Ezanın Türkçe olarak okunması meselesi beni her zaman çok ilgilendirmiştir.Gayr-i İhtiyari bu konu dikkatimi daima celbetmiştir.Bilindiği gibi bu Türkçe ezan;1932 yılından 1950 yılına kadar bu şekilde okunmuştur.”Tanrı uludur,tanrı uludur” diye başlamaktadır.
İnkılapçılık hastalığına tutulmuş ve her şeyde inkılap yapmayı marifet zanneden bir zihniyetin eseri idi bu durum.Dinde bile inkılap ! bir düşünsenize.Bu inkılap hastalığı o kadar olmuştu ki;bugün CHP’nin altı okunu oluşturan oklardan da bir tanesini temsil ediyordu.İnkılap deyince nedense aklıma hep şu anekdot gelir.Milliyet gazetesi eski baş yazarlarından olan Abdi İpekçi ile İsmet İnönü’nün bir röportajı vardır.Bu röportaj Milliyet gazetesin de yayınlanmıştır.Burada İsmet paşa mealen şöyle söylüyordu “Biz Mustafa kemal paşa ile geç saatlere kadar içerdik ve sarhoş olur ortaya acayip fikirler atardık.Sonra öbür gün bütün bu fikirleri unutur,aynı şekilde uçuk fikirler üretir ve tekrar unuturduk.Fakat öyle bir zaman geldi ki;artık bu uçuk fikirleri uygulamaya başlamıştık” İşte görüldüğü gibi o uçuk fikirler konjüktüre uygun olmadığı için unutulur-yani uygulama alanı olmadığı için-bu fikirler hep rakı sofralarında kalırdı.Bu gibi örnekler pek çoktur ve Cumhuriyet döneminde nasıl rakı masalarında bu milletin kaderine tahakküm edildiği de ortaya çıkmaktadır.Öyle zannediyorum ki;bu Türkçe ezan meselesi de bir rakı masasında alınmış bir karardır ve tek kişinin kararıdır.
İşte Sultanahmet kitap fuarında-şimdi Beyazıt-dolaşırken Timaş yayınevinin standına göz gezdiriyordum ki;bu kitap derhal dikkatimi celbetti vallahi heyecanlanmadım desem yalan olur.Çünkü ne zamandır böyle bir monografi bulup okumak istiyordum.Derhal kitabı alıp eve geldim ve okumaya başladım.Doğrusunu söylemek gerekirse ilk başta umduğumu bulamadım.Ben kitabın tamamen bu konuya hasredilmiş ve arşiv kaynakları ile çalışılmış olduğunu hayal etmiştim.Fakat gördüm ki;kitap kısa bir girizgahtan sonra sözlü tarih tarafına geçiyor.Bunu ilk başta pek hoş karşılamadım ama sonra okudukça gayet beğendiğimi söylemeliyim.
Mustafa Armağan konu ile ilgili olarak kısa bir giriş yapmış elli sayfa kadar.Fakat ben bunu yeterli görmüyorum.Mademki kalemi eline aldın daha kapsamlı bir çalışma yapsaydın diyorum.Kitabın ikinci bölümü ise sözlü tarihten oluşuyor.Buda Mustafa Armağan’a gönderilen yazıların bir bileşimi.Üçüncü bölüme ise merhum Mehmet Akif üstadımızın yakın arkadaşlarından Eşref Edip beyin yazısı ile son buluyor.
Bu kitabı okurken kah hayıflanıyorsunuz kah birilerine diş biliyorsunuz.Gönderilen sözlü tarih yazıları ise insanı bazen acı acı güldürüyor desem herhalde mübalağa etmiş olmam.Bu ezan meselesi gerçekten milletin kalbine saplanmış bir hançer gibi.Yasak kalktıktan sonra memleketin her yerinde bir bayram var-bayram havası değil resmen bayram-18 sene boyunca bu millete bu zulmü reva görenlerin acaba niyeti ne idi bunu da iyice düşünüp ortaya koymalı.Sözlü tarih bölümünde öyle diyaloglar anlatılıyor ki bunun tarifi mümkün değil.O yüzden bu kitabın ivedilikle alınıp okunmasını şiddetle tavsiye ediyorum.Bu kitapta beni çok etkileyen bir yazı var ki onu buraya almadan edemeyeceğim.Yazı aşağıdadır.
“Siirt ili Eruh ilçesi bağköze köyündeniz(Kürtçe adı Ayne)köyümüz Türkçe ezanın okunduğu köylerdendir.
Babaannem Ayşi Batur yaklaşık 90 yaşında ve Türkçe bilmiyor.Şu an Van merkezde küçük amcam ile birlikte yaşıyor.Türkçe olarak bildiği tek söz,”tanrı uludur”kendi şivesi ile “tanri ulidir” den ibarettir.
Anlayacağınız,köyümüze devlet,hizmet oarak bu şekilde,yani Türkçe ezanla gelmiş! Devlet,resmi/ideolojik devlet anlamında,sağlıkocağı olamayan,böylelikle doktoru,hemşiresi,okulu,öğretmeni,çeşmesi dahi bulunmayan bir köye Türkçe ezan yolu ile güne 5 kez uğruyormuş!” Dikkat ediniz bu köyde Türkçe bilenlerin sayısı,bugün Türkiye de İngilizce bilenlerin sayısına orantılıdır.