Toplam yorum: 3.080.622
Bu ayki yorum: 300

E-Dergi

KY-138843 Tarafından Yapılan Yorumlar

12.08.2011

Türkiye’de çok tartışılmasına rağmen vicdanları rahatlatacak bir çözüme kavuşmamış sorunun adıdır Türban. Hoş, türbanı Müslüman bir ülkede sorun olarak nitelemek bile bana göre başlı başına büyük bir sorun ve sorumsuzluktur. Taha Akyol muhafazakâr kimliği ile tanıdığımız bir gazeteci yazarımız. İlk bölümü röportaj ile başlayan eserin devamında konu ile ilgili 2002–2006 yılları arasında köşesinde kaleme aldığı yazılarının bir derlemesini buluyorsunuz. Taha Akyol özetle türbanı, siyasi bir kimlik değil, köyünden evinden çıkmayan analarımızın ninelerimizin; okuyan, sosyal hayata katılan kızlarının modernleşme sürecinde şekil değiştiren bir baş bağlama şekli olarak görüyor ve savunuyor. Kendisine sonuna kadar katılıyorum. Türkiye’de sosyal hayatta yeri olmayan, ev hayatındaki görevlerinin dışında bir rol üstlenmemiş hanımlarımızın başını örtmesini sakınca olarak görmeyenler, aynı hanımlarımızın iş sosyal hayata katılma, demokratik haklardan daha fazla yararlanma talebine gelince birden bire rejim düşmanı oluveriyor. Bu samimiyetsizlik yıllardan beri benim midemi bulandırmıştır. Çocuğunun diploma törenine başı örtülü diye alınmayan anneler, resmi törenlerde şeref tribününde başı örtülü bayan görüp töreni terk eden generallerin olması bu ülkenin ayıbıdır. Eğer Türkiye laik ise misyoner okullara gösterdiği toleransı kendi vatandaşlarının okuma özgürlüğündeki kılık kıyafet tercihine de göstermek zorundadır. Taha Akyol kitabında tamda bunun üzerinde duruyor. Demokrasi ve insan haklarını içine sindirebilmiş kişilerin okuması yararlı, bu konuya korku penceresinden bakanların okuduklarında tatmin olmayacakları bir eser diyebilirim.
12.08.2011

Hüzünlü türkülerimize konu olmuş yitirilmiş diyardır Yemen. Eseri satın alırken tamda bu hüznü hissederek elime almıştım kitabı. Okurken türkülerimizde olduğu gibi yine hüzünlenecek, geçmişe bir selam gönderecektim. Ama olmadı. Olmadı, çünkü Yemen’i nasıl kaybettiğimizi belgelerle anlatma iddiasındaki kitap sadece akademisyenlerin, eski Türkçe ile haşır neşir olanların anlayacağı bir dille kaleme alınmış. Hayatım boyunca ender olarak okuduğum kitabı bırakma hissi uyanmıştır bende. İşte bu hissi duyduğum ender kitaplardan biridir bu eser. Kitabın oluşması için arşivleri didik didik eden yazarlarının emeğine saygım var. Ancak önsözde Yemen’in Cumhuriyetin kurulma aşamasında nasıl görmezden gelinerek yalnız bırakıldığı iddiasını günümüz diline çevirerek okuyucuya aktarıyoruz diyen yazarlara, satırlardaki dil günümüz Türkçesi ise bu yaşıma kadar yüzlerce kitap okumuş biri olarak ben Türkçe bilmediğim için okurken hiçbir şey anlamadım diyebilir ve özür dilerim. Eline bir lügat alıp cümleleri oluşturan kelimelerin % 70’inin anlamına bakarak Yemen valisinden TBMM’ye gönderilen mektupların içeriğini anlama kâbusunu yaşamak isteyenlere “Buyurun benim kâbusum bitti size kolay gelsin” diyebilirim…
27.06.2011

