının, meyhanelerde sarhoş olun, açlıktan midenize söz geçiremeyin. Sonunda Jervez gibi ölmeyin ama acısını yüreğinizde hissedin. Eminim Emile Zola’da böyle isterdi. Son söz Emile Zola’ya: “Sevgili Zola, bugün mösyö Guje’lerin sayısı hala çok az. Ve ortalık Löriye ve Lantiye gibileri ile dolu bilesin…”
21.12.2010

Öndeyiş bölümünde İsrail ile Filistin arasındaki Oslo barışının iflası başlığını taşıyan yazısında, bir Filistinli çocuğun elindeki taşla İsrail tanklarına direnişini; “Televizyon izleyicileri nezdinde Filistinliler, mağduriyetin dili ve simgelerini ele geçirerek Yahudilere karşı kullanmayı ve bunların tüm siyasi getirilerinden faydalanmasını bilmişlerdir” yorumunu yapan bir yazarın kitabını daha ilk sayfalarda bırakabilirdim. 2004 yılında yaptığı bu akıl almaz yoruma konu alan ve sözde Filistin’in siyasi getirilerinden faydalanmaya başladığı direniş tarihi 1987. Dile kolay tam 17 yıl. İnsanın böylesine art niyetli bir saptamayı yapması için ya Yahudi lobisinin önde giden bir mensubu olması ya da Yahudi olması gerekir. Siyasi fayda sağlayan Filistin, yazarın bu yorumu yaptığı tarihe kadar geçen 17 yılda hiçbir siyasi hak kazanamaması bir yana, direnişini Gazze sokaklarında hala taş ve gözyaşı ile sürdürüyor. Yazar bu gerçeği kimse bilmiyormuş gibi İslam merkezli bir savaş temasından yola çıkarak ahkâm kesiyor. “Yeni muhafazakâr devrim” bölümünde ABD’nin Irak işgalini: “TV izleyicileri bombardıman altındaki Bağdat’tan yapılan canlı yayın sırasında ekranda gördükleri savaş muhabirlerini ve bunların arka planında Irak başkentinin cadde ve köprülerinde huzur içinde seyreden arabaları hatırlayacaktır” şeklinde yorumluyor. Bu yorumun arkasını, topluma yani sivillere zarar vermemek amacı ile kullanılan akıllı bomba ve füzeler ile bağlıyor. Tam anlamı ile bir kepazelik. Kalemi ile uşaklık etmek, sahiplerinin pisliğini örtmeye çalışmak için yazılmış bir kitap. Kitabı sonuna kadar okumayı başarırsanız daha bir yığın o dönemi takip edenleri ahmak yerine koyan satırlarla karşılaşacağınızın garantisini veriyorum. Beni sizin adınıza da okumuş sayın ve zaman kaybetmeyin. Gilles Kepel... Bu yazarı soyadının çağrıştırdığı Kepaze kelimesi ile geri dönüşmeyen çöplüğe gönderiyorum.
14.03.2010

Ağustos 2007’de piyasaya çıkan eser için o dönem burun büküldüğünü belirtiyor yazar. Kitabı bugün okuyan biri olarak bende burun büküyorum. Çünkü kitapta bahsedilenler, Ocak 2008’de operasyon başlatılarak Türkiye gündemine Ergenekon davası olarak giren iddiaları içeriyor. Burun kıvırma sebebim de tam bu noktada açığa çıkıyor. Zihni Çakır bu çok gizli bilgilere nasıl ulaşmıştır? Kitapta Ergenekon yapılanması ile ilgili bilgileri kamuoyuna sızdırabilecek kişilerin örgüt tarafından öldürüldüğünü belirten bir yazar nasıl oluyor da devlet operasyon başlatmadan kısa bir süre önce bu iddiaları korkmadan servis edebiliyor? Bunu gazetecilik cesareti olarak açıklamaya çalışırsanız yazarın bu seri dışında geçmiş yıllarda kaleme aldığı bir kitap yok! Yani neresinden bakarsanız bakın Türkiye’de Ergenekon davasından önce kamuoyunu alıştırmak için yazdırılmış bir eserden öteye gidememiş eser. Kitapta anlatılanların birçoğuna biz Susurluk kazasından beridir aşinayız. Yani eserde yazılanların doğruluk payı var. Ancak benim itirazım, birilerinin kalemşörlüğüne soyunulmuş hissinin çok ağır basması. Yazarın kendisinin bile yıllarca içinde olduğu Türkeli gazetesi ve Taner Ünal ile olan yakın ilişkileri yıllar sonra bu kitap içinde Taner Ünal’ı çok ağır dille eleştirmesi çok düşündürücü. Yıllarca beraber olup kitabında belirttiği Taner Ünal’ın kirli ilişkilerine bizzat tanıklık etmiş olan Zihni Çakır’a, “madem Taner Ünal bu kadar kötü biriydi, neden yıllarca yanında çalıştın” diye soruyorum. Neresinden bakarsanız bakın konu olarak doğru bilgiler içerse de aşırı derecede hükümet (AKP) yanlısı bir kitap okudum. İkincisini de okuyacağım ama genel fikrimin değişeceğini sanmıyorum.
05.03.2010

Okuduğum her Mehmet Altan kitabından sonra aynı şeyleri düşünmekten sıkıldım. 20 yıldır 1.Cumhuriyet olarak nitelediği ve artık 1923 yılında asker vesayeti ile kurulan geleneğin, yerini yeni bir 2.Cumhuriyet anlayışına bırakması gerektiğinin altını çizen Altan, liberal bir ekonomi anlayışına sahip olunması gerektiğini de işler yazılarında. Haksız da sayılmaz. 1991 yılında eleştirdiği birçok konu ve benzerleri bugün 20 yıl sonra Türkiye’de hala başrolde. Bu ülkede hiçbir şey değişmiyor. Hiçbir şey değişmiyorsa biri bize yol göstersin. Okurken o dönemin siyasetçilerinin isimlerinin yerine bugünkü siyasetçilerimizin uygun olanlarını koyun, alın size 1991 değil 2010 yazıları…