Edebiyatımıza Tanzimat’tan sonra Avrupa’nın etkisiyle girmiş olan edebî bir tür olan roman esas itibariyle kurguya dayanır. Yazar, hayal gücüne dayanarak kafasında bir takım olaylar kurgular ve anlatmak istediği temaları birbirini takip eden olaylar zinciri içinde anlatır. (s.5) Romanlar içerinde biyografik olanlar dikkat çeker. Genel olarak bu tür romanlar, esas itibariyle tarihî bilgilere dayanmakla beraber, kuru tarihî ve kronolojik bilgiyi sıralamak yerine, o kişiyi roman üslubuyla, olayların akışı içerisinde bir kahraman olarak ele almakta ve onu gözümüzün önünde yaşayan bir kişi olarak sunmaktadır. (s.6) Elinizdeki bu romanın amacı Hacı Bektaş-ı Veli’nin şahsiyetini ve misyonunu, roman üslubuyla daha iyi bir şekilde yansıtmaktır. Eser de zaman zaman tarihî kronolojiye uymayan hususlar görülebilmektedir. (s.7)
Romanda ağırlıklı olarak işlenen ve sıkça tekrarlanan konuların başında kendisine sorulan sorulara cevap ve sohbetlerinden alıntılar dikkati çekiyor. Gönül nedir, iman nedir, kibir için ne söylersiniz? gibi sorularla okuyucuya birçok bilgi aktarılması yönüyle başarılı bir çalışma olarak gördüm. Ancak; Hacı Bektaş-ı Veli’nin müridleriyle satranç oynaması ve onlara öğretmesi de bugünün tarikat anlayışı içerisinde görülmesi oldukça zor bir örnek. Ayrıca Hacı Bektaş-ı Veli’nin yabancı kadınlarla olan daha rahat ve daha serbest davranışının da dikkate değer bir konu olduğunu görüyoruz. Kitabıyla bizleri Hacı Bektaş-ı Veli ile buluşturan Kıymetli Emine Işınsu Hanımefendiye teşekkür eder, hayırlı çalışmalar dilerim. Kitabı yeni bir baskı ile bize kazandıranTürkiye Diyanet Vakfına da ayrıca şükranlarımı sunuyorum.
Kitaptan alıntılar şöyle:
Bil ki, kötü söylemek kötüyü, iyi söylemek iyiyi çağırır. (s.24)
Bir kişinin senden sakladığını sormak, o konuda ısrar etmek, ne bize, ne de herhangi bir insana yakışır. (s.42)
Hazret-i insan olabilmek!
Sevmeyi bilmek, sevebilmek Yüce Allah’ın kullarına bir armağanıdır, bu armağanın kıymetini bilmek gerek. (s.57)
Topraktan yaratıldık, o halde topraktan gelmenin sorumluluğunu da üzerimize almalıyız. Neden? Çünkü toprak; teslimiyet, rıza ve tevazuu, alçak gönüllülüğü temsil eder. Toprak daimî vericidir, lakin bizim de onun ihtiyaçlarını karşılamamız, ona tıpkı bir canlıya yardım eder gibi yardım etmemiz gerekir, çünkü o canlıdır; ilkbaharda doğar, yazları verir ve kışın ölür! O halde gerektiğinde sulamak, gerektiğinde gübrelemek, gerektiğinde nadasa bırakmak lazımdır. (s.109)
Güzellik detaylarda gizlidir. (s.147)
Gönüllerinizde insanlara karşı asla yargılama ve suçlama olmayacak. Karşınızdakileri anlamaya çalışın, siz, siz olmaktan çıkın; ‘o’, ‘şu’, ‘bu’ olun. Her şeyi onun, bunun, şunun gözleri ve gönülleriyle görün, anlayın. İşte o zaman yargılamanın, suçlamanın ne kadar anlamsız, gönlünüze nasıl bir yük olduğunu fark edeceksiniz. Sizlerden beklediğimiz hafif, ak-pak gönüllerdir. Yüklerin altında iki büklüm olmuşi kararmış gönüller değil! (s.154)