Başarılı bir milli mücadele eseri diyebilirim. Ancak 666 sayfalık eserde Topal Osman ağanın öldürülerek meclis önünde başı kesilmiş cesedinin asılarak teşhir edilecek kadar Atatürk ile arasının açılması konusu çok yüzeysel anlatılmış. Hâlbuki eseri Giresun’da satın aldığımda bu sorulara cevabı kitapta bulacağımı düşünmüştüm. Kitabın kalınlığı da beni hayli heyecanlandırmıştı. Eser daha çok milli mücadele dönemini anlatarak ön plana çıkıyor. Bu mücadele içinde Topal Osman ağa yeri geldiğinde satırlara işlenmiş. Milli mücadele döneminde özellikle Ermeni ve Pontus Rumlarına karşı devletin olmadığı bir ortamda çetesi ile karşı durmuş Topal Osman ağanın anlaşılması için daha ayrıntılı eserlere ihtiyaç var. Eser kötü demiyorum. Bir kere işlediği konu açısından önemli bir emek verilmiş. Ancak yazar Teoman Aslan’ın eserinde dedesinin de Topal Osman ağanın çetesine mensup olmasından yola çıkarak ifadeler üzerinden duyguları ile hüküm vermeye çalışması hayal kırıklığına uğramama sebep oldu. Cumhuriyet ilan edilmeden önce meclisteki en sert muhalefeti yapan Ali Şükrü Beyin öldürülmesi ve bu cinayetten Topal Osman ağanın sorumlu tutularak bertaraf edilmesi başlı başına incelenmesi gereken bir konudur. Bu eser bunu hakkıyla yapamamış. Yani bu cinayetin amacı; Atatürk’ün Ali Şükrü beyi bertaraf ettirerek muhaliflerin önünü kesip Cumhuriyeti ilan etmesi midir? Yoksa adice işlenmiş bir cinayet midir? Buna cevap bulmuş değilim. Atatürk’e kayıtsız şartsız bağlı olan Topal Osman ağa böyle bir emir alıp sonrada konuşmayarak kendini feda mı etmiştir? Yoksa ona kurulan bir komplo mudur? Buna da cevap bulmuş değilim. Hükümet kararı ile meclis önünde ölüsü teşhir edilen Osman ağa için daha sonra Giresun’un en yüksek tepesinde bir anıt mezar yapılması talimatı neyin nesidir? Bunu da anlamış değilim. Yani klasik, Cumhuriyet döneminin bazı olaylarına üstü örtülü bakan ve okuyucuya aktarılan eserlerden alıntılanarak oluşturulmuş kitapta fazla tatmin olmadım. Ayrıca bir Trabzonlu olarak, yorumum belki duygusallık içeriyor olabilir ama yazarın Türk milliyetçiliğinden ziyade salt Giresun milliyetçiliği yapması da hoşuma gitmeyen diğer bir noktadır. Karadeniz’deki milli mücadeleyi yalnızca Giresun uşakları üzerinden ele alması, hatta Trabzon şehrini bu mücadelede hiç katkısı yokmuş gibi satır aralarında bu şehirdeki muhalif vali ve yöneticiler üzerinden çaktırmadan eleştirmesini de doğru bulmuyorum. “Yahu konu zaten Giresunlu Topal Osman ağa… Tabi Giresun üzerinden anlatacak” şeklinde bana eleştiri getireceklere de 666 sayfalık eseri alıp okumalarını, bu 666 sayfanın ne kadarında Osman ağanın anlatıldığını tespite davet ediyorum.
27.06.2011

Türkiye’de tarih konusunda son yıllarda ön plana çıkan Profesör İlber Ortaylı’nın çeşitli dergilerde çıkan makaleleri ile seminerlerdeki konuşmalarını derleyerek kitaplaştırma yarışında en önde giden yayınevi şüphesiz timaş yayınları olmuştur. Şimdi yine timaş yayınlarının İlber Ortaylı’nın derlenecek kıyıda köşede kalmış makalesi kalmadığından olacak ki, sıraya yaşayan hocaların hocası Profesör Halil İnalcık’ın kıyıda köşede kalmış makalelerini, konuşmalarını derlediğini görüyoruz. Bu yöntemin suistimal edildiğine inanıp kızıyorum. Ama sonra dayanamayıp okuyorum. Okuduktan sonra da pişman oluyorum. Burada bir okuyucu olarak pişmanlığım eser ile ilgili değil. Halil İnalcık gibi birinin söyledikleri, not ettikleri şüphesiz çok önemli... Pişmanlığım yayınevlerinin ticaret dışında bir şey düşünmediklerine olan inancım nedeniyledir. Kitabın isimi “Osmanlılar” Yani vurucu bir ismi var. Ama kitapta yer alan makaleler birbirinden o kadar bağımsız ve alakasız ki okuduktan sonra kitabın Osmanlılar hakkında neyi işlediğini anlayamıyorsunuz. Bir kere bu makaleler kesinlikle ve kesinlikle tarih ile akademik olarak ilgilenen tarihçiler için kaleme alınmış ya da bir seminerde yayınlanmış satırlar. Halil İnalcık’ın makalelerini anlayabilmek için bizim gibi okuyucuların önce ciltler dolusu tarih kitabını sindirmemiz gerek. Timaş yayınevinin popüler olan tarihçilerin isimleri üzerinden ticari rant sağlamasına katkı sağladığım için üzgünüm. Halil İnalcık’a olan sevgim ve saygım sonsuz. Ancak bu eseri okumaya aday okuyucular kitabı bitirdiklerinde ne anladıklarına dair bir boşluk hissederlerse bunu kendi tarih bilgilerinin ne kadar zayıf olduğuna bağlasın. Ben böyle yaptım. Böyle yaptığınızda yukarıda getirdiğim eleştiriler için de bana hak vereceksiniz.
01.03.2011

Türkiye’de bu tarz konuları ele alıp da gündeme oturmamak bu ülkenin genlerine işlemiş vurdumduymazlığın daniskasıdır bana göre. Bugün Türkiye’nin en büyük problemi olan PKK terörünün sözde Kürt haklarını savunmak adına ülkeyi bölmeye yönelik faaliyetlerine siyasi bir misyon yüklemeye çalışmak, bunu yaparken sinsice ve yıllara yayılmış bir yol haritasının takip ediliyor olmasını görmemek için hiçbir geçerli mazeretimiz olamaz. Ama yaşadığımız ülkede terör örgütü denilince yalnızca asker şehit eden PKK terörünü gözümüze sokup arka planda vatanseverlik adına PKK ile işbirliğine bile girmekten çekinmeyen derin devlet terörünü görmemek bu toplumun ayıbıdır. Bugün Ergenekon davasından yargılananların arkasından mağdur edebiyatı yapan kesimlerin, her ölüm yıldönümünde katilinin bulunamamasından şikâyet edip ah çektikleri Uğur Mumcu’nun katillerinin kimler olduğunu bilmezlikten gelmesi, Uğur Mumcu üzerinden ne öyle ne böyle siyaseti gütmesi çok gülünç ve gülünç olduğu kadar da düşündürücü geliyor bana. PKK terörünün devlet ilişkilerini kurcalayan ve sonuca ulaşmasına ramak kala öldürülen Uğur Mumcu bugün yaşasaydı bu aymazlığa ne derdi bilemiyorum. Bülent Orakoğlu tamda bunu anlatıyor kitabında… Çekiç güce karşı olan Eşref Bitlis paşanın öldürülmesi, hükümetlerin sorgusuz sualsiz ilgili gücün süresini birilerinden aldıkları icazetlerle onaylayıp sınırlarımızda bir Kürt devletinin kurulması çalışmalarına devlet eliyle verdikleri destekler… Refah-Yol hükümeti döneminde süre uzatımında ortaya konan gerçekler ve karşı istekler. Neticesinde gelişen, arkası sarık ve cübbe ile süslenen 28 Şubat süreci… Bu ülke maalesef PKK’nın sözde liderinin Kenya’da Türkiye’ye şart koşularak paketlenmesini bile yeterince tartışmaya açmamış bir ülke. Yakalanması sonrası “Operasyonun ayrıntılarını kurcalamayın” şeklinde açıklama yapan bir siyasi parti liderini ilk seçimde birinci parti yapmış bir ülke. En azından geçmişte neleri yanlış yaptık nelere kandık sorularının samimi cevaplarını almak için okumalısınız.