Toplam yorum: 3.080.622
Bu ayki yorum: 300

E-Dergi

KY-138843 Tarafından Yapılan Yorumlar

08.04.2013

Zülfü Livaneli denince zihnimde oluşan görüntü hep sadelik oldu. Ne gazetede yazdığı köşe yazılarının sıkı takipçisi oldum, ne yönetmenliğini üstlendiği filmleri izledim ne de albümlerini çok sevdiğim Türk Halk Müziği arşivime katıp dinledim. Hiçbirini yapmadım. Hatta söylediği ve bugün milyonlarca insana ulaşmış bir anlamda anonimleşmiş eserlerini seslendirirken ki ses tonunu kulağımla bugün bile barıştıramadım. Bunların hepsine insanoğlunun zevklerinin değişkenliği deyip geçebiliriz. Ama anılarını yazıya dökmüş ve bunu yaparken anıların içine sizi buyur eden, bunu yaparken sözcükleri size hiç vurmadan size saygı duyan tarafından seçen insana saygı duymalısınız. İşte bende Sevdalım Hayat eserini daha ilk satırda önümü ilikleme ihtiyacı hissederek okuyup bitirdim. Aslında belki bugün birçoğumuzun müzik sanatçısı olarak tanıdığımız Livaneli’nin yazma sanatının başarısının nereden geldiğini anıları okuduğumda öğrendim. Eserdeki anılardan alıntılar yaparak kitap hakkında yorum yapmak doğru değil. Hangi siyasi görüşe sahip olursanız olun. Ama samimice yazılmış, içinde acılar, dostluklar, ilticalar, mutluluklar ve hainlikler olan anıları bir film şeridi gibi hem okuyun hem de seyredin.
18.03.2013

Bir Trabzon’lu olarak ülkede Karadeniz yöresi denilince akla gelen, daha doğrusu görsel medyada özellikle dizi ve sinemalarda Karadeniz insanına biçilen aptal rollerle getirilmeye çalışılan görüntüden nefret ediyorum. Aynı nefreti Doğu Anadolu insanına yine dizi ve sinemalarla biçilen kaba, dünyadan bir haber tiplemesi içinde hissediyorum. Karadenizliler kendileri ile oldukça barışık, espri kabiliyeti yüksek, çabuk parlayan, çabuk yatışan her ortamda gülecek detayı bulup çıkaran insanlardır. Harun Çelik’in “Aslı Gibidir” eseri birçok kişinin başından geçen olayları, olay örgüsü içindeki diyalogları ülkenin renkli yelpazesine katkıda bulunmak adına paylaşması ile ortaya çıkan bir eser. Açıkçası bir Karadenizli olarak gülme konusunda çok seçici biri olduğumdan kitabı okurken kahkaha atmadım, gözlerim gülmekten yaşarmadı. Genel itibari ile ufak tebessümler ile bitirdim kitabı. Bunda en büyük etken, eserde anlatılan olayların birçoğunun hatta daha komiklerinin kendi hayatımda, akraba çevremde yaşayıp defalarca anlatarak gülme krizlerine girdiğimizin çokça olmasıdır. Bu nedenle ister istemez fıkra tadındaki paylaşımlarda seçici oldum. Ben kitabı size, güldürme amacından çok Karadeniz insanının doğallığını keşfetmeniz açısından sayfalarını açmanızı tavsiye ediyorum. Zira eser bu yöndeki amacına ulaşıyor kanımca. Ayrıca eserde hiçbir paylaşıma tebessüm etmeseydim bile eser Erkan Çoruhlu ismindeki bir paylaşımcının “Başumuza Gelenler” başlıklı yazısı ve sonrasında abisi Ergun Çoruhlu’nun bu başa gelen macerayı şiir ile aktardığı dizeler için bile alınıp okunmalıdır. Eser içinde; Volkan Konak imzalı “Güneş Ne Taraftan Doğuyor” Serdal Şahin imzalı “Sen Bağa Has Ettin” ve Ayhan Demir imzalı “Dert Ettukleri Şeye Bak” başlıklı yazıların altını ayrıca çiziyorum.
06.03.2013

Filistin’in haklı davasına Müslüman olan bir ülkede eli kalem tutanların sahip çıkmaması insanın kanını donduran bir aymazlık. Bu dava, Türkiye’nin yazılı ve görsel medyasında, işgal edilen topraklarda katledilen çocukların cesetlerindeki ürpertici haber değerinin ötesinde bir şey ifade etmedi. Etmiyor… Bu dava için sesini yüksek perdeden çıkaran insanlar yok değil. Ama genel tablo benim düşüncemi değiştirmeye yetmiyor. Bizler çok kez Hitler’in Yahudi soykırımına ait belgeselleri evlerimize konuk ederken, İsrail’in Kudüs’te, Gazze’de, Beytüllahim’de, Şeria’da Hitler’i aratmayacak soykırımını, Cuma namazlarında ya da Kandil gecelerinde imamın unutmayıp eklediği duasında yarı uyuklar vaziyette, aklımız başka yerde, ellerimizin halsiz duruşu ile gönlümüze konuk ettik. Bu gecekondu hissiyatı güçlendirmek için kollarını sıvayan biri olarak “İşgalci” ile karşımıza Harun Çelik çıkıyor. Kudüs’te bir namaz kılma sevdası ile düştüğü çileli yolda, okurken kendisine yol arkadaşlığı yapmak isteyenlere tavsiyemdir bu eser. Ben okurken; üzerime doğrultulmuş bir Dürzî Kalaşnikofunu, siyah gözlükleri ile MP5 tutan işgalci İsrail askerlerini, El Fetih yanlıları ile sohbet ederken tartışmayı, her şeye rağmen bir Filistin evinde taze bir kuzu keserek hazırlanan bir Maklubeden tatmayı başardım. Harun Çelik eserinde bunları hissettirmeyi başarıyor. Ama aslında en fazla başardığı şey, bizim kardeşlerimizin toprağında yapılan zulme ne kadar uzak ne kadar kayıtsız kaldığımız ayıbı ile yüzleştiriyor bizleri yada beni. Yüzleşmeyi isteyenlere selam olsun.
25.02.2013

Birinci cildini beğenerek okuduğum eserin 1924–1999 dönemine ilişkin ikinci cildini açıkçası hiç doyurucu bulmadım. Sayın Şimşir, Cumhuriyet tarihinde Doğu vilayetlerimizde Devlet eliyle yapılan yanlışları o bilindik resmi tarih söylemleri ile geçiştirmiş. Bir kere kendisi kitabın bu cildindeki ön sözünde Türk diline biçtiği rol üzerinden diğer dillere yaşama hakkı tanımamış. Klasik resmi tarih ideolojisi ile hazırlanmış bir cilt olduğu ipucunu okuyucuya vermiş. DP iktidarı döneminde ezanın tekrar Arapça aslından okunmasını eleştirirken, ezanın Türkçe okunduğu dönemde halkın büyük kesimi tarafından sevildiğini bile söyleyebilmiş. Türkçe Ezan konusu, sadece bir iki minarede zorlama ile okutulabilen bir gerçek iken “sevildi” ifadesini kullanabilmek çok garip. Yine Arapça okunan ezan nedeniyle Suriye’nin Hatay ilini kendi vilayeti olarak göreceğini hatta gördüğünü iddia edebilecek kadar ön yargılı yaklaşan Şimşir’e sormak gerek: Ezan Endonezya’da da ve birçok dünya ülkesinde de Arapça aslından okunuyor. Bu durumda Endonezya hangi Arap ülkesinin toprağı acaba? Oldum olası ideolojik tarih yorumlarından nefret etmişimdir. Bu tip insanı hayrette bırakacak yorumları önsözde okuyunca kitabı okumaktan vazgeçebilirdim. Ama âdetim olmadığı için 692 sayfalık eseri yine de okuyup bitirdim. Okudukça fikrim değişebilirdi. Ama değişmedi. Zira Cumhuriyet tarihinin en büyük Kürt isyanını bile yine o bilindik resmi söylem ile “şeriat ve irtica” isyanı olarak okuyucuya aktaran Şimşir, bu isyana ait gelişmeleri yalnızca İsmet İnönü ve Atatürk’ün meclis konuşmaları ve hatıralarından alıntılarla anlatmış. Şeyh Sait’in asılması ve bu süreçteki savunma metinleri eserde yer almıyor. İstiklal mahkemelerine, Takriri Sükûn kanununa karşı olan mebusların neden muhalefet ettiği birkaç satırlık “dostlar objektiflikte görsün” misali meclis konuşmaları ile güya açıklanmış. Atatürk’ün isyandan sonra vilayet ve ilçelere, kişi ve kurumlara gönderdiği teşekkür ve tebrik telgraflarını sayfalarca okuyucuya aktarıp, bu isyanın arka yüzündeki resmi tarih sır perdelerini kapatmaya çalışmak, dile getirmemek, görmezden gelmek eserin anlatmaya çalıştığı şeyin ruhuna ters bana göre. Eseri okudukça Kürt sorunundan ziyade DP muhalefetine soyunduğu izlenimine kapıldığımı da söylemeliyim. 1950 yılına kadar sürekli dış güçlerin başrolü üstlendiği Kürtçülük 1950 yılında DP iktidara gelince birden bire buhar olup yok oluyor Şimşir’in satırlarında. 27 Mayıs darbesine kadar Kürtçülük akımlarının en büyük destekçisi DP olarak gösterilip dış güçler birden yok oluyor! Bu hali ile okuyucuyu belli bir görüşün ekseninde yönlendirmeye çalışan yazarın eserinin bu ikinci cildini çok yanlı, mesnetsiz ve ideolojik bulduğumu, okurken geçen zamanımın yalnızca bir kayıp olduğunu not düşüyorum.
25.02.2013

İskender Pala’dan içinde yine aşkı tüm benliğinizle size hissettirecek bir roman. Bu kez Taçlı’nın siluetinde Şah İsmail ile Yavuz Sultan Selim mücadelesinde, Çaldıran’da, Tebriz’de, Edirne’de… Öncelikle bir şeyin altını çizmek gerek. Sayın Pala romanını yazarken konunun geçtiği dönem ve karakterleri çok doğru aktarmış okuyucuya… Yani ne Selim’in karakterinde Safevi devleti ve Kızılbaşlığı ne de Şah’ın karakterinde Osmanlı’yı salt övme veya salt yerme kriterine başvurmamış. Yani romanda taraf olmamayı ilke edinmiş. Romanı okurken Türk tarihinin en önemli dönemlerinden biri olan Çaldıran savaşı öncesini okuyucuya taraf tutmadan aktarmış. Bu da kitabı daha değerli kıldı benim gözümde. Okurken çok keyif aldım. Pala ile tanışanlar zaten okuyacaktır. Tanışmayanlara da tavsiye edilir. İskender Pala’’nın Dünya tarihinin yetiştirdiği en önemli 2 Türk hükümdarının mücadelesinin arasına aşkı nasıl serpiştirip okuyucuya aktardığını hissetmelisiniz.