Aşk dedikleri, Allah Teala’nın Kendi ateşidir ki, bütün alemi tutup durur. O ateşin ocağı da erenlerin gönlüdür. Aşk gönle hareket getirir, yakar da yakar. Buna muhabbet ateşi denir. (s.165)
İnsanları hemen sevemeseniz bile onlara karşı hoşgörülü olun; bir arif kişi şöyle der: ‘Eğer Yüce Yaratan insana, özgürlük içinde hata yapa yapa, öğrenerek tekamül etme hakkını tanımışsa, bize ne oluyor da çevremize bu hakkı çok görüyoruz?’ (s.172)
Hacı Bektaş-ı Veli ile ilgili şu bilgiyi de aktarmak isterim:
Hacı Bektâş-ı Velî'nin nasıl bir sûfî kimliği temsil ettiği, hangi tarikat çevresine dahil olduğu, kendi adını verdiği yeni bir tarikat kurup kurmadığı, Bektaşîliğin onunla ilgisi gibi sorulara gelince, önce eş-Şekâ'iku'n-nu’mâniyye hariç yukarıda sayılan kaynakların hiçbirinin onu klasik anlamda Sünnî bir sûfî olarak görmediği özellikle vurgulanmalıdır. Kendini Hacı Bektâş-ı Velî'ye bağlayan Bektaşîliğin ve Alevîliğin gayri Sünnî yapısı da bunun en kuvvetli delilidir. Bektaşîliğin önceleri Sünnî bir tarikat olduğunu, fakat Balım Sultan tarafından bugün bilinen hüviyetine sokulduğunu ileri süren tezin ilmî ve tarihî hiçbir temeli yoktur. Hacı Bektâş-ı Velî'nin Sünnî bir mutasavvıf olduğunu ileri sürenler onun nasıl bir sosyal tabanın mensubu bulunduğunu, bu tabanın sosyokültürel ve dinî yapısının karakteristiklerini hiç hesaba katmadan genellikle ona izafe edilen Makâlât adlı esere dayanırlar. Bugüne kadar değişik araştırmacılar tarafından birkaç defa yayımlanmış olup tasavvufa yeni intisap eden müridler için basit seviyede bir el kitabı niteliğini taşıyan bu eserin muhteva kritiği yapılmamıştır. Makâlât üzerinde en kapsamlı çalışmayı gerçekleştiren Esat Coşan bir tasavvuf edebiyatçısı gözüyle eserin yalnız muhteva tasvirini yapmış, tarihî tenkidine girişmemiştir. Halbuki klasik tasavvuf edebiyatında Makâlât ve Varidat adlarını taşıyan benzeri eserlerin hemen hepsi daha sonraları anonim derleyiciler tarafından kitap haline getirilmiştir. Nitekim Makâlât'ta da, bu tür bir eser olduğunu açıkça gösteren ibareler vardır (s 14, 35). Dolayısıyla bu eserlerin asıllarından uzaklaşmaları ihtimali çok yüksektir. Hacı Bektâş-ı Velî'ye izafe edilen diğer eserler gibi Makâlât'ın da onun kaleminden çıkmış olduğu tarihen ispat edilmemiştir. Ayrıca Hacı Bektâş-ı Velî Konumundaki konar göçer bir Türkmen sûfîsinin bu tarz eserler yazıp yazamayacağı tartışılabilir. Öte yandan bu çevrelerdeki tasavvuf geleneğinin yazılı eserlerden çok sözlü geleneğe dayandığı bilinmektedir. (İslam Ansiklopedisi, 14/457)
Konuyu Bektaş Veliye ait şu sözlerle bitirelim:
Marifet, nefsi silmek değil, bilmektir.
Okunacak en büyük kitap insandır.
Özünü Bilirsen Özürden Kurtulursun.
Allah ile Gönül Arasında Perde Yoktur.
Dikkat Et, Lokma Seni Yemesin, Sen Lokmayı Ye!
İman Bir Hazine, Iblis Bir Hırsız, Akıl Ise Hazinedardır. Hazinedar Giderse Hırsız Hazineyi Çalar.
İnsanın Cemâli Sözünün Güzelliğidir. İlim Beşikte Başlar, Mezarda Biter.
İncinsen De Incitme
Oturduğun yeri pak et, kazandığın lokmayı hak et.