Geçip giden, yitirilmiş bir hayat... Her iki romanda da bu buruk tadı hissediyoruz. Sanki zamanında atılmamış bir adım, söylenmemiş bir söz ya da göze alınamamış ufak tefek bir risk nedeniyle elden kaçıvermiştir mutluluk. Gerçek hayatta baş edemediğimiz bir olgu; roman kahramanları gibi kendi hayatımızın da geçip gittiğini hatırlatacak biçimde, derinden derine kendisini sezdiren bir ölüm olgusu da hiç eksik olmaz. “Git Kendini Çok Sevdirmeden”de yitirdiği çocuğunun yasını tutan bir annenin dramı vardı. “Bu İşte Bir Yalnızlık Var”da ise Mehmet, hem artık yüzünü bile hayal etmekte zorlandığı annesini hatırlıyor, hem de hikaye boyunca Nihat abisinin yakınlaşan ölümüyle yüzleşiyor. Yalnızlık, nihilistçe duygular yeşertiyor kahramanların zihinlerinde. İnsani ilişki eksikliğinin travmalarını, aşkların sınırlarını, kaçınılmaz sonları dile getirmekte de çok başarılı Kiremitçi. Herkesin paylaşabileceği bir ruh durumunu basit cümlelerle can alıcı ayrıntılarda yakalayıveriyor